SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ENFAL SURESİ 24. VE 26. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
24- Ey mü’minler, Allah ve Peygamberi sizi hayat bağışlayacak ilkelere çağırdıkları zaman bu çağrıya olumlu karşılık veriniz. Biliniz ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz O’nun huzurunda biraraya geleceksiniz.
25- Sadece aranızdaki zalimlerin başlarına gelmekle yetinmeyecek olan belâdan sakınınız. Biliniz ki, Allah’ın’ azabı ağırdır.
26- Hatırlayınız ki, bir zamanlar siz yeryüzünde ezilen, sayıca az bir gruptunuz, insanlar sizi kapıp götürecekler diye korkuyordunuz. Fakat şükredesiniz diye Allah size sığınak sağladı, helâl besinler sundu, sizi yardımı ile destekledi.
Kuşkusuz Peygamber onları ancak hayat bahşedecek şeye çağırmaktadır. Her şekliyle ve tüm anlamlarıyla bir hayat çağrısıdır bu.
Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- onları kalplere ve akıllara can veren, onları cehalet ve hurafenin kementinden, asılsız kuruntu ve efsanelerin baskısından, görünen sebeplere ve karşı konulmaz dogmalara boyun eğmenin aşağılayıcılığından, Allah’tan başkasına kul olmaktan, kulların ya da ihtirasların esiri olmaktan kurtaran bir inanç sistemine çağırmaktadır.
Onları Allah tarafından gönderilmiş şeriata çağırmaktadır. Bu şeriat sadece Allah tarafından konulmuş olmasından ötürü “insanın” özgürlüğünü ve saygınlığını ilan etmektedir Şeriat karşısında tüm insanlık eşit bir şekilde tek bir saf oluşturmaktadır. Bu şeriatın egemen olduğu yerde bir fert halka hükmedemez, ümmet içinde bir sınıfın egemenliği sözkonusu değildir. Bir ırkın başka bir ırka, bir ulusun başka bir ulusa hükmetmesi mümkün değildir. Bütün insanlar, kulların Rabbi olan yüce Allah tarafından belirlenmiş şeriatın gölgesinde özgür ve eşit bir şekilde hayatlarını sürdürürler.
Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- onları bir hayat sistemine, düşünce ve fikir metoduna çağırmaktadır. Bu sistem, insanların yaratıcısı, yarattıklarını en ince ayrıntısına kadar bilen yüce Allah’ın koyduğu bağlarda somutlaşan fıtri bağların dışında, her türlü kayıttan kurtarır insanları. Bu bağlar, bünyesel enerjiyi dağılıp gitmekten korur. Bu enerjiyi baskı altına almazlar, işlevsiz hale getirmezler,’ yok etmezler, yapıcı ve aktif gelişmesine engel olmazlar.
Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- onları inançları ve hayat sistemleri sayesinde güç kazanmaya, onurlu ve üstün bir hayat sürdürmeye çağırmaktadır. Dinlerine ve Rabblerine güvenmeye, tüm `yeryüzünde’ bütün `insanları’ kurtarmaya, insanlığı kullara kul olmaktan kurtarıp, tek başına Allah’a kul yapmaya ve Allah’ın bahşettiği ancak, tağutların ayaklar altına aldığı üstün insanlığı yaşatmaya çağırmaktadır.
Yeryüzüne ve insanlığın hayatına yüce Allah’ın ilahlığını egemen kılmak, kulların sahte ilahlığını yerle bir etmek, Allah’ın ilahlığını, hakimiyetini ve otoritesini gaspeden bu sahte tanrıları Allah’ın egemenliğini tanıyana kadar kovalamak için Allah yolunda cihad etmeye çağırmaktadır. Çünkü ancak bu durumda din bütünüyle Allah’a özgü kılınmış olur. Öyle ki, bu cihad esnasında ölecek olurlarsa, bu şehitlikte de onlar için hayat vardır.
İşte Peygamber’in -salât ve selâm üzerine olsun- onları çağırdığı inanç sistemi ve hayat biçimi özet olarak bundan ibarettir Bu ise, her anlamda hayat çağrısıdır.
Bu din, eksiksiz bir hayat sistemidir, sırf vicdanlarda tutulan bir inanç sistemi değildir. Pratik bir hayat sistemidir. Onun gölgesinde hayat gelişir ve ilerler. Bu yüzden her şekliyle ve her çeşidiyle bir hayat çağrısıdır bu: Tüm kapsamları ve anlamlarıyla hayata çağrıdır. Kur’an-ı Kerim olağanüstü ifadesi ile bunları az fakat son derece etkin kelimelerle dile getirmektedir.
“Ey mü’minler, Allah ve Peygamber, sizi hayat bağışlayacak ilkelere çağırdıkları zaman bu çağrıya olumlu karşılık veriniz.”
İsteyerek ve başkalarına tercih ederek olumlu karşılık verin. Gerçi yüce Allah istese, sizi zorla doğru yola iletebilir:
“Biliniz ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer.”
Allah’ın karşı konulmaz, latif gücünü gözler önüne seren ne müthiş, ne korkunç bir tablo… “Kişi ile kalbi arasına girer.” Onu ve kalbini birbirinden ayırır. Kalbi kontrolü altına alıp, sıkıca kavrar ve onu dilediği gibi yönlendirir, istediği yöne çevirir. Sahibi ise, bedenindeki kalbine hiçbir şekilde sahip olamaz.
Kuşkusuz bu, Kur’an ayetlerinde kalbi gösteren gerçekten de korkunç bir tablodur. Ancak insanın sahip olduğu ifade yeteneği bu tablonun kalp üzerindeki etkisini tasvir etme, sinir ve duygular üzerindeki bu etkiyi niteleme gücünden yoksundur.
Sürekli uyanık bulunmayı, daima sakınmayı, her zaman tetikte olmayı zorunluluk haline getiren bir tablodur bu. Kalbin heyecanlarına, korkularına ve paniğe kapılmasına karşı uyanık bulunma… Kalbi etkileyen vesveselerden ve parçalanmaya neden olabileceğinden korkulan eğilimlerden sakınmak… Kalbi saptıran, kötülüğü telkin eden, duygu ve vesveselere karşı hazırlıklı olma… Bunun yanında, herhangi bir yanılgı ya da gaflet veya dehşet anında bu kalbin başka taraflara yönelmemesi için Allah’la sürekli bir ilişki gerekmektedir.
Allah’ın peygamberi, masum olduğu halde sık sık yüce Allah’a şöyle dua ederdi: “Allah’ım, ey kalpleri yönlendiren, kalbimi dinin üzerinde sabit kıl.” Ya insanlar ne yapmalıdırlar? Üstelik onlar peygamber ve de masum değiller.
Gerçekten bu, kalbi derinden sarsan bir tablodur. Bir süre bu tabloyu seyreden, kendi içinde taşıdığı kalbe bakan, onun karşı konulmaz güce sahip yüce Allah’ın kontrolünde olduğunu, içinde taşıdığı halde bu kalp üzerinde hiçbir etkinliğinin olmadığını gören mü’min, bedeninde derin bir ürperti hissedecektir.
Kur’an bu tabloyu mü’minlerin gözlerinin önünde canlandırıyor ve onlara şöyle sesleniyor:
“Ey mü’minler, Allah ve Peygamber sizi hayat bağışlayacak ilkelere çağırdıkları zaman bu çağrıya olumlu karşılık veriniz.”
Onlara şöyle demektedir: Şayet isterse yüce Allah sizi doğru yolu bulmaya ve çağrıldığınız bu ilkelere olumlu karşılık vermeye zorlayabilir. Ancak yüce Allah, size lütfediyor, karşılığında sevap almanız için kendi isteğinizle olumlu karşılık vermeye çağırıyor. İnsanlığınızı yüceltmeniz ve yüce Allah’ın insan denen yaratığa verdiği emanetin düzeyine yükselmeniz için kendi arzunuzla çağrıya kulak vermenizi istiyor. Yüce Allah’ın insanların sahip çıkmasını istediği emanet, isteğe bağlı olarak doğru yolu bulma emanetidir, sağlam temellere dayalı halifelik emanetidir, bir amaç doğrultusunda ve bilinçli bir tasarruf yetkisine sahip irade emanetidir.
“Siz O’nun huzurunda biraraya geleceksiniz.”
Kalpleriniz O’nun ellerindedir. Sonra siz, O’nun huzurunda toplanacaksınız. Ne dünyada, ne de ahirette kaçacak yeriniz yoktur. Bütün bunlara rağmen O, sizi özgür bir insanın, bir ücret karşılığı olumlu tepki göstermesi gibi karşılık vermenizi istiyor, başka seçeneği bulunmayan köleninki gibi değil.
Sonra yüce Allah onları cihad’dan geri kalmaktan, hayat çağrısına olumlu karşılık vermemekten ve ne şekilde olursa olsun, kötülüğü bertaraf etmek çabasında gevşeklik göstermekten sakındırıyor:
“Sadece aranızdaki zalimlerin başlarına gelmekle yetinmeyecek olan belâdan sakınınız. Biliniz ki, Allah’ın azabı ağırdır.”
Fitne; imtihan, ya da belâ… İçindeki bir grubun ne şekilde olursa olsun, zulüm işlemesine -ki zulümlerin en büyüğü de Allah’ın şeriatını ve hayat sistemini hayattan uzaklaştırmaktır- hoşgörüyle bakan, zalimlerin karşısına dikilmeyen, bozguncuların yoluna engel olmayan bir toplum, zalimlerin ve bozguncuların cezasını hakeden bir toplumdur. İslâm, birtakım yükümlülükler gerektiren pratik bir hayat sistemidir. Zulüm, bozgunculuk ve kötülük yaygınlık kazanırken, insanların hiçbir şey yapmadan yerlerinde oturmalarına hoşgörülü davranmaz. Kaldı ki, Allah’ın dinine uyulmadığını gördüklerinde, daha doğrusu Allah’ın ilahlığının reddedilip yerine kulların ilahlığının yerleştirildiğini gördüklerinde sessiz kalmalarını, bununla beraber yüce Allah’ın onları belâdan kurtarmasını -kendileri kötülükten uzak (!) iyi yürekli (!) kimselerdir ya- istemelerini kabul etmez.
Zulme başkaldırmak, mal ve can açısından insana bazı sorumluluklar yüklediği için, Kur’an-ı Kerim, ilk defa bu Kur’an’la muhatap olan müslüman kitleye daha önce içinde bulundukları zayıflıklarını, sayısal bakımdan az oluşlarını, çektikleri işkenceleri ve yaşadıkları korkulu anları hatırlatıyor. Yüce Allah’ın bu din sayesinde onları nasıl koruduğunu, zayıflıktan kurtarıp üstün bir konuma getirdiğini ve onlara temiz bir rızık verdiğini hatırlatıyor. O halde Peygamber’in -salât ve selâm üzerine olsun- kendilerini çağırdığı hayattan ve yüce Allah’ın kendilerine üstünlük aracı kıldığı, onlara bahşedip koruduğu bu hayatın gerektirdiği fedakarlıklardan kaçmamalıdırlar.
“Hatırlayınız ki, bir zamanlar siz yeryüzünde ezilen, sayıca az bir gruptunuz, insanlar sizi kapıp götürecekler diye korkuyordunuz. Fakat şükredesiniz diye Allah size sığınak sağladı, helâl besinler sundu, sizi yardımı ile destekledi.” di.”
Peygamber’in -salât ve selâm üzerine olsun- sizi hayat bahşedecek ilkelere çağırdığından emin olmanız için bunları hatırlayınız. Zulmün her çeşidine ve her şekline karşı koymaktan geri kalmamanız için bunları hatırlayın. Allah sizi müşriklerle savaşmak durumunda bırakmadan ve Peygamber’i sizi istemediğiniz halde silahlı grupla karşılaşmaya çağırmadan önce yaşadığınız ezilmişlik ve korku günlerini hatırlayın. Sonra da hayat bahşeden bu çağrı sayesinde nasıl değiştiğinizi, zafer ve üstünlük elde etmiş kişiler olduğunuzu, Allah tarafından sevap ve rızıkla mükafatlandırıldığınızı görün. Yüce Allah şükrüne lâyık olasınız diye sizi güzel şeylerle rızıklandırıyor. Size yönelik lütfundan dolayı O’na şükretmenize karşılık olarak da sizi mükafatlandırıyor.
“İnsanlar sizi kapıp götürecekler diye korkuyordunuz.”
Bu, bir tehlikenin beklentisi içinde olmanın, korkunun, etrafı gözetip durmanın, kısacası panik halinde olmanın sahnesidir. Bu sahneyi seyreden göz korkunun çizgilerini, endişeden kaynaklanan davranışları, korkudan yuvalarından fırlamış gözleri görür gibi oluyor. Öte yandan kapıp götürmek üzere uzanan eller ve korku ve endişe içinde bekleyen müslüman azınlık…
Bu dehşet sahnesinden kendilerini koruyup himayesine alan yüce Allah’ın kontrolünde elde ettikleri güven, güç, zafer, temiz rızık ve bol nimetin oluşturduğu sahneye geçiliyor:
“Size sığınak sağladı, helâl besinler sundu, sizi yardımı ile destekledi.”
Allah’ın direktiflerinin gölgesinde şükretmeleri dolayısıyla mükafat kazanmaları için:
“Şükredesiniz diye…”
Bu büyük mesafeyi ve köklü değişimi düşünüp de güvenli, güçlü ve zengin hayatın sesine olumlu karşılık vermeyecek biri var mı?.. Güvenilir ve kerim peygamberin sesine duyarsız kalacak biri düşünülebilir mi? Her iki sahne de, gözünün önünde canlandırıldığı, her ikisinin de mesaj ve işaretlerini algıladığı halde korumasına, yardımına ve nimetlerine karşılık olarak yüce Allah’a şükretmeyecek biri var mı?
Bununla beraber, bu ayetlerle muhatap olan o topluluk her iki sahneyi de yaşamıştı. Geçmişteki ve şimdiki durumlarıyla ilgili olarak bildiklerini hatırlıyorlardı. Bu Kur’an’ın duygularında böyle bir tad bırakması da bu yüzdendi.
Yeryüzünün pratiğinde ve insanların hayatında bu dini yeniden egemen kılmak için günümüzde cihad eden müslüman kitle, her iki aşamadan geçmemiş ve her iki durumun tadına varmamış olabilir. Ancak bu Kur’an ona da aynı gerçeği söylemektedir. Gerçi bu kitle günümüzde yüce Allah’ın şu sözünde ifade ettiği ortamı fiilen yaşamaktadır:
“Siz yeryüzünde ezilen, sayıca az bir gruptunuz, insanlar sizi kapıp götürecekler diye korkuyordunuz.”
O halde günümüz müslüman cemaatin de Allah’ın Peygamberinin -salât ve selâm üzerine olsun- kendisini çağırdığı hayat bahşedecek ilkelere olumlu karşılık vermesi, yüce Allah’ın müslüman kitleye va’dettiği ve ilk müslüman kitlenin hayatında gerçekleştirdiği sonucu pürüzsüz bir inanç ve bağlılıkla gözetmesi gerekmektedir. Yüce Allah, kendi yolunu takib eden ve bunun gerektirdiği yükümlülüklere sabreden her müslüman kitlenin hayatında bu sonucu gerçekleştireceğini va’detmiştir. O halde günümüzün müslüman kitlesi şu ilahi sözün gerçekleşmesini beklemelidir:
“Fakat şükredesiniz diye Allah size sığınak sağladı, helâl besinler sudu, sizi yardımı ile destekledi.”
Müslüman kitle ancak Allah’ın gerçek va’di doğrultusunda hareket eder, realitenin yanıltıcı dış görünüşüne değil. Zaten müslüman kitlenin her realiteden üstün gördüğü tek ve gerçek realite Allah’ın va’didir.
ALLAH VE RESULÜNE HIYANET
Çağrı bir kez daha mü’minlere yöneltiliyor. Kuşkusuz mal ve çocuklar, korku ve cimrilik yüzünden insanı çağrıya olumlu karşılık vermekten alıkoyarlar. Peygamber’in -salât ve selâm üzerine olsun- çağırdığı hayat hiç kuşku yok ki, üstün bir hayattır. Böyle bir hayat insana birtakım yükümlülükler getirir, bazı fedakârlıkları kaçınılmaz kılar. Bu yüzden Kur’an bu ihtirası, mal ve çocuk fitnesine dikkat çekmekle dindirmek istiyor. Bu noktanın, belâ, deneme ve imtihan alanı olduğunu bildiriyor. Bu imtihanı vermede zayıflık göstermekten, cihad çağrısından, emanet, sözleşme ve alışverişin yükümlülüklerinden kaçınmaktan sakındırıyor. Bu yükümlülükleri yerine getirmemeyi Allah’a ve Peygamber’e ve müslüman kitlenin yeryüzünde yüklendiği emanetlere; Allah’ın sözünü yüceltme, kullar üzerinde O’nun tek ve ortaksız ilahlığını ilan etme, insanlığı hak ve adalet ilkelerine göre yönetme emanetlerine ihanet olarak değerlendiriyor. Bu sakındırmanın yanında, insanları fedakârlık ve cihaddan alıkoyan mal ve çocuklardan daha üstün olan Allah katındaki büyük sevabı hatırlatıyor: