SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ENFAL SURESİ 19. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
19- Ey müşrikler eğer zafer istiyorsanız, size zafer geldi (fakat aleyhinize çıktı). Eğer Peygamber’e karşı çıkmaktan vazgeçerseniz iyiliğinize olur. Yok eğer bir daha aynı şeyi yaparsanız biz de size yine aynı akibeti tattırırız. Topluluğunuz ne kadar kalabalık olursa olsun size hiçbir yarar sağlamayacaktır. Allah kesinlikle mü’minler ile beraberdir.
Eğer zafer istiyorsanız, Allah’ın sizinle müslümanların arasındaki tartışmayı çözüme bağlamasını istiyorsanız, iki gruptan en sapık olanını, akrabalık haklarını gözetmeyenini yok etmesini istiyorsanız, işte Allah size cevap verdi. Zafer isteğinize karşılık olarak sonucun aleyhinize olmasını istedi. Sonuç, iki gruptan en sapık olanın, akrabalık haklarını gözetmeyenin aleyhine gerçekleşmiştir. Şayet gerçekten öğrenmek istiyorduysanız, şimdi öğrenmiş oldunuz; iki gruptan kimin sapık olduğunu, hangisinin akrabalık haklarını gözetmediğini.
Bu gerçeğin ışığında ve işaretin doğrultusunda onlar, içinde bulundukları şirk, küfür, müslümanlarla savaş halinde olmak ve Allah’a ve peygamberine karşı çıkma durumuna son vermeye teşvik edilmektedirler:
“Eğer Peygamber’e karşı çıkmaktan vazgeçerseniz iyiliğinize olur.” Teşvikten sonra da bir korkutma yeralıyor:
“Yok eğer bir daha aynı şeyi yaparsanız biz de size yine aynı akibeti tattırırız.”
Akıbet bellidir, topluluk bunu değiştiremez, çokluk başkalaştıramaz:
“Topluluğunuz ne kadar kalabalık olursa olsun, size hiçbir yarar sağlamayacaktır.”
Allah mü’minlerle beraber olduktan sonra çokluk ne yapabilir ki?
“Allah kesinlikle mü’minler ile beraberdir.”
Bu şekliyle savaş hiçbir zaman denk güçler arasında meydana gelen bir olay değildir. Çünkü bir safta -yanlarında Allah da olmak üzere- mü’minler yer alırken, öbür safta kendileri gibi insanlardan, başka hiçbir yardımcıları bulunmayan kâfirler yeralmaktadır. Böyle bir savaşın sonu da bellidir.
Arap müşrikleri bu gerçeği biliyorlardı. Bazı tarihsel genellemelerin etkisinde kalan kimi insanların günümüzde iddia ettikleri gibi onların yüce Allah’a ilişkin bilgileri yetersiz, yüzeysel ve karmaşık bir bilgi değildi. Araplar’ın şirki Allah’ı inkâr etmek ya da O’nun hakkında gerçek ve yeterli bilgiye sahip olmamak şeklinde belirmiyordu. Onların şirki en çok, kulluğu O’na özgü kılmamakta somutlaşıyordu. Bu da hayat sistemlerini ve toplumsal yasalarını O’ndan başkasına edinmelerinde belirginleşiyordu. Bu durum ise, Allah’ın ilahlığını kabul etmeleri ve O’nun zatına ilişkin gerçek bilgileriyle çelişiyordu.
Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- hayatın ı anlatan kitaplardan Bedir savaşında meydana gelen olayları aktarırken, Haffaf b. Eyma b. Ruhsa el Gifari’nin -ya da Ebu Eyma b. Ruhsa el-Gifari’nin- bölgesinden geçerlerken oğluyla birlikte Kureyşliler’e kesimlik develer gönderdiğini ve; “şayet isterseniz size silah ve adam yardımında bulunabilirim” mesajını ilettiğini, Kureyşliler’in ise ona oğlu aracılığıyla, “Sen akrabalık görevini yerine getirdin, üzerine düşeni yaptın. Andolsun ki, eğer biz insanlarla savaşacaksak, onlardan geri kalır bir tarafımız yoktur. “Yok eğer Muhammed’in ileri sürdüğü gibi, Allah’a karşı savaşacaksak, hiç kimsenin gücü Allah’a yetmez” mesajını gönderdiklerini görmüştük.
Aynı şekilde bir müşrik olan Ahnes b. Şureyk’in kendisi gibi müşrik olan Zühreoğulları’na, “Ey Zühreoğulları, Allah mallarınızı korudu ve arkadaşınız Muhrika b. Nevfeli kurtardı…” dediğini görmüştük.
Ebu Cehil’in -Peygamberimizin dediği gibi bu ümmetin Firavununun- Allah’tan zafer isteyişi de buna örnektir. Ebu Cehil şöyle diyordu: “Allah’ım akrabalık bağlarımızı kopardı, bilinmeyen bir şey getirdi bize. Yarın onu mahvet.”
Savaştan vazgeçirmek için Utbe b. Rebia’nın gönderdiği Hakim b. Hazzam’a şöyle demişti Ebu Cehil:
“Asla! .. Allah’a andolsun ki, Allah bizimle Muhammed arasında hükmünü belirtene kadar geri dönmeyiz.”
İlahlık gerçeğine ilişkin düşünceleri ve her münasebette bu gerçeği ifade etmeleri böyleydi işte… Onlar Allah’ı bilmeyen kimseler değillerdi. Hiç bir gücün Allah’a yetmeyeceğinden de habersiz değillerdi. İki taraf arasında hükmedip onları birbirinden ayıranın ve bu hükmünün geçersiz sayılmasının mümkün olmadığını bilmeyen kimseler de değillerdi. Onların gerçek şirkleri öncelikle, hayat sistemlerini ve toplumsal yasalarını, yukarıda belirttiğimiz tarzda bildikleri ve tanıdıkları yüce Allah’dan başkasından edinmekle somutlaşıyordu. Bugün müslüman olduklarını sanan -yani Muhammed’in dinine mensup olduklarını ileri süren- uluslar da bu noktada onlarla birleşmektedirler. Nitekim müşrikler de ataları İbrahim’in dinine mensup doğru yolda kimseler olduklarını ileri sürüyorlardı. Hatta -cahiliyenin babası- Ebu Cehil Allah’dan zafer isteyip şöyle diyordu: “Allah’ın akrabalık bağlarımızı kopardı, bilinmeyen bir şey getirdi bize -Bir diğer rivayette; iki gruptan en sapık olanını, akrabalık bağlarını gözetmeyenini- yarın onu mahvet.”
İbadet ettikleri bilinen putlara gelince, onlara kesinlikle yüce Allah’ın ilahlığına benzer bir ilahlık isnad etmiyorlardı. Kur’an-ı Kerim bu konudaki itikadi düşüncelerinin gerçek mahiyetini ve putlara yönelik kulluk gösterisinde bulunmalarının sebebini şu şekilde açıklamaktadır: “Allah’ın dışında dostlar edinenler, bunlara bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz derler.” (Zümer, 3) Putlara ilişkin düşüncelerinin düzeyi buydu. Onlara sadece Allah katında birtakım aracılar gözüyle bakıyorlardı… Onların gerçek şirkleri buradan kaynaklanmıyordu. Onlardan müslüman olanların müslümanlığı da sadece putları aracı kabul etmemekte somutlaşmıyordu. Çünkü bu şekilde putlara ibadet etmeyen ve kulluk davranışlarını sadece Allah’a takdim eden Hanifler müslüman kabul edilmemişlerdir. İslâma göre inançta, ibadette ve yüce Allah’ı hakimiyet noktasında bilmeyenler -hangi yerde ve zamanda olurlarsa olsunlar- müşriktirler. Allah’dan başka ilah bulunmadığına inanmaları sadece inanmaları- ve bireysel kulluk kasti taşıyan davranışları sadece Allah’a takdim etmeleri onları bu şirkten kurtarmaz. Bu halleriyle onlar, hiç kimsenin müslüman kabul etmediği Haniflere benzerler. İnsanlar bu zincirin halkalarını tamamladıkları zaman müslüman sayılırlar. Yani inanç ve bireysel ibadetlere yüce Allah’ın hakimiyet noktasında birlenmesini ekledikleri ve tek başına Allah’tan kaynaklanmayan herhangi bir hüküm ya da konunun veya rejimin yahut değer yargısı ve geleneğin yasallığını kabullenmekten vazgeçtikleri zaman müslüman sayılırlar. İşte sadece budur İslâm. Çünkü “Allah’tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğuna” şahitlik etmenin anlamı budur. Bu anlam hem islâmi düşüncede, hem de bu düşüncenin yansıması olan islâmi pratikte açıkça görülmelidir. Ayrıca bu tarzda ve bu anlamda, “Allah’tan başka ilah bulunmadığına” şahitlik edenler müslüman bir önderliğin yönetiminde, cahiliye toplumundan ve onun cahili önderliğinden soyutlanarak hareket halindeki bir toplum oluşturmaları da bir zorunluluktur.
“Müslüman” olmak isteyenlerin bu gerçeği olanca gerçekliğiyle kavramaları gerekir. İnanç ve ibadet açısından müslüman olduklarını sanarak bu gerçeği gözardı etmemelidirler. Çünkü yüce Allah’ı hakimiyette birlemedikleri, kulların hakimiyetini reddetmedikleri cahiliye toplumu ve onun cahili önderliğine yönelik dostluklarını kesmedikleri sürece sadece inanç ve ibadet insanı müslüman etmeye yetmez.
Samimi ve iyi niyetli birçok kimse bu aldatmaya kanmaktadır. Müslüman olmak istiyorlar ama, onda yanılıyorlar. Onların öncelikle islâmın tek ve gerçek şeklini kavramaları gerekir. “Müşrik” ismini taşıyan Arap müşriklerinin hiçbir açıdan kendilerinden farklı olmadıklarını bilmelidirler. Daha önce de belirtildiği gibi Arap müşrikleri gerçek anlamda Allah’ı biliyorlardı. Ve putlarını onun yanında aracı kabul ediyorlardı. Onların esas şirkleri hakimiyet noktasında ortaya çıkıyordu, inançta değil.
“Müslüman” olmak isteyen samimi ve saf kimselerin bu gerçeği iyice kavramaları gerektiği gibi, yeryüzünde ve pratik hayatta bu dinin yeniden dirilişini gerçekleştirmek için mücadele eden müslüman kitle de bu gerçeği açık, seçik ve köklü bir şekilde kavramalı, bir kapalılığa meydan vermemeli ve bunu iyice sindirmeli, kesin ve net bir şekilde anlatmalıdır. Başlangıç ve hareket noktası burasıdır. Hareket bu noktadan -daha başlangıçta- en ufak bir sapma gösterdi mi, yolunun tümünü şaşırır. Bundan sonra ne kadar içten davranırsa ve yolu takip etme konusunda ne kadar ısrarlı ve kararlı olursa da artık islâmi bir temeli bulunmayan bir harekete dönüşür.
ALLAH VE RESULÜNE İTAAT
Uyarıcı çağrılardan oluşan ardışık bir silsilenin ardından ayetlerin akışı kendilerinden ve yüce Allah’ın onlarla beraber olduğundan söz ettikten sonra çağrıyı mü’minlere yöneltmektedir. Allah’a ve Peygamber’e itaat etmeleri, bu itaatten kaçınmaktan sàkınmaları ve Allah’ın ayetlerinin kendilerine okunduğunu işittikleri halde duymayan kimselere benzememeleri çağrısında bulunmak için mü’minlere yönelmektedir. Evet, işiten kulakları ve konuşan dilleri bulunan şu sağır ve dilsizlere, yeryüzünde dolaşan canlıların en kötülerine benzememeleri uyarısında bulunmaktadır. Çünkü onlar duydukları ayetlerle doğru yolu bulmaya çalışmıyorlar: