SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA EN’ÂM SURESİ 10. VE 11. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
10- Senden önceki birçok peygamberler de alaya alınmıştı. Fakat bu alaycılar, alay konusu yaptıkları gerçek tarafından kıskıvrak kuşatılıverdiler.
11- Onlara de ki; “Dünyayı geziniz de peygamberleri yalanlayanların sonu nice oldu, görünüz?”
Yukardaki ayetlerde bu alaycıların ve yalanlayıcıların inatla ve serkeşlikle gerçeğe sırt döndükleri, cahillikten ve serkeşlikten kaynaklanan birtakım öneriler ileri sürdükleri, yüce Allah’ın bu önerileri kabul etmeyişinin O’nun rahmetini ve toleransını kanıtladığı anlatılıyordu. Bunun arkasından gelen Peygamberimize sesleniş üslubundaki bu değişik bakış açısının arkasında şu iki belirgin amaç yatar:
Birinci amaç, Peygamberimizi teselli etmek, sırt çevirenlerin inadının ve yalanlayıcıların serkeşliğinin kalbine çöreklendirdiği burukluğu dağıtmak, yüce Allah’ın söz konusu peygamber alaycılarını ve yalanlayıcılarını hiçbir zaman cezasız bırakmadığını, böylelerini cezalandırmanın her zaman geçerliliğini korumuş bir ilâhi gelenek olduğunu yüreğinde pekiştirmek, bunun yanısıra uğradığı yüz çevirmenin ve yalanlamanın “hakka çağrı” tarihinde ilk defa görülen bir istisna olmadığının ferahlandırıcı duygusunu içinde tazelemektir. Çünkü daha önceki peygamberlerin başlarına da aynı şeyler gelmişti. Fakat sonunda yüce Allah’ın ayetlerini yalanlayanlar hak ettikleri sonuçla karşılaşmışlar, alay konusu ettikleri gerçek tarafından kıskıvrak kuşatılmışlar, böylece son aşamada hak batıla ve gerçek eğriliğe galip gelmiştir.
İkinci amaç, yalanlayıcı ve alaya alıcı Arapların kalblerini eski yalanlayıcıların ve alaya alıcıların toplu-kırım sahneleri ile yüzyüze getirmek, alaycılıkta ve yalanlamakta ısrar ettikleri takdirde kendilerini bekleyen bu sahneleri hatıralarında canlandırmaktır. Çünkü yüce Allah tarihin daha önceki dönemlerinde onlardan çok daha güçlü çok daha nüfuzlu, çok daha zengin ve müreffeh toplumları kitlesel cezalara çarptırmıştı. Nitekim bu gerçekçi ve korkunç tehditleri ile kalbleri ürperten bu ayetlerin başında yüce Allah onlara bu gerçeği duyuruyor.
İkinci ayetin seslendirdiği ilâhi direktif işte bu uyarıcılığın mesajıdır. Okuyoruz:
“Onlara de ki; `Dünyayı geziniz de peygamberleri yalanlayanların sonu nice oldu’ görünüz.”
Bilgi toplama, ibret alma, yerinde inceleme amacı ile dünyada geziye çıkmak; böylece yüce Allah’ın olaylarda ve pratik gelişmelerde somutlaşmış, elle tutulur kalıntılarda tescil edilmiş geleneğini tanımak; bu tarihi kalıntıların sembolize ettiği olayların ve kurbanlarının maceralarına dair yörede anlatılan ve tarih kitaplarına geçen belgelerle bütünleştirmek; türü ve amacı bu olan, bu bilinçle yapılan bir gezgincilik, bunlar tümü ile o günün Arapları için yeni şeylerdi. Bu durum bize İslâm sisteminin onlara ne büyük bir aşama katettirdiğini, onları cahiliye düzeyinden alarak bu yüksek bilinç, düşünce, görüş ve mantalite düzeyine çıkarırken kendilerine ne kadar uzun bir uygarlık yolu aldırdığını gösterir.
Eski Araplar ticaret, geçim kaynağı sağlama, avlanma ve hayvan sürüsü gütme amacı ile geziye çıkarlar, oradan-oraya yer değiştirirlerdi. Buna karşılık bilgi toplama ya da pedagojik amaçlı gezi onlar için yepyeni bir şeydi. Daha önce bu yolda hiçbir deneyimleri olmamıştı. Fakat işte bu yeni sistem, yani onları ellerinden tutup cahiliye bataklığından çıkardıktan sonra adım adım yürüterek sonunda ulaştıkları yüce doruğa tırmandıran bu İslâm sistemi, Arapların bakışlarını bu yeni gezi türüne yöneltiyordu.
Bu konuya biraz daha derinliğine irdeleyince şunu görürüz. Bu ve buna benzer ayetlerde insanlık tarihi belirli sistematik yasalara göre yorumlanıyor; tarihin yorumunda sürekli bir geleneğin izleri sürülüyor. Yüce Allah’ın izni ile bu sürekli geleneğin sebepleri ne zaman gerçekleşirse sonuçlarının da ortaya çıkacağı belirtiliyor. İnsanlar hem bu sebepleri ve hem de bu sebeplerin getirdiği sonuçları kavrayabilirler, bu sebeplere ve onların bağımlı sonuçlarına dayanarak düşüncelerini kurabilirler, bu sürecin aşamalarını ve dönemlerini tanıyabilirler.
İşte tarihin olaylarını yorumlamaya yönelik böylesine sistematik bir yaklaşım tarzı o zamanın insanının düşünce düzeyi için yepyeni bir yöntemdi. Çünkü o zamana kadar tarih diye ortaya konabilen çalışmaların en ileri düzeydeki örnekleri birtakım basit gözlemlerden ya da geçmişteki olayların ve sosyal alışkanlıkların birbirinden kopuk hikâyelerinden ibaretti. Bu gözlemleri, olayları ve sosyal uygulamaları birbirine bağlayan bir analiz ya da sentez yöntemi yoktu. Ne olaylar arasında ne sebepler ile sonuçlar arasında ve ne de aşamalar ile dönemler arasında anlamlı bir bağ kuruluyordu.
İşte Kur’an’ın bu tarihe bakış yöntemi insanlığı bu ufka iletmeye, insanlık tarihinin olaylarını sistematik bir açıdan değerlendirmenin çığrını açmaya geldi. Bu yaklaşım tarzı düşünce ve bilgi edinme süreci boyunca ortaya çıkmış, doğal bir aşama değildi, dediğimiz gibi kelimenin tam anlamı ile yepyeni bir “çığır” idi. İnsanlık tarihini doğru yoruma kavuşturacak tek yöntem, bu çığırdan kaynaklanıyordu.
Arapların, Peygamberimizin çeyrek yüzyıllık peygamberliği süresi içinde kaydetmiş oldukları baş döndürücü gelişme ve gerçekleştirdikleri korkunç aşama bazı gözlemcileri dehşetli bir şaşkınlığa sürükler. Bu kısacık dönem ekonomik yapıda ani ve çarpıcı bir gelişmenin meydana gelmesine elverişli değildir. Eğer bu gözlemciler dikkatlerini sırf ekonomik faktörler üzerine yoğunlaştırma saplantısından vazgeçerek Peygamberimizin getirdiği, her şeyi bilen ve her şeyin içyüzünden haberdar olan yüce Allah’ın katından getirdiği bu yeni sistemin sırrını araştırmaya yönelseler içine düştükleri dehşet ve şaşkınlık dağılırdı.
Çünkü onların gözlerini kamaştıran mucize bu sistemin yapısında saklıdır, materyalist akımın çağdaş putu, düzmece ilâhı olarak empoze edilen ekonomi faktörünün etki alanında ısrarla aradıkları bu sır, bu sistemin özünde yatar.
Yoksa o günün Arap Yarımadası’nda sözü edilen ani ve çarpıcı ekonomik değişme hani nerede? Peygamberimizin çeyrek yüzyıllık peygamberlik dönemi içinde gerçekleşen yeni inanç sistemini, yönetim sistemini, düşünce tarzını, ahlâk değerlerini, bilgi birikimini ve sosyal pratiğini meydana getirecek çapta köklü bir ekonomik gelişme orada meydana gelmiş değil ki!
Kısacası eğer “Onlara de ki; `Dünyayı geziniz de Peygamberleri yalanlayanların sonu nice oldu’ görünüz” ayetinin somutlaştırdığı bakış açısı bu ayetler grubunun ilki olarak okuduğumuz, “Onlardan önceki nice kuşakları yok ettiğimizi görmediler mi? Oysa o kuşaklara size vermemiş olduğumuz derecede geniş yerleşme ve yaşama imkânları vermiş, gökten bol yağmurlar yağdırmış, ayakları altından nehirler akıtmıştık. Fakat işledikleri günahlar yüzünden onları yok ederek arkalarından başka kuşaklar ortaya çıkardık” ayetindeki bakış açısı ile birlikte değerlendirilirse ve bu bakış açıları gerek bu surede ve gerekse Kur’an’ın başka yerlerinde dile getirilen aynı anlamlı mesajlarla bütünleştirilirse bu yeni sistemin insan düşüncesine olgunluk ve bütünlük kazandıran orijinal bir cephesi ortaya çıkar. Bu sistem Kıyamete kadar geçerli ve kalıcı olduğu gibi kendine özgü, başkalarına benzemez bir sistemdir.
Önümüzdeki yüksek çağlayanlı ve korkunç imajlı ayet dalgası yalanlamadan, sırt çevirmeden, alaya almaktan söz etmenin arkasından geliyor. Bu alaya almanın, yüz çevirmenin ve yalanlamanın arasında ve sonunda korkunç bir tehdit yer alıyordu. Ayrıca bakışlar ve kalbler bu alaycı yalanlayıcıların toplu-kırım sahnelerinden ibret almaya çevriliyordu. Bu yüksek çağlayanlı dalga, aynı zamanda yalanlayıcılardan söz eden, ilâhlık gerçeğini hem engin evrensel alanda hem de derin boyutlu insanlık düzeyinde dikkatlere sunan giriş dalgasının arkasından bu ilâhlık gerçeğini başka alanlarda, yeni imajlar ve değişik mesajlar eşliğinde bakışlarımızın önüne getiriyor. Böylece hem giriş dalgasında ve hem de bu dalgada yeralan yalanlama girişimi gayet çirkin, son derece iğrenç bir tutum olarak karşımıza dikiliyor.
Birinci ayet dalgasında ilâhlık gerçeği gökler ile yeryüzünü yaratmada, karanlıklar ile aydınlığı var etmekte, insanı çamurdan meydana çıkarmakta, insanın kişisel yaşama süresi anlamındaki ilk “ecel” ile insanın yeniden dirilmesini simgeleyen ikinci “ecel”i belirlemede somutlaştırılarak sunuluyordu. Bu arada yüce Allah’ın ilâhlığının gökler ile yeryüzünü kapsadığı, bilgisinin insanların gizli açık bütün yönleri ile aşikâre-saklı bütün davranışlarını içerdiği vurgulanıyordu. Bütün bu gerçekler bize ne kuru bir teolojik anlatım üslubu ile ve ne de reaksiyoner ve teorik bir felsefi yaklaşımla anlatılıyordu. Ayetlerin anlatımı bu gerçeklerin insan hayatına yönelik vazgeçilmez sonuçlarını vurgulamayı amaçlıyordu. Bu vazgeçilmez sonuçların başlıcaları şunlardı: İnsanın tüm varlığı ile ortaksız yüce Allah’a teslim olması, O’na hiçbir şeyi denk tutmaması, Allah’ın birliğinde kuşkuya yer vermemesi; ilâhlık otoritesinin hem evreni ve hem de gizli açık yönleri ile insanlık hayatının bütününü kapsadığını onaylaması; bu ilkelerin doğal sonucu olarak yüce Allah’ın evrensel gelişmelere egemen olduğu nasıl kabul ediliyorsa insan hayatına ilişkin gelişmelerde de O’nun ortaksız egemenliğinin kabul edilmesi.
Okuyacağımız yüksek çağlayanlı ayet dalgasına gelince, burada da ilâhlık gerçeği mülkte, egemenlikte, etkinlikte, rızık vericilikte, gözeticilikte, kudrette, karşı konulmaz güçte, yarar ve zarar dokundurmada somutlaşmış olarak gözler önüne serilmesi amaçlanıyor. Bu ayetlerin üslubu da ne kuru teolojik tartışma ve ne de reaksiyoner ve teorik felsefi yaklaşım yöntemidir. Bu ayetlerde de bu gerçeklerin vazgeçilmez sonuçlarının belirlenmesi amacı güdülüyor. Bu vazgeçilmez sonuçların başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz: Bağlılık ile yönelmeyi, boyun eğme ile kulluğu aynı kaynağa dayandırmak; bağlılık ile yönelmeyi boyun eğmenin ve kulluğun göstergesi saymak. Çünkü okuyacağımız bu ayetlerin bir yerinde Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- yüce Allah’dan başkasını ilâh edinmeyi reddetmesi emredilirken bu reddetmenin ilk dayanağının yüce Allah’ın her canlıyı beslediği, buna karşılık hiç kimsenin O’na besin vermesinin söz konusu olmadığı ve ikinci dayanağının da O’ndan başkasını dost edinmenin Allah’a boyun eğme, O’na ortak koşmama taahhüdünü bozma anlamına geleceği belirtiliyor.
İnceleyeceğimiz ayetlerde ilâhlık gerçeğinin bu biçimde ve bu amaca dayalı sunuluşuna kalbleri ürperten bazı etkileyici mesajlar eşlik ediyor. Bu mesajlar yüce Allah’ın her şeye malik, her şeye egemen olduğu ve yine yüce Allah’ın bütün canlılara besin kaynakları sunduğu halde O’na hiç kimsenin besin vermesinin söz konusu olmadığı gerçeğini sunarak başlıyor. Arkasından öyle korkunç bir azaptan söz ediliyor ki, bundan sadece yüce Allah’ın merhameti ve büyük bağışlayıcılığı sayesinde kurtulmak mümkündür. Daha sonra yüce Allah’ın yarar ve zarar dokundurmaya muktedir olduğu, yanısıra tartışılmaz üstünlüğün ve karşı durulmaz iradenin sahibi olduğu vurgulanıyor. Arkasından da O’nun her işinin mutlaka bir hikmete; engin bir bilgeliğe dayandığı belirtiliyor. Sonra da “De ki;”, De ki;” emri ile başlayan, bu ürpertici ve yüce emir kipinde somutlaşan titretici mesajlar dizisine yer veriliyor.
Bu derin etkili mesajlar dizisi zarif ve yüce bir mesajla noktalanıyor. Bu mesajda yüce Allah’ın birliğine tanıklık ediliyor, O’na ortak koşmak reddediliyor ve müşrikler ile bütün bağlar kesinlikle koparılıyor. Bu mesajın her cümlesi de “De ki” emri ile başlıyor; “De ki; en büyük şahitlik kimindir?”, “De ki; benim ile sizin aranızda Allah şahittir”, “De ki; ben buna şahitlik etmem”, “De ki; O tek bir ilâhtır.” Bu emir, ayetlerin havasına yaygın bir ürperti katıyor, içeriklerine ürkütücü bir ciddiyet damgası basıyor. Okuyalım: