SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 101. VE 102. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
101- “İşte şu ülkeler var ya, hani sana onlara ilişkin bazı tarihi olayları anlatıyoruz. Bunlara peygamberleri açık belgeler, mucizeler getirmişlerdi. Fakat mucizelerden önce yalanladılar! Mesajlara inanmaları sözkonusu olmadı. İşte Allah kafirlerin kalplerini böyle mühürler. “
102- “Onların çoğunda söze bağlılık diye bir şey bulamadık, tersine çoğunu yoldan çıkmış bulduk. “
İşte bunlar Allah’ın bildirdiği kıssalardır. Peygamberimiz de -salât ve selâm üzerine olsun- onları bilmiyordu. Bunlar ancak Allah’ın ona vahyetmesi ve öğretmesi ile öğrendiği tarihi olaylardı.”
“Onlara peygamberleri açık belgeler, mucizeler getirmişlerdi.”
Ne var ki, belgeler, mucizeler onlara fayda vermedi. Belgelerden sonra da daha önce yalanladıkları gibi yalanladılar. Açık belgelerin kendilerine gösterilmediği sırada yalanladıklarına belgeleri gördükten sonra da inanmadılar. Zaten açık belgeler yalanlayıcıları, inanmaya ve imana iletmez! Çünkü onların iman etmelerini engelleyen sebep, delil yetersizliği değildir. Onları imandan alıkoyan asıl neden, açık bir kalbe, keskin bir duyarlılığa ve doğru yola yönelme arzusuna sahip olmalarıydı. Onların hoşgörü ile karşılayan, gerçeğe doğru devinen ve onu kabullenme arzusunda olan diri bir fıtrattan mahrum olmalarıdır. Her şeye rağmen onlar, kalplerini doğru yolun imajlarına ve imanın belgelerine yöneltemediklerinden, yüce Allah onların kalplerini mühürledi. Vicdanlarına kilit vurdu. Bundan böyle onlar ilâhi mesajı almaya, gerçeğe, doğru atılımda bulunmaya ve onu kabullenmeye yanaşmayacaklardı.
“İşte Allah kâfirlerin kalplerini böyle mühürler…”
İşte bu deneyimler insanın şu baskın karakterlerini de ortaya koydu.
“Onların çoğunda söze bağlılık diye bir şey bulamadık, tersine çoğunu yoldan çıkmış bulduk.”
Burada işaret edilen söze, taahhüde gelince; bu, yüce Allah’ın insanların fıtratlarından almış olduğu söz olabilir. Nitekim surenin sonlarında buna değinilmiştir: “Hani Rabbin, Ademoğulları’ndan, onların bellerinden soylarını dışarı aldı ve: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diyerek kendilerini birbirlerine şahit tutmuştu da onlar da “Evet şahidiz” demişlerdi.” (A’raf 172)
Bu verilen söz, İsrailoğulları’nın peygamberlere iman eden ilk nesillerinin Allah’a vermiş oldukları söz de olabilir. Öncekilerin verdikleri bu söze sonrakiler bağlı kalmamış ve ondan sapmışlardı. Nitekim bütün cahiliyelerde meydana gelen de budur. Bu sistemlerde insanlar yavaş yavaş hedeften saparlar. İmanın gerektirdiği taahhüdün dışına çıkarlar, cahiliyeye dönerler.
Burada, sözkonusu edilen taahhüt, bunların hangisi olursa olsun anlaşılıyor ki, insanların geneli sözlerine bağlı kalmaz ve verdikleri taahhüde bağlılık göstermez. Onlar her an değişen heva-hevese, uyarlar. Onların yapısı, karakteri, verilen sözün yükümlülüklerine sabredemez ve onların doğrultusunda yoluna devam edemez.
“Tersine onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.”
Onlar Allah’ın dininden ve önceden Allah’a verdikleri sözün dışına çıkarlar. İşte dönekliğin, sözünde durmamanın, arzu ve isteklere uymanın ürünü budur… Kim kendisine Allah’a verdiği söz doğrultusunda bir çeki düzen vermez, O’nun gösterdiği yolda dosdoğru yürümez, O’nun hidayetiyle kendine doğru bir istikamet çizmezse, önünde yollar çatallaşacak, yoldan ayrılacak ve hedefinden sapacaktır… İşte önceki kasabaların halkı da aynen böyle olmuştur. Eninde sonunda böyle bir akıbete uğramışlardır.
Gelecek bölüm, Hz. Musa ile Firavun ve kurmayları arasında geçen kıssanın bir kısmını içermektedir. Burada Hz. Musa’nın onları alemlerin Rabbi olan Allah’a çağırmasından başlanmakta ve hepsinin denizde boğulması bölümüne kadar gelinmektedir. Bu iki aşama arasında büyücülerle mücadelesine, hakkın batıla galip gelmesine, büyücülerin aynı zamanda Musa ve Harun’un da Rabbi olan alemlerin Rabbi Allah’a iman etmelerine, Firavun’un, iman etmeleri üzerine onlara karşı cezalandırma, işkence etme ve öldürme tehdidinde bulunmasına, büyücülerin kalplerine yerleşen hakkın, Firavun’un savurduğu bu tehdide üstün gelmesine, gönüllerinde yer eden akidenin (inanç sisteminin) hayata yaşama sevgisine üstün gelmesine de yer verilmektedir. Bunun ardından Mısırlılar’ın cezalandırılmasına geçilmektedir. Yüce Allah’ın Firavun’un ve ileri gelen destekçilerini kıtlıkla, ürünlerin azalmasıyla denemesine yer verilmektedir. Sonra, tufana, çekirge sürüsüne tahıl güvesine, kurbağa sürülerine ve kana hedef olmalarına değiniliyor. Onlar bu belaların herbiri sırasında Hz. Musa’ya koşuyorlar, ondan yardım diliyorlar. Azabı kaldırması için Rabbine niyazda bulunmasını istiyorlar. Ne var ki, yüce Allah, herbirini kaldırdığında, hemen eski hallerine dönüyorlar ve kendilerine ne kadar mucize gösterirse göstersin, O’na iman etmeyeceklerini açıkça söylüyorlar. Sonuçta Allah’ın cezasına müstehak oluyorlar. Allah’ın ayetlerini yalanlamalarının, kullarını sınamasının hikmetinden habersiz olmalarının cezası olarak denizde boğulmalarından söz ediliyor. Yüce Allah’ın yürürlükteki değişmez yasasının bir gereği olarak, mesajını yalanlayan milletleri ölüm ve yok oluşla cezalandırmadan önce, onları darlık ve bollukla denediğinden dolayı gaflet içinde bulunmalarının cezası olarak boğduruldukları ifade ediliyor. Sonra halifeliğin, sabretmelerini, şiddet, sıkıntı sınavını geçen ve ardından bollukla denenecek olan Hz. Musa’nın kavmine verilmesinden bahsediliyor.
İşte biz kıssanın bu bölümünü bir derste, Hz. Musa’nın bundan sonra kavmiyle beraber geçen hayatından söz eden bölümünü de başka bir derste ele almayı uygun gördük. Çünkü her iki dersin karakteri farklı, sahası birbirinden tamamen ayrıdır.
Kıssanın bu bölümü, olayın baştan sona kadar neden burada anlatıldığını dile getiren özet bir açıklama ile başlıyor.
“Sonra bu peygamberlerin arkasından Musa’yı ayetlerimiz ile Firavun’a ve yakın adamlarına gönderdik, fakat onlar ayetlerimize karşı zalimce bir tutum takındılar. Gör bakalım, bozguncuların sonu nice oldu?”
Ayeti kerime kıssanın bu bağlamda ele alınış amacını açıklıyor… Amaç bozguncuların akıbetlerine bakıp ibret almaktır. Amacı açıklayan bu özetten sonra, amaca yönelik olayın halkalarını detaylı olarak sunmaya ve onları daha geniş biçimde tasvir etmeye geçiyor.
Kıssa canlı sahneler halinde geçip gidiyor: Hareketle ve karşılıklı diyalogla dalgalanıyor. Tepkilerle ve işaretlerle dolup taşıyor. Olayın dile getirilmesi bağlamında ibret verici direktiflere yer veriliyor. “Alemlerin Rabbi”ne çağrıda bulunma ile Allah’ın kullarına musallat olan ve Allah’ın dışında ilâhlık taslamaya çalışan azgınların, zalimlerin arasındaki savaşın yapısını ortaya koyuyor. Bu arada açıkça ilân edildiğinde, zalimlerin azgınların otoritesinden korkulmadığında, tehditlere ve şiddetli cezalandırmaya ilişkin savunmalara aldırış edilmediğinde, akidenin parlaklığı ve üstünlüğü de ortaya çıkacağına işaret ediliyor.