sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ENFAL SURESİ 38. VE 40. AYETLER ARASI

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ENFAL SURESİ 38. VE 40. AYETLER ARASI
28.11.2020
793
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

38- Kâfirlere dedi ki; “Eğer saldırganlıklarından vazgeçerlerse geçmişteki suçları bağışlanır. Yok eğer eski tutumlarına dönerlerse, daha öncekiler için geçerli olan kurallar onlar için de işler. “

39- Fitnenin kökü kazınıp Allah’ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız. Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse, hiç şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını görür.

40- Eğer yüz çevirirlerse biliniz ki, Allah sizin dostunuz ve dayanağınızdır. O ne güzel bir dost ve dayanak, ne güzel bir yardım edicidir.

Yaratıcı ve dilediğini zorla yaptıran ezici güce sahip olan yüce Allah’ın onların topluluklarının mahvına, harcadıkları malların yürek acısına dönüşmesine, dünyada rezil olup yürek acısı çektikten sonra murdarların üstüste konulup cehenneme atılmasına ilişkin açıklamasının ışığında kâfirlere söyle:

“Kâfirlere de ki; eğer saldırganlıklarından vazgeçerlerse, geçmişteki suçları bağışlanır. Yok eğer eski tutumlarına dönerlerse daha öncekiler için geçerli olan kurallar onlar için de işler.”

İçinde yaşadıkları küfre, islâm ve müslümanlara karşı savaşmak üzere biraraya gelmeye, insanları Allah yolundan alıkoymak için malı harcamada bulunmaya son vermeleri için karşılarına önemli bir fırsat çıkmıştır. Bütün bunlardan tevbe etmeleri ve Allah’a dönmeleri için önlerindeki yol açıktır. Bu durumda önceki günahları bağışlanır. Çünkü islâm, daha önce işlenenleri siler, götürür. İnsan anasından doğmuş gibi daha önce işlemiş kötülüklerden arınmış olarak islâma girer. Ancak onlar -bu açıklamadan sonra- tekrar içinde bulundukları küfre ve düşmanlığa dönecek olurlarsa, onlardan önce gelip geçmiş milletlere ilişkin Allah’ın yasası işlevini yerine getirecektir. Allah’ın yasası, tebliğ ve açıklamadan sonra yalanlayanları azaba çarptırmak, dostlarına da zafer, üstünlük ve galibiyet sağlamak şeklinde işlevini görmüştür. Bu değişmez ve her zaman için geçerli olan bir yasadır. Buna göre kâfirler, yolların ayrılış noktasında tercihlerini yapmalıdırlar.

Bu noktada kâfirlerle yapılan konuşma son buluyor ve surenin akışı mü’minlere yöneliyor:

“Fitnenin kökü kazınıp Allah’ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız. Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse hiç şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını görür.”

“Eğer yüz çevirirlerse biliniz ki, Allah sizin dostunuz ve dayanağınızdır. O ne güzel bir dost ve dayanak, ne güzel bir yardım edicidir.”

İşte Allah yolunda cihadın her çağda ve her yerde geçerli olan sınırları. Bununla beraber, islâmda cihada ve islâm savaş kurallarına ilişkin olarak bu surede yeralan hükümler nihaî hükümler değildirler. Bu konudaki son hükümler, hicri dokuzuncu senede indirilen Tevbe suresinde yeralmaktadır. Bununla beraber surenin giriş kısmında da söylediğimiz gibi -İslâm aksiyoner bir harekettir, insanlığın pratik hayatını uygun yöntemlerle karşılar. Aynı zamanda islâm aşamalı bir harekettir. Her aşama için pratik ihtiyaç ve gereklerine cevap verecek uygun yöntemleri vardır.

Bununla beraber, “Fitnenin kökü kazınıp, Allah’ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız.” ayeti süregelen cahiliyenin pratiğine karşı islâmi hareketin her zaman için geçerli olan bir hükmünü belirlemektedir.

Surenin tanıtım kısmında da değinildiği gibi islâm, bütün “yeryüzünde” tüm `insanlığın’ kula kulluktan -aynı şekilde kendi arzusuna kul olmaktan, çünkü bu da kula kulluğun bir türüdür- kurtuluşunun evrensel bildirisi olmak için gelmiştir. Bunu da yüce Allah’ın tek ve ortaksız ilalılığını, alemler üzerindeki Rabblığını ilan etmekle gerçekleştirmiştir. Bu ilan, her çeşidiyle ve tüm şekilleriyle insanın hakimiyetine dayalı düzenlere ve rejimlere karşı kapsamlı bir devrim anlamına gelmektedir. Yeryüzünün her köşesinde, her ne şekilde olursa olsun hakimiyetin insanlara ait olduğu rejimlere karşı tam bir başkaldırı anlamına gelmektedir. ( Enfal suresinin giriş kısmına bkz.)

Bu önemli hedefin gerçekleşmesi için de iki temel faktör gereklidir.

Birincisi: Bu dini benimseyen, insanın egemenliğinden kurtulduklarını ilan eden, sadece Allah’a kul olmakla her çeşit ve her şekliyle kula kulluktan kurtulanlara yönelik baskı ve işkenceleri bertaraf etmektir. Bu da şu evrensel bildiriye inanan, onu realiteler dünyasında uygulayan, bu dine inananlara işkence ve zulüm uygulamakla ya da bu dini benimsemek isteyenlere çeşitli baskı, zorlama ve propaganda yöntemleriyle engel olmaya çalışmakla azgınlaşan tağutlarla cihad eden mü’min bir önderliğin yönetiminde hareket eden organik bir yapıya sahip mü’min bir kitlenin varlığıyla mümkün olur.

İkincisi: Her ne şekilde olursa olsun, insanın insana kulluğu esasına dayanan tüm güçleri yeryüzünden silmektir. Bu da birinci hedefin yani bütün yeryüzünde yüce Allah’ın tek ve ortaksız ilahlığını ilan etmenin garantisidir. Böylece bütün insanlar sadece Allah’a boyun eğmiş, onun dinini din edinmiş olurlar. Din kelimesi burada Allah’ın otoritesine boyun eğmek anlamındadır, soyut bir inanç değil.

Yüce Allah’ın “Dinde zorlama yoktur. Doğruluk ile sapıklık birbirinden kesinlikle ayrılmıştır. (Bakara, 256) sözünden dolayı kimi gönüllerde beliren bir şüpheyi açığa kavuşturmamız gerekmektedir.

Gerçi cihadın mahiyetine değinirken, özellikle üstad Ebul A’la el Mevdudi’nin “Allah Yolunda Cihad” adlı eserinden yaptığımız alıntılarla yeterli açıklamalarda bulunmuştuk. Ancak biz konuyu biraz daha açmak istiyoruz. Çünkü bu dinin düşmanları, bu konuda büyük bir kavram kargaşası meydana getirmiş, çeşitli hilelerle zihinleri bulandırmışlardır.

“Allah’ın dini bütünüyle egemen oluncaya kadar” ayetinde kastedilen “din”, tağutların egemenliğinde ve fertleri baskı altında tutan rejimlerin varlığında somutlaşan maddi engelleri ortadan kaldırmak anlamında kullanılmıştır. Bu durumda yeryüzünde Allah’ın otoritesinden başka otorite kalmayacaktır. O gün Allah’ın otoritesinden başka kullar baskıcı hiçbir otoriteye boyun eğmeyecek, O’nun dinini din edinmeyecektir. Bu maddi engeller ortadan kaldırıldıktan sonra, insanlar diledikleri inancı her türlü baskıdan uzak bir şekilde seçmek üzere serbest bırakılırlar. Ne var ki, islâma karşıt olan bu inanç, başkasına baskı aracına dönüşebilecek, doğru yolu bulmak isteyenleri bundan alıkoyacak, Allah’ın otoritesinden başka her türlü otoriteden pratik olarak kurtulan kişilere işkence edecek bir güce sahip organik bir topluluk tarafından temsil edilemez. İnsanlar diledikleri inancı seçme bakımından özgürdürler. Ancak bu inanca bireysel olarak bağlanmalıdırlar. Bu inanç, kulların kendisine boyun eğdiği, yani dinini din edindiği zorlayıcı bir otoriteye dönüşemez. Çünkü kullar, Allah’dan başkasının otoritesine boyun eğemezler.

İnsanlar, yüce Allah’ın kendilerine bahşettiği üstünlüğü, onuru elde edemezlerse, “yeryüzünde’ : hiçbir şekilde özgür olamazlar. Ancak “din” bütünüyle Allah’a ait olmadığı, O’nun otoritesinden başka bir otoriteye boyun eğme olayı sözkonusu olduğu sürece…

İşte bu büyük hedef için savaşır, mü’min kitle…

“Fitnenin kökü kazınıp Allah’ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar.”

Kim bu ilkeyi benimser ve teslim olduğunu duyurursa, müslümanlar bu duyurusunu ve teslim oluşunu kabul ederler, artık onun niyetini ve içinde sakladığını araştırmazlar. Bunları Allah’a bırakırlar:

“Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse, hiç şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını görür.”

Kim de bu ilkeden yüz çevirir ve Allah’ın otoritesine karşı koymada ısrar ederse, müslümanlar Allah’ın yardımına güvenerek onunla savaşırlar.

“Eğer yüz çevirirlerse biliniz ki, Allah sizin dostunuz ve dayanağınızdır. O ne güzel bir dost ve dayanak, ne güzel . bir yardım edicidir.”

İşte bu dinin getirdiği yükümlülükler ve işte onun ciddiyeti, realistliği ve pratikliği… Bu din, realiteler dünyasında uygulanmak, Allah’ın tek ve ortaksız ilahlığını insanların dünyasına egemen kılmak için hareket eder.

Kuşkusuz bu din, zihni rahatlatmak, bilgi ve kültürü arttırmak amacıyla herhangi bir kitaptan öğrenilecek bir teori değildir. Aynı şekilde, insanların kendi kendilerine ve Rabbleriyle ilişkilerinde yaşamakla yetindikleri vicdanları ilgilendiren edilgen bir inanç da değildir. Nitekim bu din, insanlarla Rabbleri arasındaki bireysel ilişkiyle sınırlı birtakım kulluk davranışlarından da ibaret değildir.

Bu din insanlığın evrensel kurtuluş bildirisidir. Pratiğe dönük ve realist bir sistemdir. İnsanların pratik hayatlarını uygun yöntemlerle karşılar. Düşünsel engelleri tebliğ ve açıklamayla giderir. Tağutların egemenliğini yerle bir edip, yerine Allah’ın egemenliğini yerleştirmek için rejim ve otoritelerin varlığında somutlaşan engelleri de cihad etmekle bertaraf eder.

Bu dinin direktifleri doğrultusunda hareket etmek, insanların pratik hayatlarıyla içiçe hareket etmek demektir. Bu dinle cahiliye arasındaki çekişme, bir teoriye başka bir teoriyle karşılık vermek şeklinde gelişen bir çekişme değildir. Cahiliye bir toplumun, rejimin ve otoritenin varlığında somutlaşmaktadır. Bu dinin de ona denk yöntemlerle karşı koyması için bir toplum, siyasi rejim ve otorite tarafından temsil edilmesi bir zorunluluktur. Bunun ötesinde dinin bütünüyle Allah için olması ve ondan başkasına boyun eğilmemesi için cihad etmesi de kaçınılmazdır.

İşte bu dinin realist, pratik ve aksiyoner hareket metodu budur, aldatılmış ve ruhsal bozguna uğramış olanların söyledikleri değil… Bu adamlar “müslüman” olmak isteyen iyi niyetli ve samimi kimseler olabilirler. Ne var ki, bu dinin görünümü onların kafalarında ve akıllarında netleşmemiştir. Bu dinin onların kafalarında yereden tablosu oldukça bulanıktır.

Bize bu gerçekleri gösteren Allah’a hamdolsun. Allah bize bu gerçekleri göstermemiş olsaydı biz bunları göremeyecektik kuşkusuz.

  1. CÜZ BAŞLANGICI

Bu cüz baş tarafı dokuzuncu cüzde geçen Enfal suresinin kalan kısmı ile Tevbe suresinin büyük bir kısmını içermektedir… Önce Enfal suresinin kalan kısmını ele alacağız. Tevbe suresine gelince; inşallah bu cüzde sırası gelince sunacağız.

Dokuzuncu cüzün sonunda surenin belli başlı karakteristik çizgilerini ortaya koymuştuk. Surenin bu kalan kısmı da aynı karakteristik çizgileri izlemektedir. Ancak surenin akışında ilk anda göze çarpan gerçek, bu surenin bu son bölümünün ayetlerin akışı, düzenlenişi ve konuları bakımından nerdeyse birinci bölümündeki benzeri olduğudur. Konuların yenilenmesi nedeniyle tekrardan kaçınılmış olmasına rağmen, akış içinde bu konuların düzenleniş biçimi, aralarında bu denli olağanüstü bir ahenk bulunan her iki bölümü neredeyse birbirinden apayrı özelliklere sahip iki ayrı devreler haline getirmiştir.

Birinci bölüm, ganimetlerden ve onlar hakkında müslümanların aralarında baş gösteren çekişmelerden başlamış ve ganimetlerin bölüştürülmesini tamamen Allah ve Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- bırakmıştı. Sonra onları Allah’dan korkmaya çağırmış ve o düzeye çıkmaları için imanın gerçek mahiyetini açıklamıştı. Sonra ganimetler hakkında çekiştikleri savaş esnasında işlevini yerine getiren Allah’ın planlama ve takdirini gözler önüne sermişti. Bunu yaparken de savaşta meydana gelen kimi olayları ve sahneleri yeniden canlandırmıştı. Bir de ne görsünler, planlama tamamen Allah’a ait, destek ondan gelmiştir, savaş bütünüyle O’nun iradesini gerçekleştirmek için gelişmiştir. Onlar bu savaşta sadece perde ve aracı işlevini görmüşlerdir. Daha sonra savaşın gerçek mahiyetine ilişkin olarak ortaya konulan bu gerçeklerin ötesinde onları düşman saldırısı karşısında direnmeye, Allah’ın yardımına ve kendileriyle beraber oluşuna, düşmanlarını yardımsız bırakıp cezalandıracağına güvenmeye çağırmıştı. Daha sonra onları Allah ve peygamberine ihanet etmekten, mal ve evlât sınavını kaybetmekten sakındırmıştı. Bu arada Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- kâfirleri yaptıklarının sonucundan sakındırması, olumlu karşılık verdiklerinde bunu kabul etmesi, gizledikleri duygu ve niyetlerini ise Allah’a bırakması emredilmişti. Şayet bu uyarıyı dinlemeyip tutumlarını sürdürecek olurlarsa, fitnenin kökü kazınıp, din bütünüyle Allah’a özgü olana kadar müslümanlara kâfirlerle savaşmaları emredilmişti.

Şu ikinci bölüm de aynı şekilde gelişiyor… Ganimetlerin mülkiyetini tamamen Allah ve peygamberine özgü kıldıktan sonra, onlara ilişkin Allah’ın hükmünü açıklamakla başlıyor. Sonra onlara Allah’a ve O’nun hakla batılın ayrıldığı iki topluluğun karşılaştığı günde kuluna indirdiği ayetlere inanmaya çağırıyor. Sonra onlara bu ganimetleri sağlayan savaşta işlevini yerine getiren yüce Allah’ın planlama ve takdirini gösteriyor. Bunun için de, bu planlama ve takdiri belirginleştiren savaşta meydana gelen başka olayları ve sahneleri yeniden canlandırıyor. Sunulan bu sahnelerde kendilerinin Allah’ın kaderine aracı ve perde olmaktan başka bir şey yapmadıkları da belirginleşiyor. Savaşın gerçek mahiyetine ilişkin olarak gözler önüne serilen bu olguların ötesinde onlara düşmanla karşılaşılırken direnme, Allah’ı çokca anma, O’na ve peygamberine itaat etme çağrısı yapılıyor. Dağılıp güçlerinin kırılmasından sakındırmak için çekişmemeleri uyarısında bulunuluyor. Sabretmeye, cihada çıkarken kibirlenmemeye, gösteriş yapmamaya çağırılıyorlar. Yurtlarından çıkarken büyüklenen, insanlara gösteriş yapan ve şeytanın aldatması sonucu insanları Allah’ın yoluna girmekten alıkoyan kâfirlerin akıbetinden sakındırılıyorlar. Ayetlerin akışı, onları sadece yardım etmeye gücü yeten, takdir ve planında hikmet bulunan yüce Allah’a dayanıp güvenmeye çağırıyor. Sonra onlara, Allah’ın ayetlerini yalanlayan kâfirlerin günahlarından dolayı azaba çarptırılmasına ilişkin Allah’ın değişmez kanunu gösteriliyor. Birinci bölümde mü’minlere güven aşılayan, savaşta dirençli olmalarını telkin eden ve kâfirlerin boyunlarına ve ellerine darbeler indiren meleklerden söz edildiği gibi bu bölümde de yüzlerine ve sırtlarına vurarak kâfirlerin canlarını alan meleklerden söz ediliyor. Birinci bölümde kâfirler için, “canlıların en kötüsü” ifadesi kullanılmıştı. Burada da her söz verişlerinde bunun tersine davrandıklarından söz edilmesi nedeniyle aynı ifade tekrar kullanılıyor. Bu hatırlatma bir bakıma, savaşta ve barışta onlarla kurulacak ilişkilere ilişkin olarak emredilen hükümlere bir hazırlık niteliğindedir. Bu hükümler islâm kampı ile kendisiyle savaş halinde olan ve barış yapan diğer kamplarla girilecek ilişkilere ilişkin ayrıntılı hükümlerdir. Bu hükümlerin bir kısmı kesin, nihaî hükümlerdir. Bir kısmı ise, daha sonra Tevbe suresinde kesinleşecek olan hükümlerdir.

Buraya kadar, surenin bu ikinci devresi -konuların mahiyeti ve surenin akışı içindeki düzenlenişleri bakımından- nerdeyse surenin birinci devresiyle aynı özellikleri paylaşmaktadır. Sadece islâm kampı ile diğer kamplar arasındaki ilişkilere ilişkin hükümlerin bazı ayrıntılarında farklılık göze çarpmaktadır.

Daha sonra, surenin bitimine doğru bu hükümlere ve konulara bağlı, onları bütünleyen diğer konu ve hükümler yeralmaktadır:

Yüce Allah, peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- ve onunla birlikte mü’minlere kalplerini kaynaştırmak suretiyle onlara yaptığı iyiliği hatırlatıyor. Allah’ın iradesi, rahmeti ve lütfu olmasaydı bu kalpler kaynaşmaya yanaşmayacaklardı.

Aynı şekilde yüce Allah, kendisinin onlara yeterli olduğunu ve onları koruyacağını belirterek güvence veriyor. Bu yüzden Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- onları savaşa teşvik etmesini emrediyor. Onlara, iman etmiş olmaları nedeniyle -sabrettikleri sürece- olayları derinlemesine kavramaya çalışmayan kâfirlerden oluşan kendilerinin on katı bir kuvvetle başedebileceklerini gösteriyor. Kâfirler iman etmedikleri için durum böyledir. Yine onlar en zayıf durumlarında bile sabrederlerse, kendilerinden kat kat fazlası kâfirle başedebileceklerdir. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

Sonra yüce Allah, esirlerden fidye kabul ettikleri için onları azarlıyor. Çünkü henüz yeryüzünde kalıcı ve caydırıcı bir üstünlük sağlamamışlar, henüz düşmanlarının gücünü kırmamışlar, daha otoriteleri perçinlenmemiş, henüz devletleri sağlam temellere oturmamıştır. Bununla da değişik aşamalarda ve farklı durumlarda islâmın başvurduğu hareket metodu açığa kavuşmaktadır. Bu durum aynı zamanda, realite karşısında ve farklı aşamalarda islâmi hareket metodunun realistliğine ve esnekliğine işaret etmektedir. Ayrıca yüce Allah, ellerindeki esirlere karşı nasıl davranacaklarını, onlara nasıl imanı sevdireceklerini, kalplerinde imana karşı nasıl sempati uyandıracaklarını gösteriyor. Bu arada esirleri de bir daha ihanet etmeye çalışmaktan sakındırıyor. Bir sonuca ulaşamayacaklarını belirterek ümitlerini kırıyor. Çünkü kâfir olmak suretiyle ihanet ettiklerinde ilk defa onları bu şekilde alçaltan yüce Allah, şayet peygamberine ihanet edecek olurlarsa, ikinci bir defa da onları alçaltıp rezil edecektir.

Son olarak, müslüman kitlenin kendi içinde, islâmı kabul etmekle beraber islâm ülkesine katılmayan toplumlarla ve belli durumlarda kâfirlerle kuracağı ilişkilerde uygulayacağı insanlar arası ilişkilere ilişkin düzenli hükümler yeralıyor. Bu arada kâfirlerle kurulacak ilişkilerde uygulanacak genel prensip de belirleniyor. Bu hükümlerde islâm toplumunun tabiatı ve islâm hareket metodunun mahiyeti bütünüyle belirginleşiyor. Bu arada “hareket halindeki bir toplumun” varlığının islâmın varlığı için vazgeçilmez bir temel olduğu net bir şekilde ortaya çıkıyor. Çünkü islâmın iç ve dış münasebetlere ilişkin hükümleri bu hareketlilikten kaynaklanır. Aynı şekilde bu dinde inanç ve toplumsal yasaların müslüman kitlenin fiili varlığından ve hareketinden ayrı düşünülemeyeceği gerçeği de olanca netliğiyle ortaya çıkıyor.

Surenin geride kalan ayetlerini ayrıntılı biçimde ele almamız için bu kısa giriş yeterlidir.

Ele alacağımız dersin başlangıcı ile dokuzuncu cüz’ün sonunda yeralan geçen dersin sonları birbirine bağlı olarak sürüyor. Daha önce aşağıdaki ayette ilk defa ele alınan savaş hükümleri burada da ele alınıyor:

“Kâfirlere de ki; eğer saldırganlıklarından vazgeçerlerse geçmişteki suçları bağışlanır. Yok eğer eski tutumlarına dönerlerse, daha öncekiler için geçerli olan kurallar onlar için de işler.”

“Fitnenin kökü kazınıp Allah’ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savayız. Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse, hiç şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını görür.”

“Eğer yüz çevirirlerse biliniz ki, Allah sizin dostunuz ve dayanağınızdır. O ne güzel bir dost ve dayanak, ne güzel bir yardım edicidir.”

Daha sonra bu derste, savaşta müslümanların kazandıkları zafer sonucu elde ettikleri ganimetlere ilişkin hükümlerden söz ediliyor. Nitekim bu savaşın gayesi ve hedefi şu şekilde belirlenmişti:

“Fitnenin kökü kazınıp Allah’ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar.”

Cihadın amacı bu açık ayette belirlenmiş, bunun Allah için, O’nun mesajına, dinine ve hayat sistemine özgü hedeflerin gerçekleşmesi uğruna yapıldığı böylece açığa kavuşmuş… Bu cihaddan elegeçen ganimetlerin mülkiyetine ilişkin olarak daha kesin söz söylenmiş, bunlar Allah ve peygamberine bırakılmış ve mü’minler niyetleri ve davranışlarıyla tamamen Allah adına hareket etmeleri için bunlardan soyutlanmış olmakla beraber… Evet bunlarla beraber Kur’an’ın ilahi hareket metodu, yaşanan realiteyi ona göre düzenlenmiş hükümlerle karşılıyordu. Ortada ganimetler vardı. Öte yandan bu ganimetleri elde eden savaşçılar… Bu savaşçılar Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad ediyorlar. Onlar cihad çağrısına koşup özel bir harcamayla savaş gereçlerini tedarik ediyorlar. Aynı şekilde, harcayacak herhangi bir şey bulamayan mücahidlerin savaş gereçlerini de onlar temin ediyorlar. Bunları, cihadda gösterdikleri sabır, direnç ve verdikleri güzel sınavla elde ediyorlar. Aslında yüce Allah ganimetlerin mülkiyetini daha baştan kendisine ve peygamberine özgü kılmakla, onların gönüllerini ve ruhlarını bu ganimetlere ilişkin olarak herhangi bir şekilde üzülmekten kurtarmıştı. Böylece bu ganimetlerden paylarına düşen miktarı aldıklarında artık üzülmüyorlar. Çünkü onlar bunları kendilerine bahşedenin Allah ve peygamberi olduğunun bilincindedirler. Aynı zamanda ganimetlerden bahşedilen bu miktar, pratik ihtiyaçlarına ve insani duygularına cevap veriyordu. Surenin başında yeralan bu kesin açıklamadan sonra, artık ganimetlere üşüşmez, bunlar hakkında birbirleriyle çekişmezlerdi

Kuşkusuz bu, insanın tabiatını bilen yüce Allah’ın belirlediği metoddur. Yüce Allah onlara bu dengeli ve eksiksiz metodla muamele ediyordu. Bu metod, pratik ihtiyaçlara cevap verdiği gibi, insanın duygularına da cevap veriyor, bu ganimetler için vicdan ve toplumun bozulmasına da engel oluyordu.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.