SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA EN’ÂM SURESİ 33. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
ALİMLER BİLE BİLE İNKÂR EDİYORLAR
33- Onların .sözlerinin seni üzdüğünü biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar.
Cahiliye döneminin müşrik Arapları ve özellikle Peygamberimizin çağrısına karşı dikilen Kureyşliler zümresi Peygamberimizin doğruluğundan zerrece kuşku duymuyorlardı. Çünkü O’nu yıllardan beri dürüst ve güvenilir bir kişi olarak tanıyorlardı. Peygamberliğinden önceki, aralarında geçen uzun hayatı boyunca bir tek yalanını görmüş değillerdi. Peygamberimizin çağrısına yönelik muhalefet akımına liderlik eden Kureyşli ileri gelenler de öyle idi. Onlarda Peygamberimizin gerçek peygamber olduğundan, şu Kur’an’ın insan sözü olmadığından, insanların böyle bir kitap ortaya koyamayacaklarından asla kuşku duymuyorlardı.
Fakat buna rağmen Peygamberimizi onaylamaya yanaşmıyorlar, bu yeni dine girmeyi reddediyorlardı. Bu olumsuz tutumlarının sebebi Peygamberimizi yalancı saymaları değildi, fakat O’nun çağrısını siyasi nüfuzları ve sosyal konumları açısından tehlikeli görmeleri idi. Bu sebepten ötürü yüce Allah’ın ayetlerini yalanlamayı ve öteden beri sürdürdükleri müşrikliğe bağlı kalmayı kararlaştırmışlardı.
Nitekim elimizde bulunan çok sayıda belge, Kureyşli ileri gelenlerin bu olumsuz tutumunun gerçek sebeplerini açıkladığı gibi onların Kur’an-ı Kerim hakkındaki asıl düşüncelerini de açığa vurmaktadır:
Bu konuda İbni İshak, Muhammed b. Müslim b. Şihab Zehriye dayanarak şöyle bir olay anlatıyor:
“Bir gece Ebu Sufyan b. Harb, Ebu Cehil b. Hişam ve Zuhreoğulları’nın yandaşı Ahnes b. Şurayk b. Amr b. Vehb Sakabe Peygamberimizi dinlemeye gittiler. Peygamberimiz o sırada gece namazı kılıyordu. Adamların herbiri kendine bir yer seçerek oradan Peygamberimizi dinlemeye koyuldu. Hiçbiri diğerinin yerini bilmiyordu. Bütün gece Peygamberimizi dinlediler. Sabah olunca yerlerinden ayrıldılar. Yolda buluşunca “Eğer cahillerden biri seni görse içine kuşku düşmesine sebep olacaksınız” diyerek birbirlerini suçladılar. Sonra çekip gittiler.
Ertesi gece olunca herbiri yine bir önceki geceki yerine gelip yerleşti. Sabaha kadar Peygamberimizi dinlediler. Ortalık ağarınca yerlerinden ayrıldılar. Yine yolda karşılaştıklarında birbirlerine bir gece önceki sözlerinin benzerlerini söyledikten sonra çekip gittiler.
Fakat üçüncü gece yine herkes bir gece önceki yerine gelip yerleşti. Yine sabaha kadar Peygamberimizi dinlediler. Gün ağarınca saklandıkları yerden ayrıldılar. Yolda karşılaştıklarında birbirlerine `Artık bir daha gelmeyeceğimize dair sözleşmeden ayrılmayalım’ dediler ve bu konuda birbirlerine kesin söz verip öyle ayrıldılar.
Ertesi sabah Ahnes b. Şurayk, bastonunu eline alarak Ebu Sufyan b. Harb’in evine gitti, Ebu Sufyan’a `Ey Ebu Hanzele, Muhammed’in ağzından işittikleri hakkında ne düşündüğünü bana söyle’ dedi. Ebu Sufyan da ona `Ey F:bu Salebe, O onun ağzından duyduğum sözlerin bazılarını anladım, ne demek istediklerini kavradım, bazılarının ne demek istediklerini, ne anlama geldiklerini anlayamadım’ diye cevap verdi. Bunun üzerine Ahnes de Ebu Sufyan’a `Adına and içtiğin kutsal varlık hakkı için ben de aynen öyle oldum’ karşılığını verdi.
Bir süre sonra Ahnes, Ebu Sufyan’ın yanından çıkarak Ebu Cehil ile görüşmeye gitti. Evine varınca kendisine `Ya Ebul Hakem, Muhammed’in ağzından işittiklerin hakkında ne düşündüğünün bana söyle’ dedi. Ebu Cehil Ahnes’in bu sorusuna şu cevabı verdi; `Biz Abdülmenaf oğulları ile şeref ve soyluluk alanında sürekli yarıştık. Onlar yemek yedirdiler, biz de yedirdik. Onlar yerdiler, biz de verdik, Onlar yük altına girdiler, biz de girdik. Bu yarışta diz üstü yere kapaklandığımızda bile kafa kafaya gelen iki yarış atı gibi birbirimize denk idik. Şimdi onlar ortaya çıkmış, “Bizden bir Peygamber çıktı, kendisine gökten vahiy geliyor” diyorlar. Bu konuda onlara nasıl yetişebilir, onlarla nasıl boy ölçüşebiliriz? Bu yüzden vallahi, Muhammed’e ne inanır ve ne de onu onaylarız, bu husustaki kararımız kesindir.
“Bunun üzerine Ahnes ayağa kalkarak Ebu Cehil’in yanından çıktı, gitti.”
Öte yandan İbni Cerir, Esbat kanalı ile Seyd’den “Onların sözlerinin seni üzdüğünü biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar” ayeti hakkında şöyle bir olay naklediyor.
“Bedir Savaşı günü Ahnes b. Şurayk, yandaşları olan Zühreoğulları’na dedi ki; `Ey Zühreoğulları, Muhammed sizin kız kardeşinizin oğludur, yeğeninizdir. Bu yüzden yeğeninizi savunmak öncelikle size düşer. Eğer o bir peygamber ise bugün O’nunla niçin savaşacaksınız. Eğer bir yalancı ise O’nu yalancılıktan vazgeçirmekte en çok siz haklısınız. Bekleyiniz, Ebu Cehil ile buluşup görüşeyim. Eğer Muhammed bu savaşta galip gelirse evlerinize sağ olarak dönersiniz. Eğer yenilecek olursa kabileniz size bir şey yapamayacaktır. İşte o gün bu adama Ahnes adı verildi, daha önceki adı Ubeyy idi.
Ahnes, Ebu Cehil ile buluşunca ikisi bir kenara çekilip baş başa kaldılar. Bunun üzerine Ebu Cehil’e `Ey Ebul Hakem, söyle bana bakayım, Muhammed doğru mu söylüyor, yoksa yalancının biri midir? Burada senden ve benden başka söylediklerimizi duyabilecek hiçbir Kureyşli yok’ dedi. Ebu Cehil, Ahnes’e şu karşılığı verdi; `Yazıklar olsun sana! Vallahi, Muhammed doğru söylüyor. O hiç yalan söylemiş değildir. Fakat eğer Kusayoğulları sancağın, hacılara su sağlama ve onları ağırlama imtiyazlarının yanında şimdi de peygamberliği elde ederlerse geride kalan Kureyşliler’e başka ne kalır ki? `İşte aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar’ ayeti bunu anlatmak istiyor.”
Burada şu noktaya dikkat etmeliyiz: Bu sure bir Mekke suresi olduğu gibi bu ayetin de Mekke inişli olduğu kuşkusuzdur. Oysa şimdi okuduğumuz olay Bedir Savaşı günü Medine’de meydana gelmiştir. İlk bakışta okuduğumuz olayla bu ayet arasında ilişki kurmakta güçlük çekebilir, hatta böyle bir ilişki kurma girişimini garip karşılayabiliriz. Fakat tefsir bilginlerinin şöyle bir anlatım geleneği vardır: Onlar eğer bir ayetten söz eder de `Bu ayet, bunu anlatmak istiyor” derlerse bu ifade, anlatılan olay:n söz konusu ayetin iniş sebebini oluşturduğunu belirtmek istedikleri anlamına gelmez, sadece ayetin anlamının olayın içeriği ile uyuştuğu anlamını taşır; bu durumda ayetin o olaydan önce ya da sonra inmiş olması göz önüne alınmaz. işte eğer bu anlatım geleneğinin bilirsek az önce okuduğumuz rivayeti garip karşılamayız.
Tarihçi İbni İshak’ın Yezid b. Ziyad kanalı ile Muhammed b. Kaab Kuredî’ye dayandırarak bildirdiğine göre bir gün Kureyş kabilesinin şefi Utbe b. Rebia kabile ileri gelenlerinin toplantı düzenledikleri kulüpte şöyle dedi. O sırada Peygamberimiz Mescidde yalnız başına oturuyordu:
“Ey Kureyşliler, şimdi kalkıp Muhammed’e gideyim O’nunla konuşup kendisine bazı teklifler sunayım ister misiniz? Belki bu tekliflerimin bazılarını kabul eder, biz de O’na istediğini veririz de yakamızı bırakır.”
Bu olay Hz. Hamza’nın müslüman olduğu ve Peygamberimizin sahabelerinin çoğaldığının müşriklerce görüldüğü günlere rastlar. Kureyşli ileri gelenlerinin kendisine oldu, ya Ebu Velid, git O’nunla konuş diye karşılık vermeleri üzerine Utbe kalkıp Peygamberimize gitti, yanına oturduktan sora şunları söyledi:
“Ey kardeşim oğlu, ey yeğenim! Sen aramızda aşiretçe kalabalık ve soyca üstünsün. Bunu sen de biliyorsun. Ama sen kavminin başına büyük bir iş açtın. Kavminin birliğini bozdun, hayallerini sarstın, ilâhlarını ve dinlerini küçük düşürdün atalarını kâfir ilân ettin. Şimdi söyleyeceklerimi dinle ve üzerlerinde düşün. Sana belki bazılarını kabul edebileceğin birtakım teklifler sunacağım.”
“Peygamberimizin “Söyle, ya Ebu Velid, seni dinliyorum” şeklindeki karşılığı üzerine Utbe sözlerine şöyle devam etti:
“Ey kardeşim oğlu, eğer hu getirdiğin yeni din aracılığı ile elde etmek istediğin şey servet ise aramızda mal toplayıp sana verelim, böylece en zenginimiz sen olursun. Eğer bu din aracılığı ile elde etmek istediğin şey itibar ve prestij ise seni başımıza efendi yapalım, bundan böyle sensiz hiçbir şeye karar vermeyelim. Eğer bu din aracılığı ile elde etmek istediğin şey hükümdarlık ise seni üzerimize hükümdar yapalım. Yok eğer bir cin çarpmasına uğradın da bu dertten yakanı kurtaramıyorsan senin için doktor arayalım, bu yolda gereken her masrafı yaparak seni bu çarpılmadan kurtaralım. Çünkü insan bazı durumlarda kendisine musallat olan cinden gerekli tedaviyi görmedikçe yakasını kurtaramaz.”
Peygamberimiz, Utbe’nin sözlerini sonuna kadar dinledi. Utbe sözlerinin sonuna gelince kendisine “Tamam mı, ya Ebu Velid’?” diye sordu. Adam “Evet, tamam” deyince Peygamberimiz “Şimdi de sen beni dinle” dedi. Utbe’nin “Tamam, seni dinliyorum” demesi üzerine Peygamberimiz “Besmele” çekerek “Fussilet suresini şu şekilde okumaya başladı:
“Ha, Mim. Bu Rahman ve Rahim olan Allah katından indirilmiştir. Bilen bir toplum için ayetleri ayrıntılı olarak açıklanmış, Arapça okunan bir kitaptır. Müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Fakat çoğunluğu ona yüz çevirdi, onların kulakları işitmiyor… (Fussilet Suresi: 1-4)
Peygamberimiz sureyi ona okumaya devam etti. Utbe ayetleri dinlerken kulak kesildi, ellerini arkaya götürerek dirseklerini yere dayadı ve sırtını avuçlarına dayayarak dinlemeye koyuldu. Peygamberimiz suredeki secde ayetine gelince okumayı keserek secdeye vardı. Arkasından Utbe’ye dönerek “Ya Ebu Velid. işiteceklerini işittin, artık ne yapacağına kendin karar ver” dedi.
Bunun üzerine Utbe kalkıp arkadaşlarının yanına gitti. Arkadaşları onu görünce birbirlerine “Allah’a yemin ederiz ki, Ebu Velid giderken taşıdığından farklı bir yüz ifadesi ile geri döndü” dediler. Yanlarına gelip oturunca arkadaşları “Ya Ebu Velid, anlat bakalım, ne oldu’?” Utbe de onlara şunları söyledi:
“Olup-bitenler şöyle. Öyle sözler işittim ki, vallahi, şimdiye kadar böylesini hiç duymamıştım. Vallahi, işittiklerim ne büyücü sözleri ne şiir ve ne de kâhin tekerlemeleri idi. Ey Kureyşliler beni dinleyin ve sözümden dışarı çıkmayın. Bu adamı bırakın, istediğini yapsın, işine karışmayın, vallahi o kendisinden dinlediğim sözleri ortalığı kesinlikle çalkalandıracaktır. Eğer Araplar karşısında yenik düşerse başkaları aracılığı ile O’nun ününü almış olursunuz. Yok, eğer, Araplar’a karşı üstünlük sağlarsa O’nun egemenliği sizin egemenliğinin, O’nun üstünlüğü sizin üstünlüğünüzdür. Böylece O’nun aracılığı ile en bahtiyar insanlar olursunuz.”
Kureyş ileri gelenleri bu sözleri işitince Utbe’ye “Ya Ebu Velid, Muhammed seni dili ile büyüledi” dediler. Bunun üzerine Utbe de onlara “Benim görüşüm budur, siz neyi uygun görüyorsanız onu yapınız” diye karşılık verdi.
Bağavî’nin Cabir b. Abdullah’a dayandırarak tefsirinde naklettiğine (Bu hadisin rivayet zincirinin bir halkasını oluşturan Abdullah Kindi Kufi hakkında İbn-i Kesir “Biraz Zayıftır” diyor.) göre Peygamberimiz, Utbe’ye “Fussilet suresini okurken sıra “Eğer onlar yüz çevirirler ise de ki; `Ben sizi Ad ve Semud kavimlerinin başlarına gelen yıldırıma benzer bir yıldırıma karşı uyardım.” Ayetine gelince Utbe, eli ile Peygamberimizin ağzını kapattı ve kendisinden merhamet dileğinde bulundu. Sonra da kalkıp ailesinin yanına döndü, Kureyşlilerin arasına çıkmadı, onlardan saklandı… Bir sure sonra kendisine bu olaydan söz açtıklarında “Elim ile ağzını kapattım, kendisinden merhamet dileyerek okumayı durdurmasını istedim. Çünkü Muhammed bir söz söylediğinde yalan söylemeyeceğini biliyordum, bu yüzden başınıza azap inecek diye korktum” dedi.
Öte yandan yani tarihçi İbn-i İshak bu konuda şöyle bir olay anlatıyor:.
– Bir defasında Kureyşli ileri gelenlerden oluşmuş bir heyet Velid b. Muğıre’nin yanına gitti. Velid, gelen heyetin yaşça büyüğü idi. O sırada hac mevsimine girilmek üzere idi. Velid, Kureyşli ileri gelenlere şöyle dedi.
“Ey Kureyşliler, hac mevsimine girmek üzereyiz. Bu mevsimde birçok Arap heyeti ülkenize gelecek. Hepsi şu arkadaşınızın (Muhammed’in) meselesini duymuştur. O’nun hakkında ortak bir görüşte birleşin, farklı sözler söyleyip birbirinizi yalanlamayın, birbirlerinizin sözlerini çürütmeyin.
Bunun üzerine Kureyş ileri gelenleri kendisine “Ey Ebu Abd-i Şems, sözü sana bırakıyoruz, bizim adımıza bir görüş belirle, biz de hep onu söyleyelim” dediler. Velid “Hayır, siz söyleyin, ben sizi dinliyorum” dedi. Kureyşli ileri gelenler “O (Muhammed) bir kahindir! deriz.” dediler. Velid “Hayır, olmaz. Vallahi, o bir kahin değildir. Kahinleri gördük. O’nun sözleri kahinlerin uyaklı tekerlemelerine benzemiyor” dedi. Kureyşliler “O bir delidir.’ deriz.” dediler. Velid “O bir deli değildir. Deliliği gördük, ne olduğunu biliyoruz. O’nda delilerin ne hırlamalarından ne çırpınmalarından ve ne de kuruntularından eser yok.” dedi. Kureyşliler “Peki `O bir şairdir’ diyelim.” dediler. Velid “Hayır, olmaz. O bir şair değildir. Şiiri recezi ile, hezeci ile, karıdası ile, Makbudası ile Mebsutası ile, kısacası bütün aruz kalıpları ile biliyoruz, O’nun sözleri şiir değildir.” dedi. Kureyşli ileri gelenler “O halde `O bir büyücüdür’ deriz.” dediler. Velid “Hayır, o bir büyücü değildir. Büyücüleri ve büyücülüğü gördük, ne olduğunu biliyoruz. O’nun yaptığı işin ne üfürükçülükle ve ne de iplik düğümleyip çözmekle ilgisi yok.” dedi. Bunun üzerine Kureyşli ileri gelenler “Ey Ebu Abdüşşems, peki sen söyle, ne diyelim?” dediler. Velid onlara şu cevabı verdi:
Vallahi, O’nun sözünde acayip bir tad var. Kökü hurma ağacıdır, dallarında hurmà taneleri sarkıyor. O sözler hakkında eğer bu tür bir şey söylerseniz, söylediğinizin asılsız olduğu mutlaka anlaşılır. Onun hakkında söyleyebileceğiniz en kabul edilebilir şey O’nun büyücü olduğudur. `O’nun getirdiği sözler evlâdı babasından, kardeşi kardeşten, karıyı kocadan ve insanları aşiretlerinden ayıran büyüleyici sözlerdir’ dersiniz.”
Kureyşli ileri gelenler Velid’in yanından bu kararla ayrıldılar. Arkasından hacca gelen kervanların yollarına adamlarını koydular, bu adamlar yanlarından geçen herkesi Peygamberimiz hakkında uyarıyorlar, herkese bu kararlaştırdıkları suçlamayı hatırlatıyorlardı.”
Bu arada İbn-i Cerir’in İbn-i Abdülâla, Muhammed b. Savra, Muammer ve Ubbade b. Mansur kanalı ile İkrime’ye dayandırarak bildirdiğine göre bir gün Velid b. Muğıre, Peygamberimize geldi, Peygamberimiz kendisine Kur’an okuyunca adam biraz yumuşar gibi oldu. Ebu Cehil b. Hişam bunu haber alınca Velid’e gelip kendisine “Amca, kavmin sana vermek üzere aralarında mal toplamak istiyorlar” dedi. Velid “Niçin?” diye sorunca Ebu Cehil “sana verecekler. Çünkü sen Muhammed’e varmış ve ileri sürdüğü görüşe karşı çıkmışsın” dedi… Böylece Ebu Cehil, Velid’in en çok gururlanacağı damarına basarak onu pohpohlamak istiyordu. Velid “Kureyşliler, benim en zenginleri olduğumu bilirler” deyince Ebu Cehil “Muhammed hakkında öyle bir söz söyle ki, kavmin O’nun söylediklerine karşı olduğunu, kendisinden hoşlanmadığını bilsin” dedi. Bunun üzerine Velid şunları söyledi:
“O’nun hakkında ne söyleyeyim ki? Vâllahi, içinizden hiç kimse şiirden benim kadar anlamaz; şiirin recez’ini, kasidesini, cin tekerlemelerini benim kadar iyi bileniniz yoktur. Vallahi, Muhammed’in söyledikleri bunlardan hiçbiri-ne benzemiyor. Vallahi, söylediklerinde acayip bir tad var, karşı durulmaz bir çekicilik taşıyor söyledikleri; altında kalan sözleri ezerek üste çıkan ve üzerlerine çıkılamayan bir güç taşıyor O’nun sözleri…”
Ebu Cehil “Vallahi, O’nun hakkında karşıtlık belirten bir söz söylemezsen kavmin senden hoşnut olmaz” deyince Velid “O zaman beni bırak da ne söyleyeceğimi düşüneyim” dedi. Bir süre düşündükten sonra “Olsa olsa bu sözlerin etkili bir büyü, diğer büyülerden daha etkileyici bir büyü oldukları söylenebilir.” dedi. Bunun üzerine “Muddessir” süresinin “Benim ile şu adamı yalnız bırak ki, ben onu tek başına yarattım, ona uzun boylu mal verdim” diye başlayıp “Üzerinde ondokuz korucu vardır’ diye biten bölümü indi. (Müddessir Suresi: 11-30)
Başka bir rivayete göre yukardaki olayın son kısmı şöyledir; “Kureyş ileri gelenleri `Eğer Velid dinini değiştirirse bütün Kureyşliler dinlerini değiştirirler” dediler. Ebu Cehil `Ben sizi onun derdinden kurtarırım” diyerek Velid’i görmeye gitti, o da uzun uzun düşündükten sonra `Muhammed’in sözleri etkili bir büyüdür. Baksanıza, bu sözler adamı ailesinden, çocuğundan, efendilerinden ayrı düşürüyor” dedi.
Bu tarihi belgeler açıkça kanıtlıyor ki, söz konusu “yalanlayıcılar” Peygamberimizin kendilerine yalan söylediğine, kendilerine duyurduğu mesajların asılsız olduğuna inanmıyorlardı. Müşriklikte ısrar etmelerinin başka sebepleri vardı, bu sebeplerin bir kısmına bu belgelerde değiniliyor. Bunların da ötesinde saklı duran asıl sebep ise ellerinde bulundukları çalınmış otoritenin bu çağrı aracılığı ile geri alınacağı korkusudur. Bu otorite İslâm’ın temel ilkesini oluşturan “lailâhe illellah (Allah’dan başka ilah yoktur).” Şahadet cümleciğinin de belirttiği üzere sırf yüce Allah’ın tekelindedir. Anadillerinin kelimelerinin ne anlama geldiklerini iyi bilen müşrik Araplar bu şahadet cümleciğinin içeriğine teslim olmak istemiyorlardı. Bu cümlecik, kulların hayatı üzerinde yüce Allah’ın otoritesi dışında egemen olan bütün otoritelere karşı kesin bir başkaldırı, tam bir “devrim” niteliği taşıyordu. Hiç kuşkusuz yüce Allah doğru söylüyor:
“Onların sözlerinin seni üzdüğünü biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar.”
Buradaki “zalimler” müşrikler anlamındadır. Bilindiği gibi Kur’an’da bu terim çoğunlukla bu anlamda kullanılır.
Bir önceki ayette Peygamberimizin gönlüne su serpilmişti; kendisini, çağrısını belirten, kendisinin ve getirdiği mesajın gerçeğe dayandığını kanıtlayan ayetleri yalanlayanların niçin böyle bir tavır takındıklarının gerçek sebepleri açıklanmıştı. Şimdi ki ayette ise aynı amaçla kendisine daha önceki peygamber kardeşlerinin başlarına neler geldiği hatırlatılıyor, onlara ilişkin bazı haberler kendisine Kur’an aracılığı ile verilmişti, ayrıca peygamberlerin başlarına gelen belâlara sabrederek bu yolda ilerlemeye devam ettikleri ve sonunda yüce Allah’dan gelen zaferin imdatlarına yetiştiği vurgulanıyor. Bu hatırlatmanın amacı, bu sürecin hakka çağrı misyonunun değişmez geleneğini oluşturduğunun peşin olarak bilinmesini sağlamaktır, bu süreci hiçbir öneri isteğinin değiştiremeyeceğinin bilincine varılmasını perçinlemektir; dâvetçiler ne kadar eziyete, baskıya ve yalanlamaya uğrasalar da bu sürecin adımlârının aceleye getirilemeyeceğinin kesinliğini kavratmaktır. Okuyoruz: