SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA YUSUF SURESİ 53. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
53- “Bununla birlikte nefsimi aklamak, onu masum göstermek istemiyorum. Çünkü Rabbimin rahmeti ile korudukları dışındaki tüm nefisler, insanı ısrarla kötülüğe kışkırtırlar. Hiç şüphesiz Rabbim affedicidir, merhametlidir.”
Seven bir kadındır bu! İlgilendiği erkeği, cahiliye döneminde de, İslâmı kabul ettikten sonraki dönemde de yücelten bir kadın! Artık Yusuf’tan beklediği, onun ağzından çıkacak bir söz ya da kendisinin onun rahatladığını görebilmekten öte bir şey değildir! Sadece sanat olsun diye değil, aynı zamanda ibret ve öğüt için; inanç ve çağrı meselesinde bir yöntem için aktarılan kıssada, böylece beşeri boyut da somutlaşmış durumda. Duyguların tüm derinlikleri, vicdandaki tüm titreşimler, kıssanın sanatsal ifadesinde, özenle, büyük bir dikkat ve incelikle resmedilmiş bulunuyor. Bu noktada tam bir gerçekçilik gözleniyor. Bu tür kişilerin iç dünyalarındaki çevrelerindeki ve bu çevrelerde hakim faktörlerdeki, tüm etkiler ve tüm olabilirlikler mükemmel’ bir uyum içerisinde aktarılıyor.
Burada Yusuf’un hapisle, ithamla sınanması da noktalanıyor. Artık Yusuf’un hayatında konforlu bir dönem başlayacak ve kendisi bu kez de sıkıntıyla değil bollukla sınanacaktır.
ONÜÇÜNCÜ CÜZ’E GİRİŞ
Bu cüz, Mekke’de inen Yusuf suresinin kalan bölümünden ve yine Mekke’de inmiş olan Ra’d ve İbrahim surelerinden oluşmaktadır. Kısacası Kur’an’ın Mekke’de inmiş bölümlerinde gözlemlediğimiz tüm özellikleriyle, bütün ayetleri Mekke döneminde inen bir cüzdür bu. (Yedinci cüzdeki En’am, onbirinci cüzdeki Yunus, onikinci cüzdeki Hud surelerinin giriş bölümlerine bakınız.)
Ra’d ve İbrahim surelerinin tanıtımını, Allah’ın izniyle bu surelere geldiğimiz zaman yapacağız. Yusuf suresinin bu cüze kalmış olan bölümüne gelince… Sizden ricamız, bu cüzü okumaya başlamazdan önce, bir önceki cüzde Yusuf suresini tanıtmak amacıyla kaleme aldığımız giriş bölümüne yeniden bir kez daha göz atmanızdır.
Bu yeni cüzümüzün ilk sayfalarında, Yusuf kıssasının kalan bölümü ve hemen peşinden gelen, kıssanın değerlendirme ve yorum ayetleri, sonra da surenin bitiminde yeralan son değerlendirme ayetleriyle karşılaşıyoruz. Kıssanın baş kahramanı konumundaki Yusuf’un yaşamındaki aşamalardan yepyeni bir bölüm çıkıyor karşımıza. Kahramanımızın kişiliğinin, kendi temel özelliklerine uygun bir biçimde, giderek yücelip olgunlaştığına tanık oluyoruz. Baş kahramanımızın bu temel özelliklerinden, daha önce suremizin giriş bölümünde kıssadaki kahramanların tanıtımı sırasında söz etmiştik. (Yusuf suresinin başında kaleme alınmış giriş bölümüne bakınız.) Kahramanımızın yaşamındaki bu yeni aşamada, onun yepyeni ayırıcı nitelikleri çıkıyor ortaya. Gerçi bunlar, Yusuf’taki kişilik gelişmesinin ve yaşamındaki geçmiş dönemin doğal ve reel bir uzantısı niteliğindedir, ama yine de apayrı bir karakteristik taşımaktadırlar.
Yusuf’un kişiliğinin, başından geçen olaylar ve başarıyla verdiği sınavlar sonrasında giderek mükemmelleşmiş olduğunu görüyoruz. Kuşkusuz bu mükemmelleşme ve olgunlaşma, Allah’ın bu salih kuluna verdiği rabbânî eğitimin gölgesi altında gerçekleşmiştir.
Bu eğitimin amacı; Onu yeryüzünde sağlam bir yer sahibi yapmak, sağlam yerleşmiş biçimdeki çağrıyı yaparken Ortadoğu’nun o günlerdeki en önemli başkentinde yönetimin iplerini avucunun içinde tutacaktı.
Bu yeni dönemde onda gözlemlediğimiz özellikler; onur noktasında Allah’a dayanması, mutmain olması, gönlünün O’nun huzuruyla dolması, O’na güvenmesi, sadece O’na bağlanması, ayrıca yeryüzü kökenli tüm değer ölçütlerini bırakması, bu ölçütlerin tüm kösteklerinden kendini kurtarması, yeryüzünde hüküm süren güçleri umursamaması ve yine Allah’ın sebepler zincirine tüm yüreğiyle bağlanmasından ötürüdür ki, yeryüzü kökenli güç ve ölçütlere zerre kadar aldırmamasıdır.
Nitekim bu olguyu, racının gelerek ona kralın kendisiyle görüşmek istediğini söylediğinde, Yusuf’un takındığı tavırda apaçık bir biçimde görüyoruz.
Kralın bu isteği, Yusuf için zerre kadar bir önem arzetmiyor. Bu istek karşısında Yusuf, hemen hapishanenin karanlığından kurtulup bir an önce kendini, bir zamanlar görüşebilmek için çırpındığı kralın huzuruna atabilmek üzere zerre kadar heyecanlanmıyor. Artık onun için, serbest bırakılarak bu sıkıntıdan kurtuluvermek hiç de deliye dönülecek bir olay değildir. Oysa daha önceki yıllara doğru şöyle bir uzanırsak Yusuf’un, şu an kendisine gelmiş bulunan ar acıdan, o zamanlar -belki beni kurtarabilir diye düşünerekten- kendisini ve içine düştüğü durumu krala hatırlatmasını istediğini görüyoruz… İman elbette ki yine aynı imandır… Fakat Yusuf imanın perçinleştiğini, gönül huzuruyla dolduğunu görüyoruz. Mutmainlik tüm yüreğini doldurmuş, tüm benliğiyle Allah’ın güven duygusunu kuşanmıştır… Şimdi, Allah’ın takdirinin akışına bırakmaktan başka şey düşünmüyordu, O erişilmesi güç güven duygusu ki, atası İbrahim bile bunun peşindeydi. Nitekim İbrahim, Rabbine; “Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster” demişti. Allah ise, onun imanlı olduğunu çok iyi bilmesine karşın soruyordu: “Yoksa inanmıyor musun?” Neler hissettiğini, neden böyle dediğini çok iyi bilen Rabbinin bu sorusuna karşılık İbrahim ise şu cevabı veriyordu:
“Tabii inanıyorum, fakat kalbim kesin kanaat getirsin diye bunu istiyorum.” (Bakara Suresi 260)
İşte burada da Yusuf’un, sınanmalar, güçlükler, gördükleri, izlenimleri, bilgisi, tattıkları, duyduğu güven ve huzur sonucunda, Allah’ın rabbânï eğitim yoluyla seçkin kullarına lütfettiği mutmainlik noktasına vardığını görüyoruz.
Nitekim bu noktadan itibaren Yusuf’un, yaşamının sonuna dek sergileyeceği tüm davranışlarında hep aynı olgunun sürdüğünü göreceğiz. Gerçekten de onun sergilediği en son tavrına baktığımızda, yeryüzündeki insanlarca hep hoşlanılan şeylerin tümünü onun bir yana iterek, kurtuluşu sadece Rabbinde aradığına tanık oluyoruz:
“Rabbim, sen bana egemenlikten pay verdin, beni olayları (ya da rüyaları) yorumlamaya ilişkin bazı bilgiler ile donattın. Ey göklerin ve yerin yaradanı! Gerek dünyada, gerek ahirette tek dayanağım sensin; canımı müslüman olarak al ve beni iyi kulların arasına kat.”
Gerek surenin sonundaki değerlendirme ayetleri ve gerekse surenin genel değerlendirme ayetlerine gelince, geçen cüzde yeralan sureyi tanıtma kısmında bunlardan bahsetmiştik.
Allah’ın izniyle, yeri geldiğinde tüm bu ayetleri ayrıntısıyla açıklayacağız. Burada sadece, kıssamızın baş kahramanı Yusuf’un kişiliğinde gözlemlenen sözkonusu yeni olguya dikkat çekmeye çalıştık. Bu yeni olguyla Yusuf’un kişiliği, sözcüğün tam anlamıyla olgunlaşmış durumdadır. Ayrıca, Kur’anî yöntemin dinamizmi ve eğiticiliği açısından da kıssamız ve suremiz baştan sona sözkonusu temel olgunun görünümleriyle doludur.
Okuyacağımız derste Yusuf kıssasının yeni bir bölümüne, birbaşka deyişle, dördüncü bölümüne gelmiş bulunuyoruz. Daha önceki dersimizi, hatırlanacağı üzere, kıssamızın üçüncü bölümünün bitimiyle noktalamış durumdaydık. Yusuf hapisten çıkarılmıştı. Kral, kendisini huzura çağırmıştı. Neden çağırdığını ise, kıssamızın bu yeni bölümünde öğreneceğiz.
Bu ders daha önceki sahnenin son bölümüyle başlıyor. Sözkonusu sahnede kral, -Yusuf’un isteği üzerine- ellerini kesmiş olan kadınları sorguluyor. Yusuf böylece, yaşamında yeni bir döneme başlamazdan önce, kendisinin hapse girmesine neden olan komploların tüm olumsuzluklarını silecek ve de yöneticilerin ileri gelenlerine suçsuzluğunu açıkça kanıtlayacaktı. Dolayısıyla yaşamının yeni dönemine, özbenliği rahat ve yüreği huzur içerisinde, kendisine mutlak bir güven duygusuyla başlayacaktı. O, devlet arenasında rol alacağı, tabii ki, aynı zamanda da inanç sistemini açıklama noktasında yepyeni bir yaşama başlayacağını sezinlemişti. Bu yeni yaşama adım atarken en doğru olanı da, kendisine ilişkin her şeyin netleşmesi ve de suçsuz olduğu halde geçmişte kendi üzerine atılmış çamurdan tek bir iz bile bırakmamaktı.
Bununla birlikte o, büyük bir nezaket göstererek, başvezirin eşinden hiçbir biçimde söz etmedi, özellikle o kadını ele vermek yoluna başvurmadı. Tam tersine kraldan sadece, ellerini yemek bıçaklarıyla kesen kadınlara ilişkin olayın içyüzünü araştırmasını istemekle yetindi Buna karşın, başvezirin esiri ise, kendi isteğiyle söz alarak, gerçeği bütünüyle açıkladı.
“Şimdi gerçek meydana çıktı. Yusuf’u yatağıma ben çağırmıştım, onun söylediği doğrudur.”
“Böylece Yusuf bilsin ki, ona yokluğunda kalleşlik etmedim ve Allah, kalleşlerin kurdukları tuzakları başarıya erdirmez.”
“Bununla birlikte nefsimi aklamak, onu masum göstermek istemiyorum. Çünkü Rabbimin rahmeti ile korudukları dışındaki tüm nefisler, insanı ısrarla kötülüğe kışkırtırlar. Hiç şüphesiz, Rabbim, bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”
Kadının son bölümdeki bu sözlerinden artık, iman etmiş ve gözüpek bir kimse olduğu anlaşılıyor. Kendisinin, Yusuf’a yokluğunda kalleşlik etmediğini söylüyor. Bununla birlikte ölçülü davranarak, mutlak anlamda suçsuz olduğunu da iddia etmiyor. Zira -“Rabbimin rahmeti ile korudukları dışındaki” biçiminde bir ayrım yaparak- tüm nefislerin insanı kötülüğe kışkırttığını belirtiyor. Ardından, -Yusuf’a bağlılığını kanıtlamak olsa gerek- artık Allah’a iman ettiğinin göstergesi niteliğinde şu sözünü de ekliyor:
“Hiç şüphesiz Rabbim, bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”
Böylece, doğru sözlü Yusuf’un acılarla dolu yaşamı bir mazi olup perde kapanıyor. Artık Yusuf’un konfor içerisinde, yüksek ve yetkili bir makamda olacağı yeni bir dönem başlıyor…