sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA FATIR SURESİ 1. AYET

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA FATIR SURESİ 1. AYET
10.05.2023
512
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

1- Gökleri ve yeryüzünü yoktan var eden; iki, üç ve dört kanatlı melekleri elçi olarak görevlendiren Allah’a ham dolsun. O yaratma işleminde dilediği eklemeleri yapar. Hiç kuşkusuz O’nun gücü her şeye yeter.

Görüldüğü gibi sure, yüce Allah’a “hamd” sunarak söze başlıyor. Bu surenin ana amacı insan kalbini yüce Allah’a yöneltmek, onu Allah’ın nimetlerini görmeye, Allah’ın rahmetini ve lütfunu fark etmeye özendirmek, yaratıklarına yansıyan çarpıcı sanatının örneklerini irdelemek, duyu organlarını bu çarpıcı örneklerin algıları ile doyurmak, O’nun lütfunu hamd ile, tesbih ile ve saygı sunarak karşılamaktır. Evet:

“Allah’a hamd olsun.”

Yüce Allah’a hamd etmeyi O’nun yaratmaya ve yoktan var etmeye ilişkin sıfatlarını dile getirmek izliyor:

“Gökler ve yeryüzünü yoktan var eden…”

Evet, yüce Allah evreni oluşturan şu müthiş yaratıkların, uzayda yüzen şu görkemli gezegenlerin yoktan var edicisidir. Biz bulunduğumuz yere göre bu gezegenlerin bir kısmını üstümüzde ve bir kısmını da altımızda görüyoruz. Onların bize en yakını ve en küçüğü olan ve bizi bağrında barındıran yer yuvarlağının bile çok az bir bölümünü tanıyabiliyoruz. Bu gezegenler arasındaki duyarlı koordinasyonu ve uyumu aynı yasal sistemin kanunları sağlıyor. Oysa aralarında öyle büyük uzaklıklar var ki, bu mesafeleri insan hayali ancak büyük bir güçlükle tasavvur edebilir. Kendileri ve yörüngeleri arasındaki müthiş uzaklığa ve hayalı zorlayan iriliklerine rağmen aralarında öylesine esrarlı bir uyum ve “görelik” ilişkisi vardır ki, eğer küçük oranda bile zedelenme bütün bu gezegenler çarpışarak parçalanır ve parçaları uzayın boşluğuna dağılırdı.

Kur’àn-ı Kerim’in göklere ve yer yuvarlağına ilişkin bu tür işaretleri umursamazlıkla geçiştiririz. Onların önünde durup çarpıcı anlamlarını uzun uzun düşünmeyiz. Tıpkı bakışlarımızın önünden geçen göklere ve yer yuvarlağına ilişkin görüntüleri umursamadığımız, uzun boylu bir gözlem süzgecinden geçirdiğimiz gibi. Çünkü algılarımız körelmiş, duyarsızlaşmıştır. Bu yüzden bu çarpıcı görüntüler duyu organlarımızın bam tellerini titreştiremiyor, onlarda uyarıcı ve depreştirici dalgalanmalar meydana getiremiyor. Oysa sürekli olarak Allah’ı anan; O’nun evrene yansıyan yaratıcı elinin izlerini fark eden duyarlı kalpler bu görüntülerin görkemi karşısında hiçbir zaman ilgisiz kalmazlar. Bizdeki bu umursamazlığın sebebi şudur: Algı alışkanlığı organlarımızın duyarlığını, keskinliğini törpülemiştir. Bu tür sanat eserlerini ilk kez gören kalplerin heyecanı ve coşkusu yüreklerimizde ve algı organlarımızda kalmamıştır.

Gökteki yıldızların yerleri, hacimleri, birbirlerine oranları, çevrelerindeki uzay boşluklarının oranları, yörüngelerinin biçimleri; hacimleri, konumları ve hareketleri arasındaki ilişki son derece duyarlı, ince hesaplıdır. Fakat açık, bilinçli ve Allah’a bağlı bir kalbin, bu muhteşem varlıklar karşısında coşku ve heyecan duyması için bütün bu saydığımız özelliklerin inceliklerini bilmeye ihtiyacı yoktur. Karanlık bir gecede görülen dağınık yıldızların manzarası, bu manzaranın bam tellerini titreştiren mesajları, ay’1ı bir gecenin uzayı saran aydınlığı, tanyerinin karanlıkları yaran ışıkları, batan güneşin karanlıklar tarafından yutuluşu onun için yeterlidir. Hatta böyle bir kalp için yer yuvarlağının şu çeşitli ve çarpıcı görüntüleri bile yeterlidir. Bu görüntüler görmekle bitmez. İnsan bütün ömrünü bu görüntüleri yakalama ve gözleme amacı uğrunda hep gezilerde harcasa bu manzaraların çok azına yetişebilir. Hatta duyarlı bir kalp için bir tek çiçek bile yeterlidir. Onun renklerini, boyalarının ton farklarını ve yapısının çeşitli öğeleri arasında bulunan uyumu insan inceleye inceleye bitiremez.

Kur’an-ı Kerim, bu irili-ufaklı sonsuz varlıkları inceleme konusunda uyancı bir işaret vermekle yetiniyor. İnsan kalbi için bu varlıkların bir teki bile yeterlidir. Eğer o tek varlığı gereğince algılasa, evrenin yaratıcısının ululuğunu kavrayabilir ve bu kavrama sonucunda O’na tesbihle, hamdle ve saygı dolu bağlılıkla yönelir. Evet, ayeti bir kez daha okuyoruz:

“Gökleri ve yeryüzünü yoktan var eden; iki, üç ve dört kanatlı melekleri elçi olarak görevlendiren Allah’a hamd olsun.”

Bu surede peygamberlerden, vahiy olayından ve yüce Allah’ın peygamberlere ilettiği “gerçek” içerikli mesajdan sık sık söz edilir. Melekler, yüce Allah’ın yeryüzünde seçtiği kullarına vahiy mesajını getiren elçilerdir. Bu “elçilik” en önemli ve en yüce görevdir. İşte melekler, yüce Allah’ın bu elçilikle görevlendirilen yaratıklar oldukları için göklerin ve yeryüzünün yaratılışının anlatılmasından hemen sonra gündeme getirilmişlerdir. Çünkü onlar gökler ile yeryüzü arasında iletişim sağlıyorlar. Çünkü onlar göklerin ve yeryüzünün yaratıcısı ile yüce Allah’ın peygamberleri, insanlara gönderilmiş elçileri arasında en önemli görevi yerine getirmektedirler.,

Kur’an’da ilk defa meleklerin biçimlerine, nasıl varlıklar olduklarına ilişkin bir bilgi ile karşılaşıyoruz. Başka ayetlerde bize onların karakteristik özelliklerine ve görevlerinin niteliğine ilişkin bilgiler verilmişti. Mesela şu ayetlerde olduğu gibi:

“O’nun katındakiler hiçbir büyüklük kompleksine kapılmaksızın ve hiç bıkmaksızın O’na ibadet ederler.

Hiç ara vermeksizin, gece-gündüz, O’nu noksanlıklardan tenzih ederler.”(Enbiya Suresi, 19-20) “Rabb’inin yanındakiler burun kıvırıp O’na kulluk etmekten geri durmazlar. O’nu noksanlıklardan tenzih ederler ve O’na secde ederler.” (A’raf Suresi, 206)

Şimdi burada “iki, üç ve dört kanatlı” ifadesi ile bize meleklerin yaratılış biçimlerine ilişkin bir bilgi veriliyor. Bu tanımlama melekleri kafamızda canlandırmamızı sağlamaz. Çünkü biz bu açıklamaya rağmen, meleklerin nasıl varlıklar olduklarını, ne biçim kanatlar taşıdıklarını bilmiyoruz. Bu tanımlamanın sınırlarında durmak zorundayız, zihnimizde belirli bir tasarı canlandırmaktan kaçınmalıyız. Çünkü canlandıracağımız her tasarı, yanlış ve yanıltıcı olabilir. Çünkü elimizde meleklerin biçimlerine ilişkin, güvenilir hiçbir bilgi yoktur. Kur’an’da cehennemin tanıtımı sırasında meleklere ilişkin şu açıklama ile karşılaşıyoruz;

“Cehennemin görevlileri, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen, kendilerine verilen buyrukları uysalca yerine getiren pek haşin meleklerdir.” (Fatır Suresi, 6)

Görüldüğü gibi bu ayette de meleklerin biçimleri belirlenmiyor. Bu konuda bir de Peygamberimize dayandırılan bazı açıklamalar ‘var. Bu açıklamalardan birinde Peygamberimiz, “Cebrail’i iki kez kendi öz kılığında gördüğünü” öbüründe “Cebrail’in altı yüz kanadı olduğunu” belirtiyor. (Ravisi ibn-i Mesud, Muttefekunaleyh) Fakat görülüyor ki, Peygamberimizin bu açıklamaları da meleklerin biçimleri hakkında belirleyici bir tanımlama yapmıyor. Demek ki, bu konuda elimizde ayrıntılı bilgi yok. Bu tür “gayb” konularının tümünde olduğu gibi bu konunun bilgisi de yüce Allah’ın tekelindedir.

Bu ayette “iki, üç, dört kanatlılık”tan söz ediliyor. Oysa insanlar sadece “iki kanatlılığı” görmeye alışıktırlar. İşte bu münasebetle “O yaratma işleminde dilediği eklemeleri yapar” denilerek yüce Allah’ın iradesinin özgürlüğü, hiç-bir yaratma biçimi ile kayıtlı olmadığı gerçeği vurgulanıyor. Gördüğümüz ve bildiğimiz varlıklar arasında sayısız yaratma biçimleri vardır. Bildiklerimizin dışında bu örnekler çok daha fazladır. Çünkü “Hiç kuşkusuz O’nun gücü her şeye yeter.”

Bu yorum cümlesinin kapsamı, bir önceki cümleciğin kapsamından daha geniş ve daha yaygındır. Anlamının sınırları içine girmeyen hiçbir yaratma, yoktan var etme, değişikliğe uğratma ve başkalaştırma biçimini dışarda bırakmamaktadır.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.