sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA AHZAB SURESİ 6. AYET

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA AHZAB SURESİ 6. AYET
04.03.2023
623
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

6- “Peygamber mü’minlere canlarından ileridir. O’nun eşleri de mü’minlerin anneleridir. Akraba olanlar miras hususunda Allah’ın kitabına göre birbirlerine muhacirlerden ve ensardan daha yakındır. Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır. Bunlar kitapta yazılmıştır.”

Muhacirler geride her şeylerini bırakarak Mekke’den Medine’ye hicret etmişlerdi. Dinlerini korumak için Allah’a koşmuşlardı. İnançlarını akrabalık bağlarına, mal varlığına, dünya hayatının gerektirdiği sebeplere, çocukluk ve delikanlılık anılarına, arkadaşlık ve dostluk duygularına tercih etmişlerdi. Sırf inançlarım kurtarmak için geride kalan her şeyden soyutlanmışlardı. Onlar bu şekilde hicretleriyle, aralarında eş, aile ve çocukta olmak üzere insanın değer verdiği her şeyden bu şekilde uzaklaşmalariyle, inancın eksiksiz olarak gerçekleşmesinin, içinde inançtan başka hiçbir şeye yer kalmayacak şekilde kalbi bürümesinin yeryüzündeki canlı ve pratik örnekleriydi. Yüce Allah’ın şu sözünü doğrular tarzda insan kişiliğinin bölünmez bütünlüğünün somut kanıtlarıydılar:

“Allah bir insanın göğüs boşluğunda iki kalp yaratmamıştır.”

Medine’de de bu durumun bir başka şekli ortaya çıkmıştı. Bazı evlerde kimi fertler müslüman olmuş, kimisi de müşrik kalmaya devam etmişti. Bunun sonucu akrabaları ile aralarındaki ilişkiler kesilmişti. Bu yüzden ailesel ilişkilerde belli bir çözülme baş göstermişti. Toplumsal düzeydeki ilişkilerde baş gösteren çözülme ise daha geniş boyutlarda idi.

Müslüman toplum henüz yeni oluşmuştu. Yeni kurulan islam devleti ise kurulu bir rejime dayalı bir düzenden çok ruhlara egemen olan bir düşünce olmaya daha yakındı.

Tam bu noktada yeni inanç sisteminden kaynaklanan bir bilinç dalgası kabardı. Bu bilinç dalgası bütün sevgileri, bütün duyguları, bütün gelenek ve görenekleri, bütün ilişkileri ve bağları örttü. Onların tüm etkinliklerini sildi süpürdü. Bununla kalpleri birbirine bağlayan tek unsurun, inanç sisteminin olması hedefleniyordu. Aynı zamanda inanç unsurunun bile kabile ortamındaki doğal köklerinden kopmuş parçaları birbirine bağlaması, kan, soy, çıkar, dostluk, ırk ve dil gibi bağların yerini alması, islama girmiş bu parçaları birbiri ile kaynaştırması, bunları birbiriyle kenetlenmiş, birbiriyle kaynaşmış, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma içinde bulunan gerçek bir kitle haline getirmesi isteniyordu. Kuşkusuz konunun hükmü ile ya da devletin buyrukları ile olmayacaktı bu iş. İçten gelen bir dürtü ile, ïnsanların normal hayatlarında alışık oldukları her şeyi silip süpüren bir bilinç kabarması ile gerçekleşecekti. İşte islam toplumu devlet düzenine ve rejimin gücüne dayanamadığı sıralarda bu temele dayanmıştı.

Muhacirler, kendilerinden önce Medine’yi bir iman yurdu haline getiren ensara konuk oldular. Ensar da evlerini, kalplerini ve mallarını peşkeş çekerek muhacirleri karşıladılar. Onları barındırmak için birbiriyle yarıştılar, muhacirleri konuk etmek hususunda o kadar birbirleri ile çekiştiler ki, bir muhaciri ancak kur’a ile bir ensariye konuk etmek mümkün olmuştu. Çünkü muhacirlerin sayısı, onları barındırmak isteyen ensardan azdı. Fıtri cimrilikten, gösteriş ve riyadan uzak, gerçek bir mutlulukla, gönül hoşnutluğu ile isteyerek her şeylerini onlarla paylaştılar.

Peygamber efendimiz muhacir erkeklerle ensar erkekleri arasında kardeşlik bağı oluşturdu. Bu kardeşlik, inanç sahipleri arasındaki dayanışma tarihinde eşine rastlanmayan bir bağdı. Bu kardeşlik, kan kardeşliğinin yerini aldı. O da miras, diyet ve benzeri soy bağından kaynaklanan diğer hak ve yükümlülükleri kapsıyordu.

Bilgide bu bilinç yüksek bir zirveye ulaşmıştı. Müslümanlar bu yeni ilişkiyi büyük bir ciddiyetle benimsemişlerdi. -Onların bu tutumları islamın getirdiği bütün prensiplere karşı takındıkları tavrın aynısıydı-. Bu bilinç islam toplumunu oluşturma ve onu kuşatma açısından yerleşik bir devlet düzeninin, oturmuş bir yasama gücünün, otoriter bir rejimin işlevini görmüş, hatta ondan fazlasını başarmıştı. Bu tür istisnai ve karmaşık koşullarda bunun gibi yeni doğmuş bir toplumu korumak ve onları bir arada tutmak için bunun gibi bir uygulama zorunluydu.

Bu tür duygusal yönü ağır basan istisnai uygulamalar, benzeri koşullarla karşı karşıya kalan toplumların organik oluşumlarını tamamlamaları için zorunludur. Yerleşik bir devlet sistemi, oturmuş bir yasama gücü ve toplumun yaşaması, gelişmesi ve korunması için gerekli olan güvenceleri yeterince sağlayan otoriter bir rejim meydana gelene kadar bunun gibi istisnai uygulamalara başvurmak gerekir. Bu durum doğal durumlar ve uygulamalar ortaya çıkma imkanı bulana kadar sürer.

Kuşkusuz islam, -bu tür duygusal yönü ağır basan uygulamaları her zaman içermekle beraber, bu duygunun kalpteki kaynağının her zaman açık, her zaman artar durumda ve her an için fışkırmaya elverişli olmasını öngörmekle beraber toplumsal yapısını insan ruhunun normal gücüne dayandırmayı ister, istisnai heyecanlanmalara değil. Duygusal yönü ağır basan uygulamalar istisnai dönemlerde işlevlerini yerine getirdikten sonra yerlerini doğal akışa terk ederler. Özel zorunluluk dönemi sona erince normal düzen devreye girer.

Bu yüzden Kur’an-ı Kerim Bedir savaşından sonra durumun yavaş yavaş normalleşmesinden, islam devletinin otoritesini pekiştirmesinden, sosyal rejimin gitgide yerleşmesinden, rızık edinme için makul şartların oluşmasından, büyük Bedir savaşının ardından sefere çıkan seriyyelerin herkese yetecek kadar bol ganimet elde etmelerinden, özellikle sürgün edilen yahudi Beni Kaynuka kabilesinden geride kalan bol servetten sonra… Evet Kur’an-ı Kerim bu tür güvencelerin artması ile birlikte muhacir ve ensar arasında başlatılan kardeşlik uygulaması, kan ve soy bağından kaynaklanan yükümlülükleri açısından geçersiz kılmıştır. Ama bu kardeşliğin sevgi ve duygusal yönü korunmuştur. İhtiyaç duyulduğunda tekrar yürürlüğe konulsun diye. Bundan sonra islam toplumunda bütün işler doğal durumuna döndürülmüştür. Örneğin miras ve diyetlerde yardımlaşma kan ve soy akrabalığına özgü kılınmıştır. -Nitekim yüce Allah’ın ezeli kitabına ve doğal yasasına göre aslolan budur-. “Akraba olanlar miras hususunda Allah’ın kitabına göre birbirlerine muhacirlerden ve ensardan daha yakındır. Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır. Bunlar kitapta yazılmıştır.”

Aynı sırada Peygamber efendimizin genel anlamda mü’minler adına karar verme yetkisi ve bu yetkinin kan akrabalığından, hatta insanın kendi kendine olan yakınlığından daha öncelikli olduğu vurgulanmıştır: “Peygamber, mü’minlere canlarından ileridir.” Bu arada Peygamber efendimizin eşlerinin bütün mü’minlerin manevi annemleri oldukları belirtilmiştir: “Onun eşleri de mü’minlerin anneleridir.”

Peygamber efendimize verilen bu yetki, hayat sistemini ve hareket metodunu bütün yönleriyle belirlemeyi kapsayan genel bir yetkidir. Bu konuda mü’minler bütünüyle Resulullah’ın buyruğuna uymakla yükümlüdürler. Hz. Peygamberin yüce Allah’tan aldığı vahiy doğrultusunda kendileri için seçtiği hayat sistemini seçmekten başka seçenekleri yoktur: “Sizden biriniz arzusunu benim getirdiğim vahye uydurmadıkça mü’min değildir.”

Bu yetki, bu önceliklilik mü’minlerin duygularını da kapsıyor. Çünkü Hz. Peygamberin şahsı onlara kendilerinden daha sevgili olur. Onu bırakıp kendilerini tercih etmezler. Kalplerinde hiçbir kişi ya da hiçbir şey Hz. Peygamberden ileri olamaz. Bir sahih hadiste Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor: “Beni kontrolünde tutan Allah’a andolsun ki, sizden biriniz, beni kendisinden, malından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe mü’min olamaz.” Yine bir başka sahih hadiste belirtildiğine göre Hz. Ömer (r.a) “Ya Resulallah, Allah’a andolsun ki, kendimin dışında seni her şeyden çok seviyorum” demiş. Bunun üzerine Peygamber efendimiz “Hayır ya Ömer, beni kendinden daha çok sevmedikçe olmaz” buyurmuştur. Ardından Hz. Ömer: “Ya Resulallah, Allah’a andolsun ki, seni kendim dahil her şeyden çok seviyorum” demiş, Peygamberimiz de “Şimdi oldu ya Ömer” buyurmuştur.

Bu sadece dille söylenen bir söz değildir. Yüce bir makamdır bu. Kendisini bu erişilmez, bu aydınlık ufka ulaştıracak dolaysız, direkt bir temas olmadığı sürece bir kalp buraya erişemez. Buraya eriştikten sonra kalp şahsının cazibesinden, benliğinin her noktasına, her büklümüne işlenmiş kendisine yönelik derin sevgiden sıyrılır. Çünkü insan kendi şahsını ve kendi şahsı ile ilgisi bulunan her şeyi sever. Bu sevgi insan düşüncesini, idrakini aşan boyutlardadır. Zaman zaman insan duygularını yendiğini, nefsini tatmin ettiğini, kendi şahsına yönelik aşırı sevgiyi kontrol altına aldığını düşünür. Oysa onurunu zedeleyecek şekilde kendisine dokunulduğu zaman, kendisini yılan sokmuşçasına yerinden kalkar. Bu onur kırıcı dokunuş karşısında büyük acı duyar ve tepkisine engel olamaz. Çünkü insanın kendi şahsına yönelik sevgisi duygularında ve benliğinin derinliklerinde gizlidir. İnsan nefsini tüm hayatın feda etmeye razı edebilir, ancak kendisini küçük düşürücü, veya herhangi bir özelliğini ayıplayıcı, yahut karakterini eleştirici yada bir niteliğini, eksikliğini vurgulayıcı tarzda kişiliğine dokunan bir davranışı kabul etmeye razı etmesi son derece güçtür.

Bu konuda aşırıya kaçmadığını, yada fazla etkilenmediğini ileri sürmesine rağmen… İnsanın kendi şahsına yönelik derin sevgisini yenmek, dille söylenebilecek bir söz değildir. Daha önce de söylediğimiz gibi bu, yüce bir makamdır. Dolaysız ve manevi bir temas veya uzun süreli bir çaba, yahut sürekli bir egzersiz, ya da Allah’ın yardım ve desteğini hakkeden kesintisiz bir uyanıklık ve samimi bir istek olmadığı sürece insan kalbi bu yüce makama erişemez. Bu, Peygamber efendimizin nitelendirdiği gibi en büyük cihattır. Bu konuda Hz. Ömer’in -düzeyi ne olursa olsun- Peygamber efendimizin uyarısına muhtaç olması meselenin önemini ortaya koyması bakımından yeterli bir örnektir. Bu tertemiz kalbi açan, Peygamberimizin dolaysız, uyarı amaçlı teması olmuştur.

Peygamber efendimize verilen bu yetki mü’minlerin yükümlülüklerini de kapsar. Bir sahih hadiste Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor: “Beni dünya ve ahirette her şeyden üstün ve kendisine daha yakın görmeyen bir mü’min yoktur. İsterseniz “Peygamber, mü’minlere canlarından ileridir” (Ahzab, 6) ayetini okuyun. Şu halde herhangi bir mü’min geride bir mal bırakırsa, soyundan olan kimseler ona mirasçı olsunlar. Şayet bir mü’min ölürde geride bir borç bırakırsa ya da ailesine bakacak kimsesi yoksa bana getirsinler. Çünkü ben onun yakınıyım.” Yani bu adam borçlu ölmüş ve borcunu karşılayacak kadar malı da yoksa Hz. Peygamber onun borcunu ödeyecektir. Eğer kendilerine bakamayacak yaşta iseler çocuklarının bakımını üstlenecektir.

Bunun dışında hayat, doğal temellerine dayanır. Bunun için de duygusal yönü ağır basan ve istisnai durumlarda başvurulan uygulamalara gerek yoktur. Bununla beraber kardeşlik uygulamasının iptal edilmesinden sonra dostlar arasındaki sevgi kalıcıdır. Bir dostun dostuna ölümünden sonra mirasından pay verilmesini vasiyet etmesine ya da sağlığında bir şeyler hibe etmesine engel oluşturacak bir hüküm söz konusu değildir: “Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır.”

Bütün bu uygulamalar en başta gelen kulpa bağlanıyor ve bunun yüce Allah’ın ezeli kitabında yer alan iradesi olduğu vurgulanıyor: “Bunlar kitapta yazılmıştır.” Böylece kalpler yatışıyor, sakinleşiyor; bütün yasamaların ve düzenlemelerin kâynağı olan büyük temele sarılıyor.

Bununla hayat doğal temelleri üzerinde normal şeklini alıyor. Kolay ve rahat bir şekilde yoluna devam ediyor. Fert ve toplumların hayatında son derece sınırlı olan kimi istisnai durumların dışında normalde ulaşılmayacak olan yüksek ufuklara bağlı kalmıyor.

Sonra islam, müslüman toplumun hayatında yine bu tür bir zorunluluk baş gösterdiğinde tekrar coşsun, tekrar kaynasın diye bu coşkun kaynağın kurumamasını istemiştir.

Yüce Allah’ın ezeli kitabında yazılan hükmü ve o yönde gelişen iradesi münasebetiyle, kalıcı bir yasa olsun, her zaman için geçerli bir hayat sistemi olsun diye, yüce Allah’ın genelde bütün Peygamberlerle, özelde de Peygamber efendimizle ve diğer büyük (ulul azm) Peygamberlerle yaptığı sözleşmeye işaret ediliyor. Bu sözleşme, Allah’ın hayat için belirlediği sistemi omuzlamayı, ona uymayı, onu insanlara açıkça duyurmayı, gönderildikleri milletlerin hayatına bu sistemi egemen kılmayı öngörüyor. Bununla insanların, Peygamberlerin açık .duyurularından sonra tüm mazeretleri geçersiz kılındıktan sonra bizzat kendi sapıklıklarından veya doğru yolda oluşlarından, mü’minliklerinden veya kafirliklerinden sorumlu olmaları hedeflenmiştir:

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.