SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA FUSSİLET SURESİ 13 VE 18. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
13- Eğer yüz çevirirlerse deki: “Ben sizi Ad ve Semud kavimlerinin başlarına gelen yıldırıma benzer bir yıldırıma karşı uyardım.”
14- Onlara “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin” diyerek önlerinden ve arkalarından peygamberler geldiği vakit, “Rabb’imiz dileseydi melekler indirirdi. Onun için biz sizinle gönderilen şeyleri inkar ediyoruz ” demişlerdi.
15- Ad kavmi, yeryüzünde haksız olarak büyüklük tasladı ve: “Bizden daha kuvvetli kim var?” dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah’ın kendilerinden daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar bizim ayetlerimizi kasten inkar ediyorlardır.
16- Biz de onlara dünya hayatında rezillik azabını taddırmak için o uğursuz günlerde, üzerlerine dondurucu bir rüzgar gönderdik. Ahiret azabı ise dahada kepazeliktir. ve onlara hiç yardım edilmez.
17- Semud kavmine gelince onlara doğru yolu gösterdik; fakat onlar, körlüğü doğru yola tercih ettiler. Böylece yaptıkları yüzünden alçaltıcı azab yıldırımı onları yakaladı.
18- İnananları ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanları kurtardık.
“Deki: `Ben sizi Ad ve Semud kavminin başlarına gelen yıldırıma benzer bir yıldırıma karşı uyardım.” ifadesinin içerdiği bu korkunç, bu dehşet verici uyarı, işlenen suçun iğrençliğine, günahın çirkinliğine; surenin giriş kısmında sözkonusu edilen müşriklerin keçi inatlarına ve yine bu uyarıdan önce sunulan büyük varlık kervanından ayrılan kafir insanların bu olumsuz tutumlarına uygun düşmektedir.
Tarihçi İbn-i İshak bu ayetteki uyarıya ilişkin olarak şöyle bir kıssa anlatır: Bana Yezid b. Ziyad, Muhammed b. Kâb el-Kurezi’ye dayanarak şöyle anlattı: Anlatıldığına göre Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden biri olan Utbe b. Rebia birgün Kureyş’in kabile meclisinde otururken, Peygamberimiz de -salât ve selâm üzerine olsun- yalnız başına mescitte (Ka’be’de) oturuyordu. Utbe kalktı ve şöyle dedi: Ey Kureyşliler, gidip Muhammed’le konuşayım mı? Ona bazı şeyler önereyim, “bunlardan dilediğini seç sana verelim, ama sen de bizden vazgeç” diyeyim mi? Ne dersiniz? Bu olay Hz. Hamza’nın -Allah ondan razı olsun- müslüman olduğu günlere denk geliyordu. Müşriklerin, Peygamber efendimizin arkadaşlarının günden güne artıp çoğalmasından endişelendikleri sıralardı. Kureyşliler: İyi olur, ey Ebu Velid, git ve konuş onunla, dediler. Utbe gidip Peygamber efendimizin yanına oturdu ve ona şöyle dedi: “Yeğenim sen bizdensin ve aşiret içinde geniş bir çevren, saygın bir yerin ve soyun var. Fakat sen soydaşlarının başına büyük bir iş açtın. Onların topluluklarını dağıttın, akıllarını ahmaklık olarak nitelendirdin, bütün tanrılarını ve dinlerini ayıpladın, onların geçmiş atalarını tekfir ettin (onların kafir olduklarını söyledin). Bak, beni dinle sana bazı önerilerde bulunacağım, iyice düşün, belki bir kısmını kabul edebilirsin. Bunun üzerine Peygamber efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun-: “Söyle, seni dinliyorum, ey Ebu Velid” dedi. Utbe: “Yeğenim, eğer bu getirdiğin inançla mal elde etmek istiyorsan, aramızda mal toplar ve seni en zenginimiz yaparız. Eğer bununla şeref kazanmak istiyorsan, seni başımıza geçiririz ve hiçbir dediğini yapmamazlık etmeyiz. Eğer bununla hükümranlık elde etmek istiyorsan, seni başımıza hükümdar tayin ederiz. Yok eğer bunlar karşı koyamadığın bir hastalıktan kaynaklanıyorlarsa, seni tedavi etmek için doktorlar getiririz, seni bu dertten kurtarmak için mallarımızı feda ederiz. Çünkü bir insana cin musallat olabilir ve bundan ancak tedavi ile kurtulabilir..” dedi. Peygamber efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun- sonuna kadar Utbe’nin sözlerini dinledi. Utbe sözlerini bitirince ona şöyle dedi: “Bitti mi ey Ebu Velid?” “Evet” dedi, Utbe. Peygamber efendimiz “O zaman beni dinle” dedi. Utbe “‘Tamam” dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun- şunları söyledi:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.” “Ha, Mim.”
“Bu kitap, Rahman ve Rahim olan Allah katından indirilmiştir. Öyle bir kitaptır ki bilen bir toplum için ayetleri açıklanmış Arapça okunan Kur’an’dır.”
“Müjdeci ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Fakat insanların çoğu düşünüp kabul etmekte yüz çevirmiştir, onlar işitmezler de.”
Sonra Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- okumaya devam etti. Utbe bu ayetleri işitince sessizce bekledi ve ellerini arkasına koydu, onlara dayanarak dinlemeye koyuldu. Peygamberimiz secde ayetini okuyana kadar sesini çıkarmadı. Peygamberimiz secde yaptıktan sonra şöyle dedi: “İşte benim sözlerimi dinledin. Bundan sonra karar senin.” Utbe kalkıp arkadaşlarının yanına git-ti. Birbirlerine “Allah’a yemin ediyoruz ki, Utbe gittiğinden farklı bir çehre ile dönüyor” dediler. Utbe yanlarına oturunca “Ne oldu ey Ebu Velid?” dediler. Utbe “Orada öyle bir söz dinledim ki, vallahi bundan önce kesinlikle böyle birşey dinlememiştim, Allah’a andolsun ki, bu ne sihirdir, ne şiirdir ne de kehanettir. Ey Kureyşliler beni dinleyin ve dediklerimi yapın. Adamı kendi haline bırakın ve işine karışmayın. Çünkü Allah’a andolsun ki, ondan duyduğum sözlerde kesinlikle bazı haberler olmalı. Eğer Araplar onun hakkından gelirlerse, sizin eliniz bulaşmadan ondan kurtulmuş olursunuz. Eğer Araplara üstünlük sağlarsa, onun egemenliği sizin egemenliğiniz, onun üstünlüğü sizin üstünlüğünüz demektir. Onun sayesinde insanların en mutlusu siz olursunuz” dedi. Bunun üzerine “Ey Ebu Velid, vallahi o, diliyle seni büyülemiş” dediler. Utbe: “Bu benim düşüncem, siz istediğinizi yapın” dedi.
Bağavi Tefsirinde, Muhammed b. Fudayl’dan, o da Aclah’dan (Bu adam Abdullah el-Kindi el Kufî’nin oğludur. İbn-i Kesir, onun bazı konularda zayıf olduğunu söylemiştir.) O da Zeyyal b. Harmele’den, o da Cabir b. Abdullah’tan şöyle rivayet eder: Peygamber efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun- “Eğer yüz çevireceklerse deki: Ben sizi Ad ve Semud kavimlerinin başına gelen yıldırıma benzer bir yıldırımla uyardım.” ayetini okuyunca Utbe eliyle Peygamber efendimizin ağzını kapattı ve akrabalık adına susmasını istedi. Sonra evine döndü ve Kureyşlilerin yanına gitmedi, onlara görünmemeye çalıştı…”
Daha sonra bu konuda kendisine sorulunca “Ağzını kapattım ve akrabalık adına susmasını istedim. Çünkü bildiğiniz gibi Muhammed birşey söyleyince yalan söylemez. Bunun için üzerinize korkunç bir azap inmesinden korktum” dedi.
Bu, Peygamber efendimizin -salât ve selâm üzerine olsun- ağzından çıkan bir uyarının inanmayan bir adamın kalbi üzerindeki etkisinin somut ifadesidir. Peygamber efendimizin portresi, büyük ruhunun edepli tavrı, inanan kalbinin güvenli halı karşısında kısa bir değerlendirme yapmadan geçemeyeceğiz: Burada Peygamber efendimiz, Utbe b. Rebia’nın küçük düşüncelerini, basit önerilerini dinlerken kalbi daha büyük değerlerle meşguldür. Bu düşünceler, bu öneriler insanı tiksindirecek kadar çirkin bile olsalar Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- çok yumuşak bir tavırla karşılıyor, olgun ve onurlu bir kişinin ağırbaşlılığı içinde dinliyor, sakin, sevecen ve kendinden emin bir tavırla sözlerinin bitmesini bekliyor. Utbe’nin bu basit düşünceleri bir an önce bitirmesi için acele etmesini istemiyor. Utbe sözlerini bitirince, öfkelenmeden, hoşgörüyle, derin bir iç huzuru ile “Bitti mi ey Ebu Velid?” diyor. O da “Evet” diye cevap veriyor. Bunun üzerine “Beni dinle” diyor ve sözleriyle onu ürkütmemeye çalışıyor ve adam “Tamam” demedikçe konuşmuyor. Adam dinleyeceğini belirtince bu sefer Peygamber efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun- derin bir içtenlikle, inanç dolu bir ruhla, kendinden emin bir tavırla Rabb’inin sözlerini okumaya başlıyor:
“Bismillahirrahmanirrahim, Ha, Mim…”
Hiç kuşkusuz bu, insan kalbinde ürperti ile karışık bir saygı uyandıran, insanın içine güven, sevgi ve huzur aşılayan görkemli bir tablodur. Bu yüzden hemen kendisini dinleyenlerin kalplerini etkisi altına alıyordu. Başlangıçta alaya almak veya öfkelerini açığa vurmak için kendisine yönelenleri büyülüyordu.
Allah’ın salat ve selamı onun üzerine olsun. Hiç kuşkusuz Allah en doğrusunu söylüyor: “Allah peygamberlik görevini kime vereceğini herkesten iyi bilir.”(En’am Suresi. 124)
Bu kısa değerlendirmenin ardından tekrar Kur’an ayetine dönüyoruz: “Eğer yüz çevireceklerse de ki: `Ben sizi Ad ve Semud kavimlerinin başlarına gelen yıldırıma benzer bir yıldırıma karşı uyardım.”
Biraz önce göklerle yeryüzü boyunca çıkılan gezintinin ardından, geçmiş milletlerin işledikleri suçlardan dolayı başlarına yıkılan yurtlarında çıkılan bir başka gezinti başlıyor. Geçmişte büyüklük taslayanların ibret verici akıbetlerini somutlaştıran harap olmuş yurtlarını gözler önünde canlandırarak büyüklük taslayanların yüreklerini ağızlarına getiren dehşet verici bir gezintidir bu.
“Onlara `Allah’tan başkasına kulluk etmeyin’ diyerek önlerinden ve arkalarından peygamberler geldiği vakit…”
Bütün peygamberlerin getirdikleri mesajın özünü ve bütün dinlerin temelini oluşturan aynı sözü söylemişlerdi.
“Rabbimiz dileseydi melekler indirirdi. Onun için biz sizinle gönderilen şeyleri inkar ediyoruz” demişlerdi.”
Bu da her peygamberin karşı karşıya kaldığı, sürekli yinelenen bir kuşkudur. Oysa insanlara hitap edecek bir peygamberin yine insanlar arasından seçilmesi gerekir. Bu peygamber insanları bilen ve insanlar tarafından bilinen biri olmalıdır. İnsanlar kendilerine hitap eden peygamberin şahsında pratik bir önderlik bulmalılar, kendilerinin yüzyüze kaldıkları zorlukları o da yaşamalıdır. Ne var ki Ad ve Semudoğulları, önerdikleri gibi melek olmadığı için kendilerine gönderilen peygamberi inkar ettiklerini duyurmuşlardı.
Buraya kadar Ad ve Semudoğullarının akıbetleri kısaca anlatılmış oluyor. Her iki toplum da aynı akıbetle karşılaşmıştı. Onlar da bunlar da korkunç bir yıldırıma tutulmuşlardı. Ardından bu toplumlardan her birinin başına gelenler bir ölçüde ayrıntılı olarak anlatılıyor:
“Ad kavmi, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladı ve “bizden daha kuvvetli kim var?” dediler.”
Doğru olanı kulların Allah’a boyun eğmeleri ve yeryüzünde büyüklük taslamamalarıdır. Yüce Allah’ın yarattığı uçsuz bucaksız varlık alemi karşısında çok küçük kalırlar onlar. Şu halde yeryüzündeki her büyüklük taslama girişimi haksızca bir tutumdur. Ad kavmi de büyüklük taslamış ve gurura kapılarak “Bizden daha kuvvetli kim var?” demişlerdi.
Bu bütün zorba tağutların kapıldığı yalancı bir duygudur. Kendi güçlerine karşı çıkacak bir gücün bulunmadığını sanmalarına neden olan büyüklük kompleksidir. Ama unutuyorlar:
“Onlar kendilerini yaratan Allah’ın kendilerinden daha kuvvetli olduğunu görmediler mi?”
Bu, inkarı mümkün olmayan apaçık bir gerçektir. Onları yaratan, temelden onlardan daha güçlüdür. Çünkü onlara bu sınırlı gücü bahşeden O’dur. Ne var ki zorbalar, despotlar, tağutlar bu gerçeği hatırlamak istemezler: “Onlar bizim ayetlerimizi kasden inkâr ediyorlardı.”
Azgın tağutlar bu sahnede pazularını gösterirlerken, sahip oldukları güçleri ile etrafa dehşet saçma çabası içindelerken, birden bunu izleyen ayette aşağıdaki sahne gösterime giriyor. Ve bu sahnede bu aşağılık, bu rezil kibirlerine uygun akıbetleri, yerle bir edişleri bir ibret tablosu olarak gözler önüne seriliyor:
“Biz de onlara dünya hayatında rezillik azabını taddırmak için o uğursuz günlerde, üzerlerine dondurucu bir rüzgar gönderdik. ”
Bu azap, uğursuz olarak nitelendirilen günlerde üzerlerine salınan; ortalığı yıkıp döken, kasıp kavuran dondurucu kasırgadır. Bu azap dünya hayatında horlanma, aşağılanmadır. Etrafa güç gösterisinde bulunan, kullar üzerinde despotça bir düzen kuran ve haksız yere büyüklük taslayan tağutlara, azgınlara yaraşan bir aşağılamadır bu.
Bu, onların dünya hayatında tadacakları azap… Ahirette yakayı kurtaracak değillerdir:
“Ahiret azabı ise daha kepazeliktir. Ve onlara hiç yardım da edilmez.” “Semud kavmine gelince, onlara doğru yolu göstermiştik; fakat onlar, körlüğü doğru yola tercih ettiler.”
Bu ifadenin, Semudoğullarının Salih Peygamberin gösterdiği dişi deve mucizesinden sonra doğru yolu bulduklarına, ardından tekrar eski küfürlerine döndüklerine, körlüğü hidayete tercih ettiklerine yönelik bir işaret olduğu açıktır. Doğru yolu bulduktan sonra tekrar sapıklığa dönmek körlüğün en ağırı, en şiddetlisidir.
“Böylece yaptıkları yüzünden alçaltıcı azabın yıldırımı onları yakaladı” Horlanma, aşağılanma onların yaptıklarına en uygun cezadır. Bu sırf bir azap değildir, sırf bir yokoluş değildir. Bu, imandan sonra körlüğe dönmenin cezası olan aşağılanmadır, horlanmadır.
“İnananları ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanları kurtardık… Ad ve Semudoğullarının ibret verici akıbetlerinin canlı tanığı olan harap olmuş yurtlarında çıkılan bu gezinti ve bu korkutucu, dehşet verici akıbet aracılığı ile iletilmek istenen uyarı maksatlı mesaj sona erdi. Böylece onlara yüce Allah’ın hiçbir gücün karşı koyamadığı, hiçbir kalenin, hisarın ona karşı koruyuculuk yapamadığı ve hiçbir zorbanın karşı direnemediği caydırıcı gücü gösterilmiş oldu.
KULAKLARIN, GÖZLERİN VE DERİLERİN ŞAHİDLİĞİ
İmdi… Buraya kadar yüce Allah’ın evrene ve insanlık tarihine egemen olan gücü gözlerinin önüne serilmişken, şimdi de surenin akışı onların kendi iç alemlerinde tamamen egemen olan yüce Allah’ın gücünü anlatıyor. Öyle ki kendi iç alemlerinde egemenlik sürdüren Allah’ın gücüne karşı ellerinden hiçbir şey gelmez, hiçbir şeyi Allah’ın gücüne karşı koruyamazlar. Hatta kulakları, gözleri ve derileri hesaplaşma gününde Allah’a itaat edip kendilerine isyan edecekler ve aleyhlerinde şahitlikte bulunacaklardır: