SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA EN’ÂM SURESİ 42. VE 45. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
GEÇMİŞ ÜMMETLER
42- Senden önceki birçok ümmetlere peygamberler gönderdik, dinlemediler. Bunun üzerine ola ki, bize yalvarırlar diye kendilerini sıkıntılara ve belâlara çarptırdık.
43- Bari sıkıntılarımız başlarına gelince bize yalvarsalardı ya! Fakat kalbleri katılaştı ve şeytan yaptıkları her şeyi olara cazip gösterdi.
44- Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca bütün nimetlerin kapılarını yüzlerine açtık, nihayet sahip oldukları nimetler yüzünden şımarıklığa kapıldıklarında kendilerini ansızın, kıskıvrak yakalayıverdik de bütün ümitleri suya düştü!
45- Böylece, alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun ki, zalimler güruhunun arkası kesildi, soyu kurudu.
Bu yüce Allah’ın korkunç azabından bir örnekle karşılaştırmadır. Tarihsel olgudan bir örnek. İnsanların ne şekilde Allah’ın azabıyla karşı karşıya kaldıklarını, bu azapla karşı karşıya kalmalarının sonunun nasıl olduğunu, yüce Allah’ın onlara nasıl fırsat üstüne fırsat verdiğini, nasıl peş peşe uyarıda bulunduğunu gözler önüne seren ve yorumlayan bir örnek… Kendilerine bildirilenleri unuttukları, şiddet onları yüce Allah’a inanmaya ve O’na boyun eğmeye yöneltmediği, kendilerine verilen nimetler onları şükretmeye ve fitneden sakınmaya sevk etmediği, fıtratları bir daha düzelmeyecek kadar bozulduğu, hayatları artık düzelmeyecek kadar kokuştuğu zaman, onlar hakkındaki yüce Allah’ın sözü gerçekleşir ve üzerlerine hiçbir yurdun kurtulmasının söz konusu olmadığı yok edici azap indirilir.
“Senden önceki birçok ümmetlere peygamberler gönderdik, dinlemediler. Bunun üzerine ola ki, bize yalvarırlar diye kendilerini sıkıntılara ve belâlara çarptırdık.”
“Bari sıkıntılarımız başlarına gelince, bize yalvarsalardı ya! Fakat kalpleri katılaştı ve şeytan yaptıkları her şeyi onlara cazip gösterdi.”
Daha insan yapısı tarih bilimi doğmadan, Kur’an-ı Kerim’in insanlığa birçok olaylarını haber verdiği bu ulusların çoğu, insanlığın pratiğince bilinmektedir. İnsanoğlunun yazıya geçirdiği tarih, sonradan meydana gelmiş, daha yeni doğmuştur. Yaşı küçüktür. İnsanın yeryüzündeki gerçek tarihinin çok az bir kısmını kapsamaktadır. İnsan yapısı olan bu tarih -kısalığının yanında- yalan ve yanılmalarla doludur. İnsanlık tarihini ortaya çıkaran ve yönlendiren etkenlerin tümünü kuşatmaktan acizdir, yetersizdir. Bu etkenlerin bazısı ruhların derinliklerinde, bazısı da çok az bir kısmı görülebilen gayb perdesinin ötesinde yer alabilir. Görülebilen bu kısmın derlenmesinde, yorumunda, gerçeğin sahteden ayırd edilmesinde -pek azı müstesna- insan hep yanılmıştır. Herhangi bir insanın bilgi açısından insanlık tarihini kuşattığını, tarihi bilimsel olarak yorumlayabileceğini, aynı şekilde olabilecek zorunlu sonuçları kesin şekilde belirleyebileceğini iddia etmesi, bir insanın ortaya atabileceği en büyük yalandır. İşin garip tarafı bazısının böyle iddialarda bulunmasıdır, bundan çok daha garibi de bazısının bu iddiaları doğrulamasıdır. Bu iddiada bulunan kişi şayet, birtakım olabilecek şeylerden söz ettiğini, yoksa kesin şeylerden söz etmediğini söyleseydi bu daha normal olacaktı. Artık iftiracı kendisini doğrulayan aptallar bulunduğunda, neden iftira etmesin ki?
Yüce Allah gerçeği söylüyor. Neyin olacağını ve niçin olacağını o bilir. Rahmetinin ve kullarına yönelik lütfunun sonucu olarak, sünnetinin ve kaderinin ötesinde gizli sırların bir yönünü sakınmaları, öğüt almaları ve tarihsel olguların gerisindeki gizli etkenleri ve görülen nedenleri kavramaları için kullarına anlatmaktadır. Böylece bu tarihsel olguyu eksiksiz ve doğru bir şekilde yorumlayabilirler. Bu bilginin ötesinde yüce Allah’ın değişmez yasasına dayanarak olabilecek olaylar hakkında görüş belirtebilirler. Bu yasayı, yüce Allah onlar için açığa çıkarmıştır.
Bu ayetlerde değişik toplumlarda yinelenen bir örnek tasvir edilmekte, gözler önüne serilmektedir. Kendilerine peygamberler gelen ve peygamberleri yalanlayan bu toplumlar sonuçta malları ve canları, durumları ve konumları açısından Allah tarafından felâkete ve sıkıntıya uğratılmaktadır. Bu felâket ve sıkıntı, geçen ayetlerde söz konusu edilen “Allah’ın azabı”nın düzeyinde değildir. Yok etme ve yeryüzünden silme azabıyla eş düzeye ulaşamamıştır.
Kur’an-ı Kerim bu toplumlara ve uğratıldıkları felâket ve sıkıntılara Firavun ve kavminin ileri gelenlerinin hikâyesinde belirgin bir örnek vermektedir.
“Andolsun ki, biz Firavunoğulları’nı, ola ki akılları başlarına gelir diye, yıllarca süren kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.” (A’raf suresi: 130)
-Onlar bir iyilikle karşılaşınca “Bu kendimizden kaynaklanıyor” derler. Fakat eğer başlarına bir kötülük gelecek olursa bunu Musa ile arkadaşlarının uğursuzluğuna yorarlar. Oysa onların kaderlerini belirleme yetkisi sırf Allah’ın . tekelindedir, fakat çoğu bunu bilmiyor.
-Musa’ya “Bizi büyülemek üzerine ne mucize gösterirsen göster, sana kesinlikle inanmayacağız” dediler.
-Biz de onlara, ayrı ayrı birer mucize olarak su baskını, çekirge sürüsü, zararlı böcek salgını, kurbağalar ve kan gönderdik. Yine de burun kıvırarak günahkâr bir toplum oldular. A’raf: 131-133
Bu, ayetin işaret ettiği örneklerden bir tanesidir…
Kendilerine gelmeleri, vicdanlarını ve pratik hayatlarını denetlemeleri için yüce Allah onları felâket ve sıkıntıya uğratmıştır. Şiddetin baskısı altındà Allah’ın huzurunda eğilsinler, O’na boyun eğsinler, inatlarından ve büyüklenmelerinden vazgeçsinler, samimi kalplerle felâketi gidermesi için Allah’a yalvarsınlar diye. Yüce Allah da felâketi giderip üzerlerine rahmet kapılarını açsın diye. Ancak onlar kendilerinden beklenen tavrı göstermiyorlar. Şiddet akıllarını başlarına getirmeye, gözlerini açmaya, taşlaşmış kalplerini yumuşatmaya yetmiyor. Şeytan arkalarında yer alıp içinde bulundukları sapıklık ve serkeşliği süslü gösteriyor:
“Fakat kalbleri katılaştı ve şeytan her şeyi onlara cazip gösterdi.”
Şiddetin, Allah’a yöneltmediği kalp taşlaşmıştır. İçinde şiddetin sıkabileceği bir yumuşaklık kalmamış demektir. Artık ölüdür bu kalp, şiddetin bir etkisi söz konusu olamaz. İçindeki fıtri alıcı cihazları iş görmez hale gelmiştir. Canlı gönülleri algılamak ve karşılık vermek için uyaran, bu uyarıcı iğneleme de etkili olamaz. Şiddet yüce Allah tarafından kullara yönelik bir sınamadır. Diri olanları uyandırır, gönlünün kapılarını açar ve o’nu Rabbine döndürür. Bundan sonra o’na rahmet etmek yüce Allah’ın üzerine aldığı rahmetin bir parçasıdır. Ölülere gelince, bu onların aleyhindedir. Hiçbir yararı olmaz O’na. Sadece mazeretini ve bahanesini geçersiz kılar. Onun için bu, mutsuzluk kaynağı olur. Azaba çarptırılmasına neden teşkil eder.
Yüce Allah’ın peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- onun ardından ümmetine haberlerini anlattığı bu toplumlar şiddetten hiçbir şekilde yararlanmamışlar. Allah’ın huzurunda eğilmemiş, şeytanın kendilerine çekici gösterdiği karşı çıkışlarından ve serkeşliklerinden dönmemişler. Burada yüce Allah onlara süre tanıyor ve bolluk içinde kendilerini yavaş yavaş acı sonlarına yaklaştırıyor:
“Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca bütün nimetlerin kapılarını yüzlerine açtık, nihayet sahip oldukları nimetler yüzünden şımarıklığa kapıldıklarında kendilerini ansızın, kıskıvrak yakalayıverdik de bütün ümitleri suya düştü.
Böylece alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun ki, zalimler güruhunun arkası kesildi, soyu kurudu.
Bolluk da şiddet gibi bir tür imtihandır. Aynı zamanda şiddetin derecesinden daha zordur ve daha üstündür. Yüce Allah kullarını şiddetle imtihana tabi tuttuğu gibi bollukla da imtihan etmektedir. Emrine uyanları ve isyan edenleri aynı düzeyde, hem bununla hem de onunla denemektedir. Mü’min şiddetle sınandığı zaman sabreder. Bollukla sınandığı zaman da şükreder. Her halı iyiliktir onun. Bir hadiste şöyle denmektedir: “Ne güzel, mü’minin her halı iyilikten ibarettir. Ve bu durum sadece mü’min için geçerlidir. Kendisine bolluk isabet ederse şükreder, bu onun için iyiliktir. Bir sıkıntıyla karşı karşıya kalırsa sabreder. Aynı şekilde bu da “Onun için iyiliktir.” (Müslim)
Peygamberi yalanlayan ve yüce Allah’ın burada onlara ilişkin haberleri anlattığı bu toplumlara gelince, kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında ve yüce Allah onların yok olacaklarını, bolluk ve sıkıntıyla sınamanın onları Allah’a yakarmaya yöneltmeyeceğini bildiğinden, her şeyin kapısını üzerlerine açmış, böylece onları imtihandan sonra yavaş yavaş sonlarına yaklaştırmıştır.
“Bütün nimetlerin kapılarını yüzlerine açtık.”
İfade hiçbir engel veya kayıtla karşılaşmaksızın coşan seller gibi üzerlerine akan rızıkları, iyilikleri, nimetleri ve egemenliği tasvir etmektedir. Tüm bunlara hiçbir yorgunluk çekmeden emek sarf etmeden ve hatta en ufak bir çaba bile göstermeden kavuşmuşlardır.
Bu olağan-üstü bir sahnedir. Kur’an’ın harikulâde tasvir yöntemi uyarınca söz konusu olan durumu bir hareket gibi gözler önüne getirmektedir.
“Nihayet sahip oldukları nimetler yüzünden şımarıklığa kapıldıklarında…”
İyilikler ve rızıklar her taraftan bürümüştür onları. Oyun ve eğlenceye daldılar. Ne şükrediyorlar ne de öğüt alıyorlar. Kalpleri nimetleri vereni anmak, ondan korkup sakınmak duygusundan soyutlanmış. Bütün ilgilerini zevk ve sefaya özgü kıldılar ve tamamen ihtiraslara teslim oldular. Oyun ve eğlenceye dalanların adeti olduğu üzere yaşamlarını büyük hedeflerden soyutladılar. Bu durumu, kalplerin ve ahlâkların bozulmasından sonra, düzen ve sistemlerin bozulması takip etti. Bunlar da, hayatın tümden bozulması gibi doğal sonuçları doğurdular. Bu noktada, değişmez yasanın uygulama zamanı geldi:
“Kendilerini ansızın kıskıvrak yakalayıverdik de bütün ümitleri suya düştü.”
Derin bir gaflet ve sarhoşluk içinde oldukları bir sırada ansızın yakalanıverdiler. Bu yüzden onlar son derece şaşkın durumdadırlar. Tüm kurtuluş ümitleri suya düşmüştür. Ne tarafa yöneleceklerini düşünmekten bile acizdirler. Bir de bakıyoruz tek bir kişi kalmaksızın tümden yok oluvermişler:
“Zalimler güruhunun arkası kesildi, soyu kurudu.”
Kavmin arkası, en sonda geleni anlamındadır. Bu kesilince öncekiler zaten kesilmiş demektir. Burada “zalimlerden maksat, müşriklerdir. Nitekim Kur’an-ı Kerim genellikle şirki zulüm, müşrikleri de zalimler olarak ifade etmektedir.
“…Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun…”
İlahi hikmet uyarınca kendilerine süre verilmesinin ve kendilerine hazırlanan sağlam tuzağın ardından zalimlerin -müşriklerin- köklerinin kurutulmasının değerlendirilmesi konumundadır bu ifade. Acaba burada bir nimetinden dolayı mı Allah’a hamd edilmektedir? Evet, yeryüzünün zalimlerden temizlenmesi nimetine karşılık olarak… Ya da bir rahmetten dolayı mı hamd edilmektedir? Evet bu temizlik sayesinde beliren kullarına yönelik rahmetinden dolayı hamd edilmektedir Allah’a.
Yüce Allah bu kanun uyarınca Nuh (a.s) kavmini, Hud (a.s) kavmini, Salih ve Lut (a.s) kavimlerini tıpkı uygarlıklarının parlayıp yok olmasının ardından Firavunlar’ı, Grek ve Romalıları kıskıvrak yakaladığı gibi yakalayıvermiştir. Bu nokta Allah’ın kaderine ilişkin bilinmez bir sırdır. İşte görüldüğü kadarıyla O’nun evrensel kanunu. Ve işte bilinen tarihsel olaylara ilişkin ilahi yorum.
Bazı açılardan ileri düzeylerde olmasalar bile bugünkü toplumların sahip olduklarından az olmayacak şekilde, o toplumların uygarlıkları, yeryüzünde kurulu düzenleri, yerleşik hayatları, bolluk ve zenginlikleri vardı. Egemenlik, bolluk ve zenginliğe dalmış, içinde bulundukları duruma aldanmışlardı. Kendilerinin dışında yüce Allah’ın zorluk ve refaha ilişkin evrensel yasasından habersiz olanları da aldatmışlardı.
Bu toplumlar, ortada bir ilahi kanunun varlığını kavrayamıyorlardı. Yüce Allah’ın bu kanun uyarınca onları yavaş yavaş helake sürüklediğinin farkında değillerdi. Bu yörüngede dönüp duranlar da göz alıcı nimetlerin güzelliğine kapılmışlardı. Yaşanılan bu bolluğu ve bu görkemli iktidarı, gözlerinde büyütüyorlardı. Yüce Allah’ın bu toplumlara süre tanımasına aldanıyorlardı. Oysa bunlar Allah’a kulluk etmiyorlardı ya da O’nu bilmiyorlardı. O’nun egemenliğine karşı çıkıyor, ilahlık özelliklerini kendileri için iddia ediyorlardı. Yeryüzünde bozgunculuğu yaygınlaştırıyorlardı. Allah’ın egemenliğine tecavüz ettikten sonra insanlara zulmediyorlardı.
Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunduğum sırada yüce Allah’ın “Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, bütün nimetlerin kapılarını yüzlerine açtık.” sözünün kanıtlarını gözlerimle gördüm. Çünkü bu ayetin çizdiği tablo… Nimetlerin ve rızıkların hesapsızca akışı sahnesi burada olduğu kadar yeryüzünün hiçbir yerinde somutlaşmamıştır.
Bu toplumun içinde bulundukları bollukla övünmelerini, bunların “Beyaz adam”a özgü olduğunu düşünmelerini, farklı renkten insanlara aşağılık bir büyüklenme, iğrenç bir barbarlıkla muamele edişlerini görüyordum. Irk ayırımının sembolü olacak kadar yahudilerin tüm dünyada ifşa ettikleri Nazi ırkçılığıyla mukayese edilmeyecek düzeyde yeryüzünün diğer uluslarına karşı ırk ayırımı yaptıklarını gördüm. Nazilerin yahudilere yaptıklarından daha şiddetlisini, daha zorbacasını, Beyaz Amerikalılar Zencilere karşı yapıyordu. Özellikle de bunlar müslüman iseler…
Tüm bunları görüyor ve bu ayeti düşünüyordum. Allah’ın evrensel kanununun gerçekleşmesini bekliyor, neredeyse gafillere doğru adım atışını görür gibi oluyordum.
“Nihayet sahip oldukları nimetler yüzünden şımarıklığa kapıldıklarında kendilerini ansızın kıskıvrak yakalayıverdik de bütün ümitleri suya düştü.”
“Böylece alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun ki, zalimler güruhunun arkası kesildi, soyu kurudu.”
Yüce Allah Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- gönderilişinden sonra kökten yok etme azabını kaldırmışsa da geride birçok azap türü kalmıştır. İnsanlık, -özellikle her şeyin kapıları yüzlerine açılan toplumlar- geniş üretim imkânlarına ve bol rızık ortamına rağmen bu azapların birçoğunu tadmaktadır.
Psikolojik azap, ruhsal mutsuzluk, cinsel sapıklık ve ahlâksal çöküntü gibi günümüzde toplumların karşı karşıya kaldığı hastalıklar üretime, refaha ve zenginliğe baskın çıkacak gibi. Neredeyse hayatı bütünüyle uğursuzluk, bunalım ve mutsuzluğun kıskacına sokacaklar. Bunların yanında, şehvet ya da sapıkça eğilimler karşılığı satılan devlet sırları ve ulusal ihanet gibi siyasal ahlâk sorunlarına işaret eden ön belirtiler. Evet bu belirtiler, hedefe varıncaya kadar hiç yanılmazlar.
Bütün bunlar sadece yolun başlangıcadır. Kuşkusuz Allah’ın peygamberi -salât ve selâm üzerine olsun- doğruyu söylemektedir. Şöyle buyuruyor Hz. Peygamber:
“Ona isyan etmesine rağmen yüce Allah’ın bir kula dünya nimetlerinden sevdiği şeyleri verdiğini görürsen, bu, O’nu yavaş yavaş sana yaklaştırma amacına yöneliktir” buyuruyor. Ardından şu ayeti okuyor: “Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca bütün nimetlerin kapılarını yüzlerine açtık, nihayet sahip oldukları yüzünden şımarıklığa kapıldıklarında kendilerini ansızın kıskıvrak yakalayıverdik de bütün ümitleri suya düştü. (İbn-i Cerir ve İbn-i Ebi Hatem)
Bununla beraber şu noktaya dikkat etmek lâzımdır. Yüce Allah’ın batılı yok etmeye ilişkin kanunu, yeryüzünde hakkın bir ümmet tarafından yaşanması şartına bağlıdır. Bundan sonra yüce Allah hakkı batılın üzerine atar, onu paramparça eder. Dolayısıyla batıl yok olup gider. O halde hak taraftarları tembelce oturup hiçbir iş yapmadan hiçbir çaba göstermeden Allah’ın kanununun gerçekleşeceğini beklememelidirler. Çünkü onlar bu durumda hakkı temsil edemezler. Aynı zamanda hakkın taraftarları da sayılamazlar. Onlar sadece yerlerinde oturan uyuşuk tembellerdirler. Yeryüzünde Allah’ın hakimiyetini yerleştirmek kendileri için ilahlığın özelliklerini iddia edenlerin ilahi hakimiyeti gasp etmelerini önleyen bir ümmet meydana gelmedikçe hak gerçekleşmez. Başta gelen ve vazgeçilmez temel “hak” budur. “Eğer Allah bazı insanların şerrini diğerleri aracılığı ile savmasaydı, yeryüzünü kargaşa kaplardı.” (Bakara, 251)
Bundan sonra Kur’an’ın akışı Allah’a ortak koşanları, kendi şahıslarına, işitme ve görme organlarına, kalplerine yönelik Allah’ın korkunç azabıyla karşı karşıya getiriyor. Onlar bu azabı geri çevirmekten acizdirler. Şayet yüce Allah işitme ve görme organlarını, kalplerini işlevsiz hale getirecek olursa, bunları kendilerine geri verebilecek Allah’dan başka bir ilâh da bulamazlar.