SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 65. VE 72. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
65- “Ad kavminde de kardeşleri Hud’u peygamber olarak gönderdik. Hud onlara `Ey soydaşlarım, Allah’a kulluk ediniz, O’ndan başka bir ilâhınız yoktur. O’ndan korkmuyor musunuz?’ dedi. “
66- “Soydaşlarının ileri gelen kâfirleri O’na `Biz seni aptal olarak görüyoruz ve bir yalancı olduğunu sanıyoruz’ dediler. “
67- “Hud onlara dedi ki; `Bende bir aptallık yoktur, tersine tüm varlıkların Rabbi tarafından gönderilen bir peygamberim. “
68- “Size Rabbimin mesajlarını iletiyorum, sizin için güvenilir bir öğüt vericiyim. “
69- “Sizi uyarmak üzere içinizden biri aracılığı ile Rabbiniz tarafından size mesaj olması tuhafınıza mı gidiyor? Allah’ın sizi Nuh kavminin yerine geçirdiğini, sizi vücud yapısı bakımından onlardan daha güçlü yarattığını hatırlayınız. Allah’ın nimetlerini hatırlayınız ki kurtuluşa eresiniz. “
70- “Soydaşları ona dedi ki, :Sen bize tek Allah’a kulluk edelim, atalarımızın taptıkları ilâhları bırakalım diye mi geldin. Eğer söylediklerin doğru ise ilerde çarpılacağımızı söylediğin azabı şimdi başımıza getir, bakalım. “
71- “Hud onlara dedi ki, `Rabbinizin azabı ve öfkesi hakkınızda kesinleşti. Allah’ın haklarında hiçbir kanıt indirmediği, kendiniz ve atalarınız tarafından takılmış birtakım adlar üzerine benimle tartışmaya mı girişiyorsunuz? O halde bekleyin bakalım, ben de sizin ile birlikte bekliyorum. “
72- “Hud’u ve beraberindekileri rahmetimizin sonucu olarak kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayarak inanmamış olanların ise kökünü kuruttuk. “
İşte, aynı peygamberlik, aynı tartışma ve aynı netice… Bu aynı kanun, yürürlükteki yasa ve ilâhi adettir…
Ad kavmi, Nuh’un ve gemide, sayılarının 13 olduğu söylenen, yanında olup, kurtulanların torunlarıdır.. Şüphe yok ki, bunların ataları, gemide kurtulan müminler, Nuh’un dininde -ki islâmdı- idiler ve kendisinden başka ilâh olmayan biricik Allah’a tapınıyorlar ve O’nun alemlerin Rabbi olduğuna inanıyorlardı. Zaten Nuh da onlara `Fakat ben alemlerin Rabbinin elçisiyim’ demişti. Uzun bir süre geçti. Yeryüzüne dağıldılar. Şeytan her zamanki oyunlarını onlara da oynadı. Onları -öncelikle mülk ve mal sevgisi olmak üzere- Allah’ın şeriatına değil, kendi isteklerine göre arzuları doğrultusunda yöneltti. Hud’un kavmi peygamberlerinin tek olan Allah’ a tekrar kulluğa çağırmasını hoş görmeme sapıklığına düşdüler.
“Ad kavmine de kardeşleri Hud’u peygamber olarak gönderdik. Hud onlara `Ey soydaşlarım, Allah’a kulluk ediniz, O’ndan başka bir ilâhınız yoktur. O’ndan korkmuyor musunuz?’ dedi.”
Bu sözleri daha önce Nuh söylemiş, kavmi O’nu yalanlamış, bu nedenle başlarına gelen gelmişti. Allah onların ardından Ad kavmini gönderdi. Burada onların yurtları belirtilmiyor. Başka surelerden öğreniyoruz ki, onlar, Yemen sınırında Yemame ve Hadramut arasında yüksekçe yerler olan Ahkaf’lıdırlar. -Bunlar da daha önce Nuh’un kavminin gittiği yolu izliyorlar. Bu yolu izleyenlerin başlarına gelenleri ne düşünüyorlar, ne de hatırlıyorlar. Bu yüzden Hud Allah’dan ve bu korkunç sonuçtan korkmamalarından endişe ederek, onlara seslenirken `O’ndan korkmuyor musunuz?’ sorusunu da, sözlerine ekledi.
Kavminin ileri gelenlerine, soydaşlarından birinin onları hidayete çağırması ve çok az sakınmalarını hoş görmemesi ağır geldi ve haddi aşarak, O’nu deli ve ahmak saydılar. Ne kötü değer takdiri! Utanmadan ve hayasızca, hep beraber peygamberlerini delilik ve yalancılıkla suçlamaya kalkıştılar:
“Soydaşlarının ileri gelen kâfirleri O’na `Biz seni aptal olarak görüyoruz ve bir yalancı olduğunu sanıyoruz’ dediler.”
Araştırmadan, düşünmeden ve hiçbir delile dayanmadan, böyle ölçüsüzce davrandılar.
“Hud onlara dedi ki; Bende bir aptallık yoktur, tersine tüm varlıkların Rabbi tarafından gönderilen bir peygamberim. Size Rabbimin mesajlarını iletiyorum, sizin için güvenilir bir öğüt vericiyim.”
Kendisinden, -sapıklık iddiasını reddettiği gibi- aptal olduğu iddiasını da kesinlikle ve doğrulukla reddetti. -Daha önce Nuh’un ortaya koyduğu gibi- onlara, elçiliğinin kaynağını ve hedefini açıkladı, bu konuda onlara öğüt verdiğini ve tebliğinde doğru sözlü olduğunu da ortaya koydu. ‘Tüm bunları, onlara bir davetçinin yumuşaklığı ve güvenilir bir kişinin doğruluğu ile söyledi.
Daha önce Nuh kavminin tuhaf karşıladığı gibi, onların da peygamberlikten kaynaklanan bu misyonun içeriğini garipsemiş olmalılar ki, sanki her ikisi de aynı ruhu taşıyan bir kişilikmişçesine, Hud da onlara daha önce Nuh’un söylediği sözleri tekrarlıyor:
“Sizi uyarmak üzere içinizden biri aracılığı ile Rabbinizden size mesaj gelmesi tuhafınıza mı gidiyor?”
Sonra sözlerine, onlara sunulan bir gerçeği ekliyor… Nuh kavminden sonra yeryüzüne halef olmaları, dağlık bölgede türemeleri nedeniyle vücutça sağlam ve kuvvetli olmaları, yanısıra otorite ve saltanat verilmesi gerçeğini:
“Allah’ın sizi Nuh kavminin yerine geçirdiğini, sizi vücud yapısı bakımından onlardan daha güçlü yarattığını hatırlayınız. Allah’ın nimetlerini hatırlayınız ki kurtuluşa eresiniz.”
Nimetlere şükürle karşılık verme, azgınlıktan kaçınma, geçmişlerin sonundan sakınma, bu halef olmanın, bu güç ve kuvvetin gereklerindendir. Onlar değişmeyen, şaşmaz ilâhi kanuna uygun olan ve belirli bir kadere göre işleyen yasaların işlemeyeceğine dair Allah’dan yemin mi aldılar? Nimetleri sayıp dökmek, insanlarda şükrü doğurur. Nimete şükür ise, sebeplerin korunmasını ister. Bunun ardından da, dünya ve öte dünyada kurtuluş sağlanır.
Fakat fıtrat değiştiği zaman, ne düşünüyor, ne uyarıları değerlendiriyor, ne de öğütleri dinliyor. İşte böylece kavmin ileri gelenleri günah içinde, gurura kapıldılar, tartışmayı kısa kestiler ve ögütleri ağır bulanın aceleciliği ile uyarıları alaya aldılar ve azabın çabuk gelmesini istediler:
Soydaşları ona dedi ki, Sen bize tek Allah’a kulluk edelim, atalarımızın taptıkları ilâhları bırakalım diye mi geldin. Eğer söylediklerin doğru ise, ilerde çarpılacağımızı söylediğin azabı şimdi başımıza getir, bakalım.’
Sanki bakmaya dayanamadıkları ve dinlemeye sabredemedikleri kötü bir işe çağırılıyorlar!
Soydaşları ona dedi ki, `Sen bize tek Allah’a kulluk edelim, atalarımızın taptıkları ilâhları bırakalım diye mi geldin.’
Gönüllerin ve akılların ülfet peydah ettiği realiteye tutsaklık duygusuna dair ne kötü bir manzara! Bu tutsaklık duygusu insanı, inceleme ve değerlendirme hürriyeti, düşünce ve inanç hürriyeti gibi insanlık özelliklerinden soyutluyor. Kişiyi gelenek ve göreneklerin, örf ve adetlerin kulu, kendisi ve kendi gibi diğer kölelerin arzularının kulu yapar ve bilgi ve aydınlığın tüm yollarını ona kapatır.
Böylece kavim, gerçekle yüzyüze gelmekten, daha doğrusu kulu oldukları batılın saçmalığını düşünmekten kaçınarak, azabın çabuk gelmesini istiyor ve güvenilir öğütçü peygamberlerine şöyle diyorlar:
“Eğer söylediklerin doğru ise, ilerde çarpılacağımızı söylediğin azabı şimdi başımıza getir, bakalım”
Daha sonra, Peygamberin kesin ve hızlı karşı cevabı geliyor:
“Hud onlara dedi ki, `Rabbinizin azabı ve öfkesi hakkınızda kesinleşti. Allah’ın haklarında hiçbir kanıt indirmediği, kendiniz ve atalarınız tarafından tartışmaya mı girişiyorsunuz? O halde bekleyin bakalım, ben de sizin ile birlikte bekliyorum.”
Rabbinin kendisine bildirdiği, hakettikleri ve kaçacak hiçbir sığınakları bulunmayan akıbetlerini onlara ulaştırıyor… Bu beraberinde Allah’ın gazabı olan, defedilemez bir azab. Sonra azaba dair bu aceleleri peşisıra azap hızlandırılıyor. Düşünce ve inançlarının bayağılığı ortaya konuyor.
“Allah’ın haklarında hiçbir kanıt indirmediği, kendiniz ve atalarınız tarafından takılmış birtakım adlar üzerine benimle tartışmaya mı girişiyorsunuz?
Allah’la birlikte kulluk ettiğiniz şeylerin hiçbir gerçekliği yoktur. Kendiniz ve atalarınız tarafından takılmış birtakım adlardır. Allah onlar hakkında bir kanıt indirmemiş ve izin de vermemiştir. Bu durumda ne onların bir otoriteleri, ne de sizin buna dair bir kanıtınız vardır.
Kur’an’da tekrar edilen `Allah’ın haklarında hiçbir kanıt indirmediği’ ifadesi, temel bir gerçeği düşündürüyor… Allah’ın indirmediği her söz, kanun, örf veya düşüncenin bir ağırlığı yoktur, etkisi azdır ve kayboluşu çabuk olur… Fıtrat, tüm bunları hafife alır. Eğer sözler, Allah’dan geliyorsa, Allah’ın onlara yerleştirdiği bir yetki nedeniyle, bir ağırlığı vardır ve gönüllere işler, yerleşir.
Nice alımlı düşünce, nice süslü ve otorite destekli sosyal kurum ve uygulama vardır, ama Allah’ın otoritesinden kaynaklanan bir güç içeren sözleri karşısında eriyip gider. Huzurlu bir güven ve yetkinliğin verdiği sağlamlık içerisinde Hud soydaşlarına meydan okudu:
“O halde bekleyin bakalım, ben de sizin ile birlikte bekliyorum.”
Bu güven, Allah’a çağıranların hissettiği gücün kaynağıdır… Hud, getirdiği hakkın Allah’ın otoritesinden aldığı gücü ve kuvveti bildiği gibi, batılın -her ne kadar yaygın ve güçlü görünse de- gerçekte zayıf, etkisiz ve güçsüz olduğunu da yakinen bilir.
Bekleyiş pek uzun sürmüyor:
“Hud’u ve beraberindekileri rahmetimizin sonucu olarak kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayarak inanmamış olanların ise kökünü kuruttuk.”
Bu, geriye bir kişi bile bırakılmadan gerçekleşen tam bir yokediştir. Bu olay hakkında, son ferdine kadar bütün kavim yok edildiği için, `kökleri kazındı’ ifadesi kullanılabilir.
Böylece yalanlayanların defterinden bir sayfa daha kapanmaktadır. Uyarı yarar sağlamadığı halde, başka bir uyarı daha yapılıyor… Başka surede bu azap hakkında ayrıntılı bilgi verildiği halde, burada ayrıntıya girilmiyor. Biz de, konuları hızlı geçmeyi amaçlayan bu ayetleri izleyerek, durmuyoruz ve bu ayetteki yerler hakkında fazla ayrıntıya girmiyoruz.