SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 181. VE 183. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
181- “Yarattığımız insanlar içinde başkalarını hakka ileten ve hakka uygun, adil hükümler veren bir kesim varılır. “
182- Ayetlerimizi yalanlayanları hiç farkına varmayacakları biçimde yavaş yavaş kötü akıbetlerine yaklaştıracağız. “
183- “Onlara mühlet veririm. Çünkü benim tuzağım sağlamdır.”
Eğer insanların içinde en kötü şartlarda bile, yüce Allah’ın islâmi anlamıyla “Ümmet” diye adlandırdığı bu cemaat olmasaydı, beşeriyet asla onurlandırılmaya hak kazanmazdı. İslâm literatüründe ümmet kavramı bir tek akideye bağlanan, bu akide bağına göre biraraya toplanan ve bu akideye dayalı olarak hareket eden cemaat demektir. İşte sürekli olarak hakka bağlanan ve her zaman ona göre hareket eden bu ümmet, yüce Allah’ın yeryüzündeki emanetinin bekçisidir. Allah’ın insanlardan aldığı sözün şahididir. Bu ümmet aracılığıyla yüce Allah’a verilen sözü inkâr eden sapıklara karşı Allah’ın delili üstün gelmiş olmaktadır.
Şimdi de bu ümmetin sıfatları üzerinde biraz durmak istiyoruz:
“Başkalarını hakka ileten ve hakka uygun, adil hükümler veren bir kesim vardır.”
Sayıları ne olursa olsun varlıkları yeryüzünden silinmeyen bu ümmetin sıfatlarından birkaçını şöyle özetleyebiliriz. Onlar hakka çağırırlar, hiçbir zaman hakka hak ile davet etmekten geri durmazlar. Aleyhlerine de olsa hakkı savsaklamazlar. Bildikleri gerçeklerden asla yüz çevirmezler. Onlar yalnızca hak ile başkalarını doğru yola iletirler. Bu haktan ayrılan sapıkların ve bu anlaşmayı inkâr edenlerin üzerinde egemenlik hakları vardır. Onların hakkı tanımaktan ibaret olmayan, bu merhaleyi aşan hak ile hidayete ulaşan, ona çağrıda bulunan ve onun adıyla egemenliği elinde bulunduran aktif bir eylemi vardır.
“Hakka uygun, adil bükümler veren.”
Onlar hakkı tanımayı ve onunla hidayete ermeyi aşarak, bu hakkı insanların hayatlarında gerçekleştirmeye ve onlar arasında hak ile hükmetmeye çalışırlar. Bu hakkı uygulamaktan başka hiçbir şekilde gerçekleştirilmesi mümkün olmayan adaleti uygulamak için çalışırlar…
Çünkü bu hak sırf okunan bir bilgi, incelenen bir bilim dalı olsun diye gönderilmediği gibi, kendisi vasıtasıyla doğru yola erişilen ve tanınan kuru bir vaazdan da ibaret değildir! Bu hak ancak insanların bütün işlerine hükmetmek için gelmiştir. İnsanların ibadet niteliği taşıyan eylemlerine-uygulamalarına hükmeder ve onları insanların Rabbleriyle bir bağ kurmalarına vasıta kılar. Toplumun pratik hayatına hükmeder onun sistemini ve kurumlarını kendi ilkelerine ve metoduna göre düzenler. Topluma hükmederken bu şeriattan alınma hukuku ve kanunları ile hükmeder. Toplumun alışkanlıklarına, geleneklerine, ahlâkına ve yaşam tarzına hükmeder. Ve onların hepsini bu hakikatten kaynaklanan sağlıklı düşüncelere uygun biçimde düzene koyar. Onların düşünce, bilim ve kültür metodlarına kısacası hepsine hükmeder ve bunların tümünü kendi ölçülerine göre kontrol altına alır. İşte ancak insan hayatındaki bu yönlerin tümü ile, sözkonusu hakikat varlığını ortaya koymuş olabilir. Ancak bu hakikatin uygulamasıyla gerçekleşebilen adalet yürürlüğe konmuş olur. İşte bu ümmetin hakkı tanıdıktan ve onunla hidayete kavuştuktan hemen sonra yürürlüğe koyduğu da budur.
Bu dinin tabiatı apaçıktır, karışıklığa meydan vermez! Sağlamdır, kaypaklığı kabul etmez! Bu dini saptırmaya çalışanlar onun bu apaçık ve sağlam olan karakterini değiştirmede hayli zorluk çekerler. Bu nedenle ona yorulmak bilmeyen çabalar, ardı arkası kesilmeyen saldırılar yöneltirler. Onun istikametini bozmak, karakterini cıvıklaştırmak için her türlü vasıtayı her çeşit cihazı ve bütün deneyimleri kullanırlar. İslami anlamdaki sağlıklı, sağlam ve dinamik uyanış ve diriliş hareketlerini yeryüzünün her yerinde kendilerinin kurmuş oldukları ve destekledikleri rejimler ve devletler aracılığıyla tam bir barbarlık içinde yoketmeye, ezip geçmeye çalışırlar! Ayrıca bu dinin bilginlerinden din adamı olmayı meslek edenleri onun aleyhine ustalıkla kullanırlar. Bunlar Allah’ın hükümlerini tahrif eden, Allah’ın haram kıldıklarını helâl sayan, şeriatın hüküm olarak belirlediğini cıvıklaştırmaya çalışan, fuhuş ve kötülükleri yaygınlaştırmakla kalmayıp, üstelik bunların üzerine dini armalar ve etiketler yapıştıran kimselerdir! Materyalist medeniyetler tarafından aldatılmışları, onların teorilerinin, sistemlerinin etkisine girenleri peşlerinde sürüklüyorlar ki, islâmın da bu teorilere ve bu sistemlere benzediğini onlara kabul ettirebilsinler. Onların sloganlarını alsınlar. Veya onların teorilerini, hukuklarını ve metodlarını kopye edebilsinler! Bunlar hayatın tümüne hükmeden islâmı, miadını doldurmuş tarihi bir olay olarak değerlendiriyorlar. Onun bir daha geri dönemeyeceğine inanıyorlar. Müslümanların duygularını yatıştırmak için de bu mazinin büyüklüğünü takdirle yadederler ki, bu uyuşturucu atmosfer içinde şöyle desinler: Bugün islâmın, bir hukuk ve sistem olarak değil de, müslümanların bireysel hayatlarında bir inanç sistemi ve ibadet biçimi olarak yaşaması zorunludur. İslâma ve müslümanlara geçmişin şerefli tarihi iftihar kaynağı olarak yeterlidir! Yani bunu böyle kabul etmeliyiz veya bu dinin bir “evrim” geçirmesi beşerin realitesine ayak uydurabilmesi için, bu realiteye bağımlı olması, onların kendisine uygun gördükleri bütün düşüncelere ve kanunlara açık olması zorunludur. Böylece dünyada daha önce islâmi olan rejimlerde, devletlerde zamanla inanç sistemi ve din haline dönüşen birtakım teoriler yürürlüğe koyarlar ki, o eski dinin yerini tutsun! O eski Kur’an’ın yerini tutması için, okunan ve tedkik edilen bir Kur’an indirirler. Yine onlar başka bir yöntem olarak bu dinin karakterini değiştirmeye çalıştıkları gibi, toplumların karakterlerïni de değiştirmeye uğraşırlar ki, bu din, kendisiyle doğru yola gelebilecek elverişli kalplerle karşılaşmasın. Onlar bu son taktikleri gereği olarak toplumları, cinsellik, fuhuş ve kötülüklerin bataklığında boğulan, geçim derdi ile meşgul; peşinde koşmadan, zorlamadan ve alın teri dökmeden geçimini temin edemeyecek konuma düşen grupçuklara dönüştürürler ki, karnını doyurduktan ve cinsel duygularını tatmin ettikten sonra ayrılmasınlar, hidayete kulak vermesinler veya dine yönelmesinler!
İşte bu, islâma ve islâmla doğru yola ileten ve onunla adaleti gerçekleştirmek isteyen islâm ümmetine karşı başlatılan korkunç bir savaştır. Hiç çekinilmeden her tür silâhın, haddi hesabı olmayan vasıtaların kullanıldığı bir savaş… Bu savaşta uluslararası süper güçler, karteller, holdingler ve basın-yayın organları bütün güçleriyle çalışmakta, devletlerarası bütün teşkilâtlar ve kurumlar onların emrine sunulmakta ve bu uluslararası dayanışma olmadan bir tek gün ayakta durma şansı olmayan kukla rejimler hep birlikte hareket etmektedirler!
Her şeye rağmen, bu dinin apaçık ve sağlam tabiatı halâ bu korkunç savaşa karşı bütün direnci ile ayaktadır. Bu hal üzere bulunan müslüman ümmet de sayısının azlığına ve hazırlığının yetersizliğine rağmen kendisine karşı girişilen barbarca yoketme operasyonlarına karşı dimdik durmaktadır… “Hiç şüphesiz Allah işinde üstün olandır.”
“Ayetlerimizi yalanlayanları hiç farkına varmayacakları biçimde yavaş yavaş kötü akıbetlerine yaklaştıracağız.”
“Onlara mühlet veririm. Çünkü benim tuzağım sağlamdır.”
İşte bu dine sarılan, onun üzerinde buluşan ve onun bağları üzerinde biraraya gelen ümmete karşı düşmanların başlattıkları bu korkunç savaşta, onların gereği gibi hesaba katmadığı asıl kuvvet kaynağı budur… İşte Allah’ın ayetlerini yalan sayanların hesaba katmayı ihmal ettikleri asil kuvvet budur. Onlar asla düşünemiyorlar ki, bu, farkında olmadan Allah’ın onları yavaş yavaş cezaya yaklaştırmasıdır. Bunun belli bir süreye kadar Allah tarafından verilen bir mühlet olduğunu düşünemiyorlar. Onlar Allah’ın tuzağının çetin olduğuna inanmıyorlar! Birbirlerine destek oluyorlar ve yeryüzünde kendi dostlarının gücünü egemen görüyorlar ve en büyük kuvveti unutuyorlar! Bu Allah’ın ayetlerini yalan sayanlara karşı izlediği değişmez yasasıdır… Onları yavaş yavaş felâkete sürüklemek ve kendilerine karşı hazırlanan tuzak ve önlemin içine itmek için onların dizginlerini serbest bırakır böylece de karşı gelmelerine ve zulüm yapmalarına zaman tanır. Burada tuzak kuran kimdir? Karşı konulmaz kuvvet sahibi Cabbar olan Allah’tır. Fakat onlar bundan habersizdirler! Ve mutlaka son zafer, hak ile doğru yola ileten ve onu uygulamakta adaleti gerçekleştiren takva sahiplerinindir.
DÜŞÜNEMİYENLER
Kur’an-ı Kerim, bu korkunç tehditleri, Mekke’de Allah’ın ayetlerini yalan sayan bir topluma yöneltiyordu. Şu kadar var ki, Kur’an’ın hükümleri sürekli olarak belli bir olayla sınırlı olmaktan tamamen uzaktır. Yüce Allah bu kâfirleri, islâmi anlamda ümmet diye adlandırdığı müslüman cemaate karşı tavırlarından dolayı tehdit etmiş ve onlara zaman tanıdığını, yavaş yavaş onları cezaya ve sağlam tuzağa doğru sürüklediğini bildiriyor. Bu tehditten sonra onları, kalplerini, gözlerini ve kulaklarını kullanmaya çağırıyor. Dolayısıyla onlara, cehennem yakıtı olmamalarını, gafiller arasına girmemelerini söylüyor. Yine onları, kendilerini hakka çağıran ve bu hak ile doğru yola ileten peygamberlerinin hakkında iyice düşünmeye çağırıyor. Yerin ve göklerin işleyen düzenine bakmalarını, bu işleyen görkemli düzen içine serpiştirilen Allah’ın ayetlerini görmeye davet ediyor onları. Zamanın geçtiğini, gizli olan ecel vaktinin gelip çattığını ancak kendilerinin halâ gaflet içinde olduklarını belirterek uyanmalarını istiyor: