sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA EN’ÂM SURESİ 105. VE 107. AYETLER ARASI

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA EN’ÂM SURESİ 105. VE 107. AYETLER ARASI
04.07.2020
651
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

105- Kimileri sana “Sen bir yerden ders almışsın ” desinler ve bilenlere de iyice anlatalım diye ayetlerimizi çeşitli açılardan açıklıyoruz.

106- Rabbinden sana gelen vahye uy, O’ndan başka ilâh yoktur, O’na ortak koşanlardan yüz çevir.

107- Allah dileseydi, onlar O’na ortak koşmazlardı. Biz seni onların başına korucu, bekçi dikmedik; sen onların vekili, davranışlarının sorumlusu da değilsin.

Yüce Allah evrensel kanıtları, bugüne kadar Araplarca bilinmeyen bir düzeyde açıklamaktadır. Çünkü bu, kendi toplumlarından kaynaklanmayan bir açıklamadır. Nitekim tüm insan topluluklarının yaşadığı ortamlardan da kaynaklanmıyordur. Dolayısıyla bu açıklama, toplumda birbirine karşıt iki sonucun ortaya çıkmasına neden oluyordu:

Doğru yolu bulmak istemeyenler. Bir şeyler öğrenmek isteğinde olmayanlar.

Gerçeği bulmak için çaba sarfetmeyenler; kendilerinden biri olan Muhammed (salât ve selâm üzerine olsun)’in ortaya attığı bu derece yüksek düzeyli açıklamaların kaynağına açıklık getirmeye çalışacaklardı. Böyle bir şeyin olmadığını bildikleri halde, birtakım şeyler uyduracaklardı. Çünkü, gerek peygamberlikten önce, gerekse peygamberlikten sonra Hz. Peygamberin (salât ve selâm üzerine olsun) yaşayışının onlarda bilinmeyen bir tarafı söz konusu değildi. Buna rağmen; “Ey Muhammed, sen bunları Ehl-i Kitabın yanında okudun, onlardan öğrendin” diyorlardı. Halbuki Ehl-i Kitap’tan hiç kimse böylesine erişilmez düzeyde bir açıklama yapamazdı. Ehl-i Kitabın sahip olduğu kitaplar, o gün ellerindeydi. Bugün de elimizdedir bu kitaplar. Ellerindeki o kitaplarla şu yüce Kur’an arasındaki fark ise çok büyüktür. Ellerinde bulunan bu kitaplara peygamberlere ve krallara ilişkin tarihsel olarak kanıtlanmamış efsane ve hurafeler bulaşmıştır. Yine bu kitaplar, bilinmeyen insanların ortaya attığı birtakım rivayetlerden ibarettir. Bu söylediklerimiz daha çok eski ahit (Tevrat) için geçerlidir. Yeni ahide gelince (inciller) bunlarda İsa’nın talebelerinin İsa’dan onlarca sene sonra rivayet ettiklerden öteye geçmiyor. Bunları da zaman geçtikçe kilise konseyleri tahrif etmiş, değiştirmiş ve birtakım tadilatlarda bulunmuştur. Hatta güzel ahlâka ilişkin öğütler, psikolojik direktifler bile, tahriften, eklemeden ve unutulmaktan kurtulamamıştır. İşte o gün Ehl-i Kitabın yanında bulunan kitaplar. Bugün de aynı kitaplara sahiptirler. Bütün bunlar nerde, şu ulu Kur’an nerede? Ancak cahiliye dönemindeki müşrikler bunu söyleyebiliyorlardı. Fakat bundan daha garibi, çağımızda “oryantalist”lerin ve “kendini müslüman zanneden” birtakım cahiliye mensubunun “bilim”, “araştırma” ve “inceleme” adına bu tür sözler söylemesidir. Kuşkusuz böyle bir şeyi müsteşriklerden başkası ileri süremez.

Gerçekten bilenlere gelince; evrende yer alan ayetlerin bu şekilde açıklanması, onları hakkı açıklamaya ve kabullenmeye yöneltir:

“Ve bilenlere de iyice anlatalım diye ayetlerimizi çeşitli açılardan açıklıyoruz.”

Ardından gerçekleri gören ve bilenler ile gerçeği bilmeyen körler arasındaki farklılık vurgulanıyor.

Hz. Peygamber’e (salât ve selâm üzerine olsun) yönelik yüce bir emir yer alıyor… Yüce Allah ayetleri açıklamışken ve ona karşı insanları iki grubu bölünmüşken, kendisine vahyedilene uymasına, müşriklerden yüz çevirmesine, onlara katılmamasına, saçma sapan sözler söylemelerine aldırış etmemesine, yalanlamalarını, inatlarını ve karşı çıkışlarını dert edinmemesine ilişkin Hz. Peygamber’e (salât ve selâm üzerine olsun) yönelik ulu bir emir yer alıyor. O’nun yolu, Rabbinden kendisine vahyedilene uymaktır. Tüm hayatını ve kendisine uyanların hayatlarını vahyin esaslarına göre düzenlemektir. O müşriklerden sorumlu değildir. O, kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah’ın vahyine uyar, kullardan ona ne?..

“Rabbinden sana gelen vahye uy. O’ndan başka ilâh yoktur, O’na ortak koşanlardan yüz çevir…”

Şayet yüce Allah, onların doğru yolu bulmalarını zorunlu kılsaydı, kuşkusuz onları doğru yola zorlardı ve şayet daha baştan melekler gibi doğru yoldan başka bir şey bilmez bir şekilde yaratmak isteseydi, kuşku yok ki, yaratırdı. Ancak yüce Allah, insanı hem doğruluğa, hem de kötülüğe eğilimli bir yetenek sahibi olarak yaratmıştır. O’nu, yolunu kendi kendine seçmek, sonuçta da seçtiğinin karşılığını almak üzere serbest bırakmıştır. Ancak tüm bunlar, evrendeki her şey gibi mutlak iradenin sınırları içinde meydana gelmektedir. Ancak bu irade, insanı doğru yola ya da sapıklığa zorlamaz. Yüce Allah’ın insanı bu şekilde yaratması, sadece O’nun bildiği bir hikmetin gereğidir ve Allah’ın takdir ettiği şekliyle varlık bütününün içindeki rolünü, bu yetenekleri ve uygulamalarıyla yerine getirmesi içindir.

“Allah dileseydi O’na şirk koşmazlardı.”

Peygamber (salât ve selâm üzerine olsun) onların yaptıklarından sorumlu değildir. O insanların kalplerine vekil değildir. Kalplerin üzerindeki egemenlik Allah’ındır.

“Biz seni onlara koruyucu yapmadık, onların vekili de değilsin.”

Hz. Peygamber’e (salât ve selâm üzerine olsun) yönelik bu direktif, onun ilgi alanını ve hareket hesabını belirlemektedir. Aynı şekilde onun halifelerinin ve yeryüzünün her tarafında tüm nesillerde yer alan davetçilerin de hareket sahalarını çizmektedir.

Dava adamı, gönlünü, eğilimini ve davranışını, gönüllerini doğruluğun kanıtlarına ve imanın işaretlerin açmayanların davaya karşı çıkışlarına bağlamamalıdır. Gönlünü onlardan koparmalı,ilgisini ve hareketini gerçekleri duyup kabul edenlere yöneltmelidir. Bunlar, oluşumlarını girdikleri dinin temeline dayandırmak zorundadırlar. Bu temel inançtır.. Aynı şekilde varlık bütünü ve hayata ilişkin eksiksiz derin düşüncelerini de bu inanç temeline dayandırmaları gerekmektedir. Yine ahlâk yapılarını, hayat tarzlarını ve küçük toplumlarının yapısını bu temele dayandırmaları zorunludur. Bütün bunlar da bir çabayı gerektirmektedir. Hatta sadece bunlar için çaba sarfetmek gerekmektedir. Diğer tarafta yer alanlara gelince; davet ve tebliğ yapıldıktan sonra anların cezası, onları, oldukları halde bırakmak ve yüz çevirmektir. Hak gelişme kaydedince, yüce Allah bu konudaki evrensel yasalarını işletir. Hakkı batılın üzerine salar, hak onu parça parça eder. Bir de bakılır ki, batıl diye bir şey kalmaz ortalıkta. Gerçek şekliyle hak varolunca, batılın işi artık kolaydır. Ömrü de artık bitmek üzeredir.

Müşriklerden yüz çevirmesine ilişkin Peygamber’e (salât ve selâm üzerine olsun) yönelik direktifle beraber, bu yüz çevirmenin müminlere yakışır bir edep, bir vakar ve bir üstünlük içerisinde olmasını öngören müminlere yönelik bir emir yer almaktadır. Müslümanlara, müşrikleri yüce Allah’a sövmeye zorlamamak için, müşriklerin tanrılarına sövmemeleri emredilmektedir. Çünkü müşrikler yüce Allah’ın kaderini ve makamının ululuğunu kavrayamıyorlar. Bu yüzden müminlerin onların değersiz, aşağılık ve zavallı tanrılarına sövmeleri, onların ulu Allah’a sövmelerine neden olabilir.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.