SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA AHZAB SURESİ 5. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
5- “Evlatlıkları öz babalarına nisbet ederek çağırın, bu Allah katında en doğru olanıdır. Şayet öz babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Yanılarak yaptığınızda size bir günah yok, fakat kalbinizin bile bile yaptığınızda günah vardır. Allah çok bağışla-yan çok esirgeyendir.”
Cahiliye döneminde erkek karısına: “Sen bana anamın sırtı gibisin, yani anamın bana haram oluşu gibi haramsın” der ve o andan itibaren karısıyla cinsel ilişkide bulunması haram olurdu. Sonra kadın ortada kalırdı. Ne boşanmış sayılırdı ki bir başkası ile evlensin, ne de normal bir eş gibi kocasına helal olurdu. Bu durum büyük sıkıntılara neden olurdu. Bu uygulama aynı zamanda cahiliyede kadına karşı takınılan tavrın, ona uygulanan baskının iğrençliğini, kadının ne büyük zorluklara ve meşakkatlere katlandığını gösteriyor.
İslam aile ortamındaki sosyal ilişkileri yeniden düzenleyip aileyi ilk toplumsal birim olarak tanımlayınca; kuşaklara kaynaklık eden bu yuvaya layık olduğu özeni ve korumayı yerine getirince kadının omuzlarına binmiş bu ayıbı kaldırdı, aile içi sosyal ilişkileri adalet ilkesine dayalı olarak, taraflardan herhangi birine zorluk çıkarmadan düzenledi. İslamın koyduğu bu kural da aynı amaca yöneliktir: “Zihar yaptığınız (sen bana anamın sırtı gibisin dediğiniz) eşlerinizi, sizin anneleriniz yapmadı” Çünkü dille söylenen bir söz pratik gerçeği değiştiremez. Zira anne annedir, eş de eşdir. İnsanın bunlarla olan ilişkisinin özelliği bir cümle ile değişmez. Bu yüzden cahiliyede olduğu gibi “zihar” yapma, annenin haram oluşu gibi sürekli bir haramlığın sebebi olarak kabul edilmemiştir.
Rivayete göre “zihar” geleneğinin geçersizliği “mücadele” suresindeki ayetlerle karara bağlanmıştır. O zaman Evs b. Samit karısı Havle binti Sa’lebe’ye zihar yapmıştı (sen bana anamın sırtı gibisin demişti). Bunun üzerine kadın, Peygamber efendimize gelmiş ve “Ya Resulallah, kocam malımı yedi, gençliğimi yedi bitirdi. Ona çocuk doğurdum. Ne zamanki yaşlanıp çocuk doğuramaz hale gelince bu sefer “sen bana anamın sırtı gibisin” dedi” diyerek şikayette bulunmuştu. Bunun üzerine Peygamber efendimiz “Benim görüşüme göre sen ona ha-ram olmuşsun” demişti. Kadın bu şikayetini defalarca tekrarlamış, bunun üzerine yüce Allah şu ayetleri indirmişti: “Ey Muhammed! Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikayette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir: esasen Allah konuşmanızı işitir. Doğrusu Allah işitendir, görendir. İçinizde karılarını `zihar’ yapanlar (sen bana anamın sırtı gibisin diyenler) bilsinler ki, karıları anneleri değildir; anneleri ancak, onları doğuranlardır. Doğrusu söyledikleri kötü ve asılsız bir sözdür. Allah şüphesiz affedendir, bağışlayandır. Karılarım zihar yoluyla boşamak isteyip, sonra sözlerinden dönenlerin, karısı ile ilişkiye girmeden önce bir köle azad etmeleri gerekir. Size bu hususta böylece öğüt verilmektedir. Allah işlediklerinizden haberdardır. Azâd edecek köle bulamayanın karısı ile ilişkiye girmeden önce iki ay birbiri peşinden oruç tutması gerekir. Buna gücü yetmeyen, altmış düşkünü doyurur. Bu kolaylık Allah’a ve Peygamberine inanmanızdan ötürüdür. Bunlar, Allah’ın koyduğu sınırlardır; kafirler için can yakıcı azab vardır.” (Mücadele Suresi, 1-4) Bununla, zihar yapma geçici bir süre için cinsel ilişkinin haram oluşuna neden sayılmıştır. Sürekli bir haram ya da boşanma nedeni olarak kabul edilmemiştir. Kefareti de bir köle âzâd etmek. Ya da ara vermeden iki ay üst üste oruç tutmak yahut altmış yoksulu doyurmaktır. Bu kefaret yerine getirildikten sonra tekrar adamın karısı kendisine helal olur. Evlilik hayatı da eski haline döner. Böylece her zaman için geçerli olan değişmez ve doğru hüküm pratik bir gerçeğe dayandırılmış olur: “Zihar yaptığınız eşlerinizi, sizin anneleriniz yapmadı.” Bu sayede aile, cahiliye döneminde kadına reva görülen kötülüklerin ve meşakkatlerin bir yönünü temsil eden bu tür cahiliye gelenekleri yüzünden dağılmaktan, aile ortamındaki ilişkiler, erkeklerin cahiliye toplumunda kabaran arzuları ve üstünlük kompleksleri karşısında bozulmaktan, karmaşık ya da başıboş hale gelmekten korunmuştur.
Bu `zihar’ meselesi. Evlat edinme ve evlat edinilenlerin öz babalarında başkasına nisbet edilerek çağırılması meselesine gelince, bu da hem aile hem de toplum yapısında sarsılmalara neden oluyordu.
Arap toplumunda namusla ve soyla övünme geleneği son derece yaygın ve meşhur olmasına rağmen, herkes tarafından bilinen ünlü bir soya mensup birkaç ailenin dışında toplum içinde övünç vesilesi olan bu gelenekle çelişen davranışlar sergileniyordu.
Örneğin toplumda babaları bilinmeyen çocuklar olurdu. Herhangi bir adam bunlar arasında hoşuna giden birisini evlat edinir, oğlu olarak çağırırdı. Bu çocuğu soyu arasına katardı. Böylece gerçek baba-evlat gibi birbirlerine mirasçı olurlardı.
Öte yandan babaları bilinen çocuklar da vardı. Herhangi bir adam bunlar arasında hoşuna giden birini kendisi için satın alır, onu evlat edinirdi. Böylece kendi soyuna katardı. Artık o çocuk insanlar arasında kendisini evlat edinen adamın adı ile tanınırdı. Adamın ailesinden biri olurdu. Bu durum daha çok savaş ve baskınlarda esir alınan kız ve erkek çocuklar için söz konusuydu. Bunlar-dan birini soyuna katmak isteyen birisi, onu evladı olarak çağırır, ona kendi ismini verirdi. O da bu isimle bilinir ve öz oğulun hak ve yükümlülüklerine sahip olurdu.
Bunlardan birisi de Zeyd b. Harise el-Kelbi idi. Zeyd bir Arap kabilesine mensuptur. Daha küçük bir çocukken cahiliye döneminde bir baskında esir alınmıştı. Hakim b. Hazzam da onu halası Hatice :Allah ondan razı olsun- için satın almıştı. Hz. Hatice Peygamber efendimizle evlenince Zeyd’i Peygamberimize hediye etmişti. Sonra Zeyd’in babası ve amcası gelip onu Peygamber efendimizden istemişlerdi. Peygamber efendimiz kararı Zeyd’e bırakmıştı. O da Peygamber efendimizin yanında kalmayı tercih etmişti. Bunun üzerine Peygamber efendimiz onu âzad ederek kendisine evlat edinmişti. Bu nedenle ona “Zeyd b. Muhammed” derlerdi. Zeyd Peygamber efendimize inanan ilk kölelerdendi.
İslam, aile içi ilişkileri doğal temelleri üzerinde düzenlemeye, bu doğal temeller üzeriné kurulu aile bağlarını güçlendirmeye, bu bağları her türlü karışıklıktan ve bulanıklıktan uzak ve açık şekilde belirtmeye başlayınca, bu evlat edinme geleneğini geçersiz kıldı. Soya bağlı ilişkileri yani, kan, öz babalık ve evlatlık ilişkilerini gerçek sebeplerine döndürerek şu ilkeyi yerleştirdi: “Evlatlıklarınızı da öz oğullarınız gibi saymanızı meşru kılmamıştır.” “Bunlar sizin dillerinize doladığınız boş sözlerdir.” Söz ise realiteyi değiştirmez. Kan bağı, nutfenin taşıdığı soya çekim bağı, evladın canlı babasının canlı bir parçası oluşundan kaynaklanan doğal duygular bağı yerine yeni bir bağ meydana getiremez.
“Allah gerçeği söyler ve O, doğru yola iletir.”
Yüce Allah, batılın bulaşmadığı kesin ve katışıksız gerçeği söyler. Aile içi ilişkilerin ağızla söylenen dayanaksız bir söz yerine et ve kandan kaynaklanan doğal bağlara dayandırılması da bu gerçeğin bir gereğidir: “O, doğru yola iletir.” Yüce Allah uyulması gereken doğru ve fıtratın temel yasasına bağlı olan yolu gösterir. İnsanların pratikte hiçbir anlam ifade etmeyen sözlerle, kendi ağızları ile oluşturdukları başka yollar bu yola duyulan ihtiyacı ortadan kaldırmaz. Yüce Allah’ın söylediği gerçek söz ve fıtrat insanların ağızlarıyla uydurdukları gelenekleri ortadan kaldırır ve uyulması gereken doğru yolu gösterir:
“Evlatlıkları, öz bahalarına nisbet ederek çağırın; bu Allah katında en doğru olanıdır.”
Çocuğun öz babasına nisbet edilerek çağırılması, adaletin gereğidir. Kendisinden canlı bir parça olarak dünyaya gelen çocuğun babası için bir adalettir. Babasının adını taşıyan, ona mirasçı olan ve mirası bırakan, onunla yardımla-şan, gizli bir katılımla babasının devamı sayılan, babasının ve atalarının özelliklerini temsil eden çocuk için adalettir. Aynı şekilde her şeyi yerli yerine koyan; her türlü ilişkiyi fıtri temellerine dayandıran, babanın ve çocuğun hiçbir meziyetini yok etmeyen, evladın sorumluluğunu ve meziyetlerini gerçek babadan başkasına yüklemeyen, yine gerçek evlattan başkasına evlatlık yükümlülüklerini ve ayrıcalıklarını yüklenmeyen hak ilkesi için de adalettir.
İşte aile içindeki yükümlülükleri dengeli biçimde ayarlayan toplumsal düzen budur. Bu düzen aileyi, realiteden destek gören ince ve kalıcı temellere dayandırır. Aynı zamanda toplum binasını da gerçek ve güçlü bir ilkeye dayandırır. Bu ilke evrensel gerçeğin ifadesidir ve derin fıtri realiteyle uyuşmaktadır. Ailenin doğal gerçeğinden habersiz olan bütün düzenler zayıf, temelleri çürük, iflas et-meye mahkum düzenlerdir. Bu düzenlerin yaşaması mümkün değildir.(Komünizm, toplumsal yapı içinde aile temelini inkar etmeye kalkıştı. Fakat büyük bir başarısızlığa uğradı ve uğramaya devam edecektir de. Felsefi ve ideolojik düzenin ilkelerine rağmen insan fıtratı Rusya’da mücadeleye başlamış ve .yavaş yavaş yeniden egemenliğini kurup önplana çıkmaya başlamıştır.)
Cahiliye toplumunda aile içi ilişkilerdeki başıboşluk, soyun karışmasına ve kimi zaman babaların bilinmemesine neden olan cinsel anarşizm göz önünde bulundurulduğunda, islam, aile içi ilişkileri yeniden düzenleyip toplumu da bu temele dayalı olarak kurarken bu sorunu kolaylıkla çözümlemiştir. Gerçek babaların bilinmesine imkan bulunmadığı durumlarda, islam toplumu içinde doğal hiçbir dayanağı bulunmayan evlatlık edinme yerine din kardeşliği ve dostluğu ilkesini yerleştirmiştir.
“Şayet babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır.”
Bu, son derece edepli ve manevi bir ilişkidir. Bu tür bir ilişki, mirasçı olmak, diyetlerin ödenmesinde dayanışmak gibi belli yükümlülükler gerektirmez. –Bunlar soy ve kan bağının gerektirdiği yükümlülüklerdir. Nitekim evlatlıklar için de bu yükümlülükler geçerliydi-. Bu manevi bağın burada vurgulanması, evlatlık bağının geçersiz kılınmasından sonra evlatlıkların toplum içinde yalnızlığa terk edilmemeleri amacına yöneliktir.
“Şayet babalarını bilmiyorsanız” ifadesi, bize cahiliye toplumundaki soy karışıklığının, cinsel ilişkilerdeki anarşizmin boyutlarını tasvir etmektedir. İslam aile düzenini babalık temeline, toplumsal düzeni de doğal ve sağlam aile esasına dayandırmak suretiyle bu karışıklığı ve bu anarşizmi ortadan kaldırmıştır.
Soyları aslına döndürmek için gerekli çaba sarf edildikten sonra, gerçek soyu belirleme imkanından yoksun oldukları durumlarda mü’minler için herhangi bir sorumluluk yoktur.
“Yanılarak yaptığınızda size bir günah yok, fakat kalplerinizin bile-bile yaptığında günah vardır.”
Bu hoşgörünün geri planındaki gerekçe yüce Allah’ın bağışlayıcılık ve merhametlilik niteliklerine sahip olması, insanlara kaldıramayacakları yükü yüklememesidir:
“Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”
Peygamber efendimiz cahiliye toplumunda yaşanan karışıklığın tüm sonuçlarını geçersiz kılan yeni düzenlemenin ciddiyetini vurgulamak için gerçek soyun belirlenip doğrulanmasına büyük özen gösterirdi. Bu yüzden gerçek soylarını gizleyenleri küfürle nitelendirirdi. İbn-i Cerir diyor ki: Bize Ya’kup b. İbrahim anlattı; ona da İbn-i Aliye anlatmış; ona da Uyeyne b. Abdurrahman babasından şöyle rivayet etmiş: Ebubekir (r.a) şöyle dedi: Yüce Allah buyuruyor ki; “Evlatlıkları öz babalarına nisbet ederek çağırın; bu Allah katında en doğru olanıdır. Şayet babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır.” Ben de babaları bilinmeyenlerden biriyim. Şu halde ben sizin din kardeşinizim. Babam dedi ki (Bu söz Uyeyne b. Abdurrahman’a aittir): Allah’a andolsun ki, zannedersem o, babasının bir eşek olduğunu bilseydi kendini ona nisbet ederdi. Nitekim Peygamber efendimiz “Kim -bildiği halde- kendisini babasından başkasına dayandırırsa, kâfir olur.” Bu özen, bu önemseme islamın ailenin ve aile bağlarının her türlü kuşku ve yabancı unsurdan korunmasına, ailenin her türlü korunma, doğruluk, güçlülük ve sağlamlık sebepleriyle kuşatılmasına verdiği öneme uygun düşmektedir. Kuşkusuz bununla güdülen amaç, birbiriyle kenetlenmiş, bozulmamış, temiz ve iffetli toplum binasının sağlıklı temellere dayandırılmasıdır.
Bundan sonra evlatlık edinme uygulaması kaldırıldığı gibi kardeşlik sözleşmesi de iptal ediliyor. Ancak kardeşlik uygulaması bir cahiliye geleneği değildi. İslam, hicretten sonra mallarını ve ailelerini Mekke’de bırakan muhacirlerin, aynı şekilde Medine’de müslüman olmalarının sonucu aileleri ile bağlarını koparan bazı müslümanların durumunu pratik bir çözüm yolu ile karşılamak amacı ile bu uygulamayı başlatmıştı. Bunun yanı sıra Peygamber efendimizin genel anlamda müslümanlar adına karar verme (velayet) yetkisine sahip olduğu ve bu yetkinin, soydan kaynaklanan her türlü yetkiden öncelikli olduğu, onun eşlerinin bütün mü’minlerin manevi anaları oldukları vurgulanıyor.