SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA YUNUS SURESİ 15. VE 19. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
15- Onlara açık anlamlı ayetlerimiz okunduğunda, bizimle karşılaşacaklarını beklemeyenler sana, “bundan başka bir Kur’an getir ya da onu değiştir” dediler. Onlara de ki; “Onu kendiliğimden değiştirmem sözkonusu değildi: Ben sadece bana vahyolunan mesaja uyarım. Eğer Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım. “
16- De ki; “Eğer Allah’ın dileği bu yolda olmasaydı, bu Kur’an’ı size okumazdım, hatta Allah sizi ondan hiç haberdar etmezdi, bundan önce aranızda bir ömür yaşadım, hiç düşünmüyor musunuz?”
17- Allah’a yalan yakıştırmalar yapandan ya da O’nun ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kim olabilir? Hiç kuşkusuz ağır suçlular iflah olmazlar. “
18- Onlar Allah’ı bırakarak kendilerine ne zarar ve ne de yarar dokunduramayan putlara tapıyorlar ve “Bunlar Allah katında bizim aracılarımızdır” diyorlar. Onlara de ki; “Göklerde ve yerde Allah’ın bilmediği bir şeyi mi O’na haber veriyorsunuz? Allah onların koştukları ortaklardan uzak ve yücedir.
19- Tüm insanlar tek bir ümmetten ibaretti, sonra görüş ayrılığına düştüler. Eğer Rabbinin daha önce kesinleşmiş bir kararı olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri konularda aralarında hemen hüküm verilirdi. 20- Onlar, “Muhammed’e, Rabbinden somut bir mucize indirilse ya” derler. Onlara de ki; “Gayb aleminin bilgisi Allah’ın tekelindedir, bekleyiniz, ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim. “
Önceki milletlere varis olduktan sonra müşrikler böyle yaptılar. Peygamber’e karşı tavırları da buydu işte!..
“Onlara açık anlamlı ayetlerimiz okunduğunda bizimle karşılaşacaklarını beklemeyenler sana, “bundan başka bir Kur’an getir, ya da onu değiştir” dediler.
Bu, gerçekten tuhaf bir istektir. Ciddiyetten kaynaklanamaz. Ancak ciddiyetsizlikten, alaycılıktan, eğlenmekten kaynaklanabilir. Bu, Kur’an’ın görevini ve indirilişindeki ciddiyeti kavramamaktan kaynaklanabilir. Bu, ancak Allah’ın huzuruna çıkarılacağına inanmayan bir kişinin ileri sürebileceği bir istektir!
Bu Kur’an, kuşatıcı bir hayat sistemidir. İnsanın hem bireysel, hem de toplumsal hayatında gerekli olan bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecek biçimde düzenlenmişti. Bu dünya hayatında gücü yettiği kadar onu ileriye götürecek yola iletir. İşin sonunda ise, onu ahiret hayatına yöneltir. Kur’an’ı olduğu gibi bütün gerçekliği ile onaylayan birinin, ondan başka bir şey istemek veya bazı bölümlerinin değiştirilmesini taleb etmek diye bir problemi olmaz.
Büyük bir ihtimalle, Allah’ın huzuruna çıkarılacaklarını beklemeyenler (ummayanlar) meseleyi bir maharet (ustalık) işi olarak değerlendiriyorlardı. Meseleyi, cahiliye döneminde arap panayırlarında ortaya atılan söz atışmalarından biri durumunda görüyorlardı. Hz. Muhammed -salât ve selâm üzerine olsun- ise, ne meydan okumayı kabul edip başka bir Kur’an yazmak, ne de bir bölümünün yerine başka bir bölüm yazmak durumundaydı?
“Onlara de ki; “Onu kendiliğimden değiştirmem sözkonusu değildir. Ben sadece bana vahyolunan mesaja uyarım. Eğer Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım.”
Kur’an ne herhangi bir oyuncunun oyuncağı, ne de bir şairin maharetiydi. O, bütün evreni idare eden, insanı yaratan ve insan için neyin yararlı olduğunu en iyi bilen Allah’tan gelen kuşatıcı bir sistemdir. Peygamber kendiliğinden Kur’an’ı değiştiremez. O, ancak kendisine gelen vahyi uygulayan ve başkalarına ileten bir kişidir. Her değiştirme, büyük bir gün olan kıyamette acı bir azaba neden olur:
“De ki; “Eğer Allah’ın dileği bu yolda olmasaydı, bu Knr’an’ı size okumazdım, hatta Allah sizi ondan hiç haberdar etmezdi, bundan önce aranızda bir ömür yaşadım, hiç düşünmüyor musunuz?
O, Allah’tan gelen bir vahiydir. O’nun size anlatılması da Allah’ın emridir. Eğer Allah, Kur’an’ı size-okumamı dilememiş olsaydı, onu size okumazdım. Eğer Allah Kur’an’ı size bildirmemi istemeseydi, bildirmezdim. Bu Kur’an’ın inişinde de insanlara anlatılmasında da, yetki sahibi olan Allah’tır. Bunu onlara söyle. Onlara, Peygamberlikten önce tam bir ömür boyunca, yani kırk sene aralarında yaşadığını, bu Kur’an’dan hiçbir şekilde söz etmediğini söyle. Böyle bir iş yapmaya gücünün yetmediğini ve o zamanlar vahyin sana gelmeye başlamadığını bildir. Buna benzer bir işi veya onun bir bölümünü yapabilecek gücün olsa idi, tam bir ömür boyunca beklemenin ne anlamı olabilirdi.
İyi bil ki, bu, insanlara anlatmaktan öte, üzerinde hiçbir tasarrufa sahip olmadığın vahiydir.
Onlara de ki; ben Allah adına yalan uydurup, O’na iftira edemem. Gerçeğin dışında hiçbir şekilde bana vahyedildi diyemem. Allah adına yalan uydurmaktan veya Allah’ın ayetlerini yalan saymaktan daha büyük zulüm olamaz:
“Allah’a yalan yakıştırmalar yapandan ya da O’nun ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kim olabilir?”
Ben sizi bu iki suçun ikincisinden sakındırıyorum. Allah’ın ayetlerini yalan saymayın. Ben de birincisini işlemem. Allah adına yalan uydurmam:
“Hiç kuşkusuz ağır suçlular iflah olmazlar.”
Kur’an’ın akışı, müşriklerin yeryüzünde önceki milletlerin yerini aldıktan sonra, ne söylediklerini ve ne yaptıklarını sunmaya devam etmektedir. Tabii ki, yeni bir Kur’an isterken düştükleri saçmalıktan başka olarak…
“Onlar Allah’ı bırakarak kendilerine ne zarar ve ne de yarar dokunduramayan putlara tapıyorlar ve “Bunlar Allah katında bizim aracılarımızdır” diyorlar. Onlara de ki; “Göklerde ve yerde Allah’ın bilmediği bir şeyi mi O’na haber veriyorsunuz? Allah onların koştukları ortaklardan uzak ve yücedir.”
Nefs bir sapmaya başladı mı, artık alçalışın hiçbir sınırında durmaz. Müşriklerin taptıkları bu ilahların hepsi onlara ne bir fayda, ne de bir zarar verebilirler. Fakat onlar bu ilahların Allah katında kendilerine şefaat edeceklerini sanıyorlar:
“Ve bunlar Allah katında bizim aracılarımızdır’ diyorlar.”
“Onlara de ki; “Göklerde ve yerde Allah’ın bilmediği bir şeyi mi O’na haber veriyorsunuz.”
Yüce Allah sizin zannettiğiniz gibi, bazı kimselerin kendi katında şefaat edeceklerini bilmiyor! Yoksa siz Allah’ın bilmediği şeyi mi biliyorsunuz? Göklerde ve yerde varlığını bilmediği bir şeyi O”na haber mi veriyorsunuz?
Bu, onların ısrarla direndikleri sözkonusu alçalışlarına lâyık, alaylı bir üsluptur. Hemen ardından yüce Allah, onların ileri sürdükleri şanına yakışmayan iddialardan tenzih ediliyor:
“Allah onların koştukları ortaklardan uzak ve yücedir.”
Kur’an akışının seyri, müşriklerin ne söylediklerine ve ne yaptıklarına geçmeden önce, bu şirki değerlendiriyor ve onun geçici olduğunu belirtiyor. Fıtrat temelde baştan tevhid üzere idi. Sonra ayrılık başgösterdi ve zamanla derinleşti:
`Tüm insanlar bir tek ümmetten ibaretti, sonra görüş ayrılığına düştüler.”
Allah’ın iradesi, doldurmaları gereken bir zamana kadar onlara zaman tanımayı uygun görmüştür. Daha önce buna söz vermiştir. Dilediği bir hikmet gereği sözünü yerine getirmiştir:
“Eğer Rabbinin daha önce kesinleşmiş bir kararı olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri konularda aralarında hemen hüküm verilirdi.”
Bu değerlendirmeden sonra önceki milletlere varis olan müşriklerin neler söylediklerini sunmaya devam ediyor:
“Onlar, “Muhammed’e Rabbi’nden somut bir mucize indirilse ya” derler. Onlara de ki; “Gayb aleminin bilgisi Allah’ın tekelindedir, bekleyiniz, ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim.”
Bütün vecizliği ve yüceliğine rağmen, bu Kur’an’ın içerdiği ayetlerin tamamı onlara yetmiyor. Evrenin her sayfasına serpiştirilen Allah’ın bunca ayeti de yetmiyor onlara. Kalkıyorlar, önceki ümmetlere gönderilen peygamberlerin harikaları gibi bir harika istiyorlar. Muhammedi Risaletin ve mucizenin yasasını anlamıyorlar. Bu mucize herhangi bir neslin görmesiyle fonksiyonunu yitiren geçici bir mucize değildir. Bu mucize, bütün nesiller boyunca insanların kalplerine ve akıllarına hitap eden sürekli bir mucizedir.
Yüce Allah, peygamberini yönlendirerek onları, gaybın ne olduğunu bilen ve onlara bir harika gösterip göstermemeyi takdir eden Allah’a havale etmesini istemektedir.
“Onlara de ki; “Gayb aleminin bilgisi Allah’ın tekelindedir, bekleyiniz, ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim.”
Bu cevabın içinde süre tanıma ve tehdit etme vardır. Ayrıca ilahlık karşısında kulluğun sınırlarını açıklama vardır. Nebilerin ve Resullerin en büyüğü olan Hz. Muhammed -salât ve selâm üzerine olsun- gayb konusunda bir yetkiye sahip değildir. Gaybın tamamı Allah’ındır. İnsanların işlerine de hakim değildir. Onların işi Allah’a havale edilmiştir… Böylece ilahlık makamı karşısında kulluk makamı da yerini buluyor. İki gerçek arasında hiçbir şüphe ve kuşkuya yer bırakmayan ayırıcı ve kesin bir çizgi çiziliyor.
NANKÖR İNSAN
Kur’an’ın akışı, önceki milletlere varis olan müşriklerin neler söylediklerini ve neler yaptıklarını ortaya koyduktan sonra, insanların felâketten sonra rahmeti tattıklarında gösterdikleri tavırlara ilişkin bazı karakterlerinden söz ediyor. Nitekim daha önce de insanın felâkete uğradığında ve ondan kurtulduktan sonra gösterdiği tavırlara ilişkin, bazı karakterlerinden söz etmişti. Ayrıca bunu desteklemek amacı ile hayatın gerçeklerinden birini de örnek olarak gösteriyor. Hayatın bu gerçeğini, Kur’an’ın tasvire dayalı sahnelerinden biri olarak ve etkili bir sahne şeklinde sunuyor: