sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 150. VE 152. AYETLER

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 150. VE 152. AYETLER
22.02.2020
777
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

150-151- Allah’ı ve peygamberlerini inkar edenler, Allah ile peygamberleri arasında ayırım yaparak; `Buna inanır, fakat şuna inanmayız’ diyenler böylece, iman ile küfür arası bir yol tutturmak isteyenler var ya, onlar gerçek anlamı ile kafirdirler. Biz kafirler için onur kırıcı bir azap hazırladık.

152- Buna karşılık Allah’a ve peygamberlerine inananlara ve peygamberler arasında ayırım yapmayanlara gelince, Allah onların mükafatını ilerde verecektir. Hiç kuşkusuz Allah affedicidir, merhametlidir.

Yahudiler kendi peygamberlerine inandıklarını iddia ediyorlardı. Ancak, İsa ve Peygamberimizin (salât ve selâm üzerine olsun) peygamberliklerini inkar ediyorlardı. Hıristiyanlar, Hz. İsa’yı ilahlaştırmalarına ek olarak; Peygamberimizin (salât ve selâm üzerine olsun) peygamberliğini de inkar ediyorlardı.

İşte Kur’an hem onları hem de bunları reddediyor. Allah ve peygamberlerinin, ayrıca bütün peygamberlerin arasını ayırmaksızın iman etmeye ilişkin kapsamlı ve eksiksiz İslam düşüncesini yerleştiriyor. İşte bu kapsayıcılığıyla “din”, İslâm’dır. Allah, bunun dışında insanlardan başkasını kabul etmeyecektir. Çünkü yüce Allah’ın birliğine ve bu birliğin gereklerine uygun tek din budur.

Kuşkusuz yüce Allah’ın mutlak birliği, onunla peygamberlerin insanlara gönderildiği “dinin” tekliğini gerektirmektedir. Aynı şekilde bu emaneti insanlığa taşıyan peygamberlerin birliğini zorunlu kılmaktadır. Peygamberlerin ya da peygamberliğin birliğini inkar edenler, gerçekte Allah’ın birliğini inkar etmektedirler. Ayrıca bu durum onların, yüce Allah’ın birliğinin gerekleri hakkındaki yanlış düşüncelerini göstermektedir. Yüce Allah’ın ïnsanlığa gönderdiği dininin ve onlar için seçtiği hayat’ sisteminin kaynağı değişmediği gibi esasları da değişmez.

Bu nedenle, Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isteyenler, ayetin akışında; “Allah’a inanan fakat peygamberleri inkar edenler” olarak, ifade edilmektedir. Peygamberlerin arasını ayırmak isteyenler de; “bazısına inanan ancak bazısına inanmayan” olarak tabir edilmektedirler. Her iki grup da, “Allah’ı peygamberlerini inkar edenler” olarak; nitelendirilmektedirler. Böylece, Allah ve peygamberlerini ayırmak ve peygamberlerinin bazısını bazısından ayırmak; Allah ve peygamberlerini inkar etmek olarak değerlendirilmiştir.

Kuşkusuz iman bölünmez bir bütündür. Allah’a iman etmek O’nun birliğine inanmaktır. Yüce Allah’ın birliği de, insanların hayatlarını (bir birlik gibi) esaslarına göre düzenlemelerini istediği dinin, birliğini gerektirmektedir. Aynı zamanda bu dini, kendi yanlarında yada onun irade ve vahyinin dışında bir kaynaktan getirmeyip, O’nun katından getiren peygamberlerin ve onlara karşı takınılacak tavrın birliğini gerektirmektedir. Mutlak küfür olmadan, bu birliği parçalamak imkansızdır. Taraftarları kimine inandıklarını kimini de inkar ettiklerini zannetseler de Allah katında cezaları, hepsine birlikte hazırlanan onur kırıcı azaptır.

“Onlar gerçek anlamı ile kafirdirler. Biz kafirler için onur kırıcı bir aza hazırladık.”

Müslümanlara gelince, onların itikadî düşünceleri, Allah’a ve peygamberlerine aralarını ayırmaksızın topluca iman etmeyi kapsamaktadır. Her peygamber onların yanında inanılması ve saygı gösterilmesi gereken kişidir. Semavi tüm dinler haktır, bozulmaları söz konusu olmadığı sürece. Çünkü bozulmamış tarafları kalmış olsa bile artık, Allah’ın dini olmaktan çıkmıştır. Yoksa Allah’ın dini tektir -Onlar, konuyu gerçekte olduğu gibi- şöyle düşünüyorlar: Bir tek ilah vardır ve bu ilah, insanlar için hoşlandığı tek bir din göndermiştir. Hayatları için bir tek sistem koymuştur. Peygamberleri bu din ve bu sistemle göndermiştir insanlara. Müminlerin düşüncesine göre iman kervanı, birbirine bağlı bir kervandır. Öncülüğünü Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed ve bütün bunların kardeşleri olan diğer peygamberler (Allah’ın salât ve selâmı hepsinin üzerine olsun) yapmaktadır. Onlar kendilerini bu köklü kervana dayandırırlar. Onlar da bu büyük emanetin taşıyıcılarıdır. Şu kutlu yol boyunca uzanan iyiliğin varisleridir onlar. Ne bir ayrılık, ne bir farklılık ne de kopukluk… Bu gerçek dinin mirası sadece onlara aittir. Onların yanında bulunanların dışında kalanların tümü batıl ve sapıklıktan başka bir şey değildir.

İşte, yüce Allah’ın ondan başkasını kabul etmediği “İslâm” budur. Yaptıklarına karşılık Allah katında mükafat ve yaptıkları kusurlardan dolayı bağışlanma ve merhamet hakkeden “müslümanlar” bunlardır:

“Allah onların mükafatını ilerde verecektir. Hiç şüphesiz Allah affedicidir, merhametlidir.”

İslâm, Allah ve peygamberlerine ilişkin birlik inancını son derece sıkı tutar. Çünkü bu birlik, müminin ilah anlayışına ilişkin düşüncesine yakışır bir temeldir. Ayrıca ayrılığa, kargaşaya terk edilmemiş bir düzenin varlığına da yaraşır bir temeldir. Çünkü bu nereye bakılırsa bakılsın, varlık alemine egemen yasanın birliğini gören insana layık bir inançtır. Bu düşünce, müminleri küfür saflarına karşı duracak tek bir kafilede toplamayı, şeytanın hizbine karşı duracak bir hizipte bir araya getirmeyi garantileyen bir düşüncedir. Ancak bu tek saf, -semavi bir temele dayansa bile- sapık inançların taraftarlarının oluşturduğu saf değildir. Bu saf, dosdoğru imanın ve sapıklık bulaşmamış inancın taraftarlarının oluşturduğu saftır.

Bunun için “din” “İslâm”dır ve müslümanlar da “insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmettir.” Doğru akideyi benimseyen ve bu akideyi uygulayan müslümanlar kastedilmektedir. Yoksa bir müslüman aileden doğan yada İslâm kelimesini geveleyip duranlar değil elbette.

Bu açıklamanın ışığında, Allah’ın ve peygamberlerinin arasını ayıranlar, peygamberlerden bazısını bazısından ayıranlar, iman kervanından ayrılmış, Allah’ın topladığı birlikten ayrılmış ve Allah’a iman etmenin dayandığı birliği inkar etmiş oldukları ortaya çıkmış oluyor.

Peygamberler ve peygamberliğe ilişkin iman ve küfür gerçeği hakkında İslâm düşüncesinde yer alan bu başlıca kural yerleştirildikten sonra, yahudilerin, bu alanda takındıkları kimi tavırlarını ve dersin başlangıcında yer alan kötülüğü açıklama hususunda sergiledikleri hareketlerini sunmaya başlıyor. Yahudilerin, peygamber (salât ve selâm üzerine olsun)’e ve O’nun peygamberliğine karşı takındıkları tavır -mucize ve işaretler istemek suretiyle incitmeleri- kınanmaktadır. Böylece bu tutumları ile kendi peygamberleri Musa’ya (a.s.) ve ondan sonra Allah’ın peygamberi İsa (a.s)’a karşı takındıkları tavır arasındaki benzerliğe işaret edilmiş oluyor. Bu, onların ardarda gelen tüm nesillerinden belirginleşen karakterleridir. Ayetlerin akışı, Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun)’ı karşılayan nesil ile, Hz. İsa (a.s)’ı karşılayan nesli ve daha önce Hz. Musa (a.s)’yı karşılayan nesli bu noktada birleştirmektedir.

Böylece bu anlam pekiştirilmiş ve bu karakterleri ortaya çıkmış oluyor. Yahudiler Arap yarımadasında İslâm ve İslâm peygamberine karşı düşmanca; katı ve inatçı bir tutum içinde bulunuyorlardı. Ona karşı Kur’an’ın ayrıntılarıyla açıkladığı; bizim de birkaç örneğini Bakara sûresinde, Al-i İmran sûresinde ve bu sûrede -beşinci cüzde- sunduğumuz gibi, inatçı ve sürekli tuzaklar kuruyorlardı. Ayetlerin burada ele aldığı da bu tuzaklardan bir başkasıdır.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.