SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA TEVBE SURESİ 49. VE 52. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
49- Onlardan bazıları, “Bana savaşa katılmama izni ver de beni fitneye düşürme” derler. Haberiniz olsun ki, onlar fitnenin içine düşmüşlerdir ve cehennem kâfirleri kuşatacaktır.
50- Eğer karşına bir iyilik çıkarsa fenalarına gider. Eğer başına bir musibet gelirse, “Biz savaşa katılmayarak önceden tedbirimizi aldık ” diyerek sevinç içinde dönüp giderler.
51- Onlara de ki; “Başımıza gelenler, sadece Allah’ın alnımıza yazdıklarıdır. Bizim mevlamız, sahibimiz O’dur. Mü’minler sadece Allah’a dayansınlar.
52- De ki; “Bizim için beklediğiniz sonuç iki iyiden, yani zaferden veya şehit düşmekten biri değil mi? Biz ise Allah’ın sizi ya doğrudan doğruya kendi tarafından ya da bizim elimizle azaba uğratmasını bekliyoruz. Bekleyiniz bakalım, biz de sizinle birlikte bekliyoruz. “
Muhammed İbn-i İshak, Zühri’den, Yezid İbn-i Ruman’dan, Abdullah İbn-i Ebu Bekir’den ve Asım İbn-i Katade’den rivayet ederek onların şöyle dediklerini ifade etmektedir:
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Tebük savaşının hazırlığını yaptığı bir sırada, Beni Seleme’nin kardeşi Cedd İbn-i Kays’a, “Ey Cedd, sen Asfaroğulları (yani Bizanslılarla) ile savaşabilir misin”? diye sordu.
Cedd şu cevabı verdi:
“Ey Allah’ın elçisi, bana izin versen ve beni fitneye düşürmesen olmaz mı? Allah’a yemin ederim ki, bizim eller benden daha çok kadına düşkün bir adam tanımamıştır. Ben Rumlar’ın dilberlerini gördüğümde, kendimi tutamamaktan korkuyorum.”
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- yüzünü çevirdi ve “Sana izin verdim” buyurdu. İşte bu ayet Cedd İbn-i Kays hakkında inmiştir. Münafıklar işte bu tür bahaneleri mazeret olarak ileri sürüyorlardı. Onların bu mazeretleri şu şekilde reddedildi:
“Haberiniz olsun ki, onlar fitnenin içine düşmüşlerdir ve cehennem kâfirleri kuşatacaktır.”
Bu ifade bir sahneyi tasvir ediyor. Buna göre sanki fitne kızgın bir ateştir. Fitneye düşenler oraya yuvarlanmakta, ardından cehennem de onları çepeçevre kuşatmakta, bütün çıkış yerlerini ve pencerelerini kapatmakta ve hiç kimse artık oradan kurtulamamaktadır. Bu, onların bütünü ile günaha dalmalarına ve onun kaçınılmaz cezasını beklemelerine işaret eden bir kinayedir. Yalanın, savaştan geri kalışın ve bu seviyesiz mazeretlere yapışacak kadar düşüşlerinin, alçalışlarının cezasını somutlaştıran bir kinaye… Dış görünüş itibariyle, ne kadar islâm oldukları imajını vermeye çalışsalar da, münafıklık (ikiyüzlülük) yaptıkları için onların kâfir oldukları bu ayette belirtilmektedir.
“Eğer karşına bir iyilik çıkarsa fenalarına gider.”
Onlar müslümanların başına gelen bir felâkete, bir sıkıntıya seviniyorlar:
“Eğer başına bir musibet gelirse, `Biz savaşa katılmayarak önceden tedbirimizi aldık’ derler.”
Biz müslümanlarla birlikte kötü bir duruma düşmemek için daha önceden önlemimizi aldık. Ve savaştan, çatışmadan geri kaldık!
“Sevinç içinde dönüp giderler.”
Kendileri kurtuldukları için… Ve müslümanların başına musibet geldiği için.
Çünkü onlar işlerin, olayların dış görünüşlerini esas alırlar. Ne olursa olsun onlar belayı, musibeti kötü olarak değerlendiriyorlar. Savaştan geri kalmak ve evlerinde oturmakla kendilerine iyilik yaptıklarını sanıyorlar. Halbuki onların kalpleri, Allah’a teslim oluştan ve O’nun belirlediği kadere razı olmaktan ve bu kaderin iyiliğe vesile olacağına inanmaktan tamamen boşalmış bulunmaktadır. Doğru dürüst bir müslüman ise, vargücü ile çalışır, ileriye atılır ve hiç de korkuya kapılmaz. Karşılaşacağı iyiliğin ve kötülüğün Allah’ın iradesine bağlı olduğuna ve yüce Allah’ın kendisinin yardımcısı ve destekçisi olduğuna inanır.
“Onlara de ki; “Başımıza gelenler, sadece Allah’ın alnımıza yazdıklarıdır. Bizim mevlamız, sahibimiz O’dur. Mü’minler sadece Allah’a dayansınlar…”
Zaten yüce Allah mü’minler için zaferi yazmış ve eninde sonunda bu zafere kavuşacaklarına söz vermiş bulunmaktadır. Ne kadar zorluklarla karşılaşsalar, ne kadar sınavlardan geçirilseler yine de bunların hepsi vadedilen zafer için bir hazırlıktan öteye geçmez. Böylece mü’minler, bir süzgeçten geçirildikten sonra ve bir belgeye dayanarak Allah’ın yasasının gerektirdiği vasıtalara başvurarak, ucuz değil, değerli-üstün bir zafere kavuşacaklardır. Her çeşit fedakârlığa göğüs geren ve bütün belalara, sınavlara hazırlıklı bulunan aziz ruhların (canların) kendilerini koruduğu bir izzete kavuşacaklardır. Asıl zaferi veren ve destekleyen yüce Allah’tır:
“Mü’minler sadece Allah’a dayansınlar.”
Allah’ın takdirine inanmak ve Allah’a tam anlamı ile güvenmek, imkânların elverdiği ölçüde hazırlık yapmaya aykırı düşmez. Böyle bir hazırlık yapmak Allah’ın apaçık emridir:
“Onlara karşı gücünüzün yettiğince kuvvet hazırlayın.” (Enfal Suresi, 60)
Allah’ın emrini uygulamayan, sebeplere yapışmayan, Allah’ın hiç kimseyi kayırmayan ve hiç kimsenin hatırını saymayan yürürlükteki yasasını kavramayan insan, gerçek anlamda Allah’a güvenmiş ve Allah’a dayanmış olmaz.
Ayrıca mü’minin bütün yaptıkları hayırdır, iyiliktir. İster zafere kavuşsun, ister şehitliğe, farketmez. Kâfire gelince, onun her işi kötüdür. İster doğrudan Allah’ın azabına çarpılsın, isterse mü’minlerin elleriyle cezalandırılsın, farketmez:
“De ki; “Bizim için beklediğiniz sonuç iki iyiden, yani zaferden veya şehit düşmekten biri değil mi? Biz ise Allah’ın sizi ya doğrudan doğruya kendi tarafından ya da bizim elimizle azaba uğratmasını bekliyoruz. Bekleyiniz bakalım, biz de sizinle birlikte bekliyoruz.”
Münafıklar, mü’minlerin başına nasıl bir musibet gelmesini bekliyorlar? Onların akıbetleri herhalde iyilik ve güzelliktir. Ya Allah’ın sözünü hükmünü yüceltip egemen kılarak zafere ulaşırlar. Bu, onların yeryüzünde elde edecekleri mükâfattır. Veya Hakk yolunda şehitliğe erişirler. Bu da, Allah katındaki derecelerin en büyüğüdür. Peki mü’minler, münafıklar için nasıl bir akıbeti bekliyorlar? Onları bekleyen ya Allah’ın kendilerinden önceki yalanlayıcıları yakaladığı gibi kendilerini de kıskıvrak yakalayacak olan azabıdır ya da daha önce müşriklerin başına geldiği gibi mü’minlerin elleriyle cezalandırılmalarıdır…
“Bekleyiniz bakalım, biz de sizinle birlikte bekliyoruz.”
Sonuç bellidir… Neticede zafer müminlerindir.
ÖZDEN YOKSUN GÖRÜNTÜ
Savaşa gitmemek için mazeret ileri süren, savaştan geri kalan ve mü’minlerin bir açığını yakalamak için pusuda bekleyenlerin bazıları, cihada gitmemek için mazeret beyan ederken, malı yönden yardım yapmak istediklerini söylüyorlardı. Böylece her yerde ve her zamanda, münafıkların yöntemini kullanarak sopayı ortadan tutmak istiyorlardı. Yüce Allah onların bu sahte tekliflerini reddetti. Peygamberine, “Onların yapacakları harcamaların Allah’ın katında kabul edilmeyeceğini, çünkü bu harcamaları ile sadece gösteriş yaptıklarını ve korkudan böyle bir teklif getirdiklerini, imanlarını ve güvenlerini esas alarak infakta bulunmadıklarını açıklamayı” emretti. Gerçek durumları bu olduğuna göre, isterse onlar infaklarını müslümanları kandırmak için bir kalkan olarak gönül rızası ile vermiş olsunlar, isterse durumlarının ortaya çıkmasından korktukları için istemeyerek vermiş olsunlar, farketmez. Bu yoldaki harcamaları, her iki halde de reddedilmiş bulunmaktadır. Onların bu yardımları kendilerine bir sevap getirmeyecek ve Allah katında hesaba katılmayacaktır: