SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 94. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
94- Ey müminler, Allah’ kendisini görmeksizin O’ndan kimlerin korktuğunu belirlemek için sizleri, ihramlı iken ellerinizin ve mızraklarınızın erişebileceği av hayvanları aracılığı ile dener. Kim bu denemeden sonra yasakları çiğnerse, kendisini acıklı bir azap beklemektedir.
Daha sonra, sûrenin baş tarafında yüce Allah, müminlere şöyle hitab etmişti:
“Ey müminler, yaptığınız sözleşmeleri yerine getiriniz. İhramlı iken avlanmayı helal saymamanız şartı ile ilerde sayılacak olanlar dışında kalan bütün hayvanlar size helal kılındı. Allah dilediği hükmü verir.”
“Ey müminler, Allah’ın ibadet amaçlı sembollerine, içinde savaşılması yasak olan aya, Kabe’ye armağan edilen kurbanlığa, gerdanlıklı kurbanlık hayvanlara, Rabblerinin bağışını ve rızasını kazanmak amacı ile Kabe’yi ziyaret etmeye gelenlere sakın saygısızlık etmeyiniz. İhramdan çıkınca da avlanabilirsiniz. (Maide Suresi, 1-2)
İhramlı iken avlanmayı helal saymaya, Allah’ın nişanelerini; kutsal ayları, kurbanlıkları, gerdanlıkları veya Allah’ın Evi’ni ziyaret etmek amacındaki insanlara dokunmayı normal görmeyi yasaklayan bu ayetler, aykırı davrananlara bu dünyada bir cezayı öngörüyor, yalnızca onların günaha girdiklerini bildiriyordu. Şimdi ise, bu eylemlerin cezası olan kefaret açıklanıyor; “işlediği suçun vebalini tadması için”. Bu haram şeyleri daha önce helal saymış olanların, bağışlandığı ilan ediliyor. Bu açıklamaya rağmen hâlâ onları helal sayacak kimseleri, Allah’ın kendilerinden öç alması ile tehdit ediyor.
Bu bölümün her maddesi gibi, bu maddesi de, alışılan hitap ile başlıyor: “Ey müminler…”
Sonra onlara, ihramlı halde avlanma yasağı dolayısıyla, Allah tarafından sınanacakları, bir denemeden geçirilecekleri haber veriliyor:
“Ey müminler, Allah, kendisini görmeksizin O’ndan kimlerin korktuğunu belirlemek için sizleri, ihramlı iken ellerinizin ve mızraklarınızın erişebileceği av hayvanları aracılığı ile dener. Kim bu denemeden sonra yasakları çiğnerse, kendisini acıklı bir azap beklemektedir.”
Bu basit bir avdır. Allah onu kendilerine gönderir. Yakında ellerinin ulaşabileceği, mızraklarının zorluk çekilmeden ulaştığı bir avdır bu. Rivayet edildiğine göre Allah onlara bu avı öyle çok göndermişti ki, onların çadırları ve evleri yakınında dolaşıp duruyorlardı. Bu insanın kendisiyle sınandığı bir aldanıştır. Bu, daha önceleri yahudilerin kendisine dayanmadığı aldanışın kendisidir, onlar peygamberleri olan Musa’ya (selâm üzerine olsun) ısrarla ricada bulunarak, Allah’ın, kendileri için günlük hayatın hiçbir işiyle uğraşmayacakları bir dinlenme ve dua günü tayin etmesini istemişlerdi. Allah da onlara Cumartesi gününü tayin etmişti. Daha sonra Cumartesi günleri balıkları kıyılara kadar göndermiş, onların gözleri önünde dolaştırmıştı. Cumartesi günleri dışında balıklar, sudaki normal haline dönüyorlardı. Bunun üzerine yahudiler, Allah’a verdikleri sözde duramadılar. Yahudi’dirler, meşhur karakterleri gereği; Allah’a karşı kurnazlıklara başvurdular. Cumartesi günü gelen balıkları kaçırmamak için, denize bir set geriyorlardı. Ancak, o gün avlanmıyorlar, ertesi gün sabah olunca setlerdeki balıkları tutmaya gidiyorlardı! Yüce Allah’ın, yahudilerin tavırlarını ve karakterlerini bildirmek için Peygamberine (salât ve selâm üzerine olsun) yönelttiği şey de buydu:
“Onlara deniz kıyısındaki kasabanın halkının yaptığını sor. Hani onlar Cumartesi yasağını çiğniyorlardı. Çünkü Cumartesi yasağına uydukları gün, onlara akın akın balık geliyordu. Fakat, Cumartesi yasağını çiğnedikleri gün, onlara hiç balık gelmiyordu. Öteden beri fasık oldukları için, biz onları böylece sınavdan geçiriyorduk.” (Araf Suresi, 163)
Yüce Allah müslüman ümmeti de aynı şekilde sınamış, yahudilerin kaybettiği bu sınavdan İslâm ümmeti başarı ile çıkmıştı. Bu da yüce Allah’ın bu ümmetle ilgili sözlerinin bir realite olarak gerçekleşmesiydi:
“Siz insanlar için ortaya çıkarılmış en bayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah’a inanırsınız. Eğer Kitap Ehli iman etseydi onlar için daha iyi olurdu. Onlardan mümin olanlar vardır, yalnız çoğunluğu fasıktır.” (Al-i İmran Suresi, 110)
Bu ümmet, yahudilerin kaybettiği pek çok yerde, başarıya ulaşmıştır. Bu nedenle Allah, yeryüzündeki hilafet görevini yahudilerin elinden almış ve onu bu ümmete emanet etmiştir. Yeryüzünde daha önceki hiçbir ümmete tanımadığı imkanları ona vermiştir. Çünkü Allah’ın nizaını, hayatın tamamına hükmeden realiteye dayalı bir sistem olarak, müslüman ümmetin hilafetinde temsil edildiği gibi, hiçbir ümmet tarafından temsil edilmemiştir. Elbette bu görevi ancak, gerçek müslüman olduğu günlerde, İslâm’ı Allah’ın dini ve yasası olarak beşer hayatına hakim kıldığı günlerde, bu büyük emaneti yüklendiğinin bilincinde olduğu devrelerde, Allah’ın nizamını insanlara tatbik etmek ve Allah’ın emaneti ile onları idare etmekle yükümlü olduğunun bilincinde olduğu sıralarda, yerine getirmiştir.
İhramlı olunduğu sırada rahat avlanabilecek hayvanların avlanma yasağı, bu ümmetin başarıyla geçtiği sınavlardan biriydi. Yüce Allah’ın bu ümmeti bu tür sınavlarda eğitmesi, O’nun, bu ümmeti diğer ümmetlerin arasından seçtiğinin ve onu koruduğunun bir görüntüsüydü.
Yüce Allah, iman edenlere bu sınavın hikmetini açıklamıştır.
“Allah kendisini görmeksizin O’ndan kimlerin korktuğunu belirlemek için.”
Görmeksizin Allah’tan korkmak, bu akidenin müslüman gönüllerdeki ana kaidesidir. Akide binasının, yaşam tarzının üzerinde kurulduğu sağlam kaidedir. Yeryüzünde hilafet görevini Allah’ın sarsılmaz nizamına uygun bir şekilde yerine getirmenin de ana kaidesidir bu.
İnsanlar Allah’ı görmezler. Yalnız iman ettikleri zaman O’nu, içlerinde bulurlar. Yüce Allah, insanlar açısından gaybtır. Fakat insanların kalpleri görmeden O’nu tanır ve kendisinden korkarlar. Bu tüyleri ürperten hakikatin, görmeden Allah’a iman ve O’ndan korkma hakikatının gönüllerde yer etmesi, bundan sonra gözle görmeye ve müşahedeye ihtiyaç duyulmayacak hale gelinmesi, şehadete denk düşecek hatta ondan daha da ağır basacak biçimde bu gaybın bilincine varılması, Allah’ı görmediği halde mümini, Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik etmeye sevk etmesi… Evet bu hakikatın bu şekilde gönüllerde yer etmesi, insan denen varlığın yücelmesinde, fıtrî yapısında mevcut olan bütün yeteneklerini en güzel biçimde kullanmasında büyük bir aşamadır. Bu yükselişi ölçüsünde insanın yetenekleri düzeyinde gayb alemini tanımayan hayvanî alemden onu uzaklaştırır. Ayrıca insanın ruhu ve duyu organlarının ötesindeki dünyalara açılmasını, sevgisinin sırf duyu organlarının dairesi içinde sıkışıp kalmamasını, değerli olan ilişki ve buluşma cihazlarının hareketsiz kalmamasını sağlar. İnsanın, “Maddi” hislerden oluşan hayvanî düzeyde kaybolmasına müsaade etmez!
Bu nedenle Allah, bu hakikatı, bu sınamanın bir hikmeti olarak göstermiştir. Müminlere de bu hakikatı açıklamıştır ki, onların gönülleri bu hakikatı elde emek için harekete geçsin. Yüce Allah, ledünni bir ilimle görmeksizin kimin kendisinden korktuğunu bilmektedir. Yalnız yüce Allah, kendileri hakkındaki ledünni ilmiyle insanları hesaba çekmez. Onları yalnız kendilerinin bir realite olarak yaşadığı eylemlerden sorumlu tutar. İnsanın bu bilgiye uygun olarak yaşaması, Allah’ın ledün ilmini realiteler ilmine dönüştürür.
“Kim bu denemeden sonra yasakları çiğnerse, kendisini acıklı bir azap beklemektedir.”
Müminlere sınanma haberi verilmiş, bu sınavla karşılaşmasının hikmeti bildirilmiş, sınavı kaybetmemeleri için gerekli uyarı yapılmış ve başarının bütün yolları gösterilmişti. Bütün bunlardan sonra kim yasakları çiğnerse, acıklı bir azaba çarptırılması hak ve adaletin gereğiydi. Bu cezayı bizzat kendisi seçmiş ve onu hak etmiş olurdu.
Bütün bunlardan sonra, bu aykırı davranışın karşılığı daha ayrıntılı olarak yasakla başlayıp tehditle sona ermektedir: