SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 86. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
86- Size bir selam verildiğinde ona daha güzeli ile ya da aynısı ile karşılık veriniz. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi hesaba katar.
İslâm, müslüman toplumun belirginleştiği özel bir selam getirmiştir. Böylece toplumun taşıdığı tüm çizgileri hatta günlük basit çizgiler bile farklı ve belirgin olmuştur. Öyle ki bu çizgiler, başka toplumların karakteristik çizgileri ve işaretleri arasında silinip yok olmaz.
İslâm selâmı; “Es selâmualeyküm” veya “Esselâmu aleyküm ve rahmetullah” ya da “Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berakatuhu” şeklinde belirlemiştir. bunlara karşılık verme; daha güzel bir şekilde ve kelimeleri arttırmak şeklinde olacaktır. -Ancak üçüncüsü hariç çünkü arttırılacak bir şey kalmamıştır- Buna göre birincinin karşılığı: “Ve aleyküm selam ve rahmetullah” ikincisinin ise, “Ve aleyküm selam ve rahmetullahi ve berakâtuhu” üçüncüsünün ise “Ve aleyküm selâm ve rahmetullahi ve berakâtühü”dur. Bu yüzden benzeriyle karşılık vermek yeterlidir. Evet bu husus Resulullah’tan bu şekilde rivayet edilmiştir.
Şu selam ayetinde gizli hikmetlerin önünde biraz duralım:
Öncelikle selâm, İslâm’ın kendine özgü kanunları ve düzeni olduğu gibi özel işaret ve gelenekleri de olması için müslüman topluma kazandırmak istediği farklı bir özelliktir. Nitekim kıble değişikliğinden söz ederken bu özellikten müslüman toplumun akidesiyle olduğu kadar kıblesinin belirginleşmesi hususunda söz etmiştik. Bu konu Fi zılal’de Bakara suresinde ele alınmıştı.’
İkinci olarak selâm; müslüman kitleyi oluşturan fertler arasındaki sevgi ve yakınlık bağlarını güçlendirmeye yönelik sürekli bir çabadır. Kuşkusuz selamı yaygınlaştırmak ve selâma daha güzeliyle karşılık verme, bu bağların oluşması ve güçlenmesi için en iyi araçlardır. Nitekim Resulullah’a “hangi iş hayırlıdır?” diye sorulmuş, O da “Yemek yedirmen ve tanıdığın, tanımadığın kimselere selâm vermendir”‘ buyurmuştur.” (Buhari) Bu, öncelikle müslüman toplum arasında selamı yaygınlaştırmaya ilişkindir. Ve bu sünnettir. Verilen selâma karşılık vermek ise bu ayete göre farzdır. Kalplerin temizlenmesi, tanışmayanların tanışması ve birbirlerine bağlı bulunanların arasındaki bağın güçlendirilmesi konusunda bu geleneğin pratik etkileri göz önünde bulundurulduğunda bu işe verilen önemin değeri de anlaşılır. Bu, böylesi geleneklerin toplumda bıraktığı etkileri göz önünde bulundurup olağanüstü sonuçlarını inceleyenler tarafından rahatlıkla algılanabilecek bir gerçektir.
Üçüncü olarak selâm, öncesinde sonrasında yer alan savaş ayetlerinin arasında rahatlatıcı bir esintidir. Belki de bununla da İslam’ın esas temeline yani barışa işaret etmek istenmiştir. Çünkü İslâm barış dinidir. Ve o, geniş ve kapsamlı anlamıyla yeryüzüne, insan fıtratının Allah’ın metodu üzere istikamet bulmasından kaynaklanan barışı yerleştirmekten başka bir şey için savaşmaz.
TEVHİD İNANCI
Bu ders, İslâm düşüncesinin başlıca temelini belirtmekle başlıyor; Tevhid ve yüce Allah’ın uluhiyette birlenmesi… Münafıklara karşı davranışlarında iki gruba ve görüşe bölünen müslüman safın bu tavrı sergilendikten sonra, müslüman toplumun değişik kamplarla nasıl bir davranış içinde olacağına ilişkin çeşitli hükümler bu temelin üzerine bina edilmektedir. -Buradan, Medine’de oturanların dışında münafıklardan özel bir topluluğun varlığı anlaşılmaktadır. Böylece, bu hükümler, -ve bu sergileme- bir bütün olarak İslâm düzeninin dayandığı temel kurallarına dayandırılmaktadır. Rabbanî metod bir hüküm veya direktif belirlediğinde bu temel hep hatırlatılır.
Farklı kamplara karşı sergilenecek davranış biçimlerine ilişkin bu hükümler, -insanlık tarihinde ilk defa- İslâm’ın uluslararası ilişkilerin düzenlenmesi ve bu ilişkiler için, kılıç zoru, kuvvet mantığı ve geçici kanundan başka temeller edinilmesi konusunda yerleştirdiği temel kuralların bir yönünü oluşturmaktadır.
Avrupa, uluslararası kanunu ve onun uzantısı sayılan Uluslararası tüm düzenlemeleriyle bu konuya ancak Miladî on yedinci yüzyılda (Hicri onbirinci yüzyıl) el atabilmiştir. Ancak, bütünüyle bu kanun kağıt üzerinde kalmaktan öteye gitmemiştir. Bu düzenlemeler de tamamiyle, arkasında Uluslararası ihtirasın gizlendiği araç ve soğuk savaş için birer basamak olmuşlardır. Bunlar hakkın ve adaletin gerçekleşmesinden ziyade denk kuvvetlere sahip devletlerin çekişmeleri sonucu ortaya çıkmışlardır. Ancak ne zaman bu denge bozulmuşsa Uluslararası kanunların bir değeri ve Uluslararası düzenlemelerin kayda değer bir işlevi söz konusu olmamıştır.
İnsanlar için gönderilen Rabbanî sistem olan İslâm’a gelince, Uluslararası ilişkilerin esaslarını Miladi yedinci yüzyılda (hicri birinci yıl) belirlemiştir. Bunları, zıt güçlerin zorlaması söz konusu olmaksızın kendiliğinden belirlemiştir. Bunları, kendisi uygulamak ve müslüman toplumun diğer topluluklarla gireceği ilişkilere dayandırmak için ortaya koymuştur. Böylece -cahiliye mensubu- diğer paktlar kendisiyle bu ilkeler uyarınca ilişkide bulunmasalar da İslâm insanlık için adalet sancağını yükseltmeyi ve onlara yolun işaretlerini belirlemeyi istemiştir. Kuşkusuz, ilk defa bu ilkeleri İslâm belirliyordu.
Uluslararası ilişkilere ilişkin bu kurallar, konuları ve münasebetleri bakımından Kur’an sureleri arasında dağılmış durumdadırlar. Ancak bunlar Uluslararası ilişkiler için eksiksiz bir kanun oluştururlar. Böylece İslâm cephesi ile; savaşanı, barışanı, anlaşanı, tarafsızı ve savaşanın, veya barışanın ya da tarafsızın müttefikiyle tüm diğer kamplar arasında baş gösterecek her durumu kapsamaktadırlar.
Burada bu ilke ve hükümleri sunacak değiliz. (Bu, Uluslararası hukuk uzmanı birinin üstleneceği bağımsız bir araştırma konusudur.) Ancak biz, bunlardan şu derste geçen ayetlerde yer alanlarını sunacağız. Bunlar da aşağıdaki gruplarla kurulacak ilişkilerle ilgilidirler.
1- Medine’de oturmayan münafıklar.
2- Müslümanların anlaşma halinde olduğu bir kavimle ilişkide bulunanlar.
3- Dinlerini bırakmamakla beraber ne müslümanlarla, ne de kavimleriyle savaşmaktan hoşlanmayan tarafsızlar.
4- Akideyle oynayanlar. Medine`ye gelirken müslümanlıklarını, Mekke’ye girerken de küfürlerini açıklayanlar.
5- Müslümanlar arasında meydana gelen yanlışlıkla adam öldürme veya ülkeleri ve ulusları ayrı kişilerin bilerek adam öldürmeleri durumları.
Uluslararası boyutta kurulacak ilişkilere ilişkin ilkelerin bir yönünü oluşturan bu gibi durumlar hakkında kesin ve açık hükümler bulacağız. Diğer yönü ise, değişik ilişkileri ele alan geri kalan hükümler de anlatılmaktadır.
Kur’anî akışın başladığı İslâm’ın ve çeşitli yönleriyle İslâm düzeninin dayandığı en başta gelen kuralla başlıyoruz biz de.