sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA HİCR SURESİ 14. ve 15. AYETLER

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA HİCR SURESİ 14. ve 15. AYETLER
21.07.2021
677
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

14- “Eğer onlara bir kapı açsak da göğe çıkmaya koyulsalar. “

15- “Gözlerimiz hayal görüyor, herhalde birileri bize büyü yaptı”derler.

Kendileri için açılan bir kapıdan göğe doğru tırmandıklarını düşünmeleri yeterlidir. Bedenleri ile tırmanıyorlar, karşılarında açık bir kapı görüyorlar. Tırmanma hareketini algılıyorlar, kanıtlarını açıkça görüyorlar… Buna rağmen, onlar; “Hayır, hayır, bu gerçek olamaz. Herhalde biri gözlerimizi boyadı, onları uyuşturdu. Gözlerimiz görmüyor sadece hayal görüyoruz” derler.

“Gözlerimiz hayal görüyor, herhalde birileri bize büyü yaptı.”

Uyuşturucunun biri bizi uyuşturdu, biri bize büyü yaptı. Bütün gördüklerimiz, algıladıklarımız, bir nazarcının bir büyücünün oyunundan başka bir şey değildir.

Çirkin kibirlenmenin, aşağılık inadın olanca çıplaklığı ile ortaya çıkması için onların bu şekilde tasavvur edilmesi yeterlidir. Bu da gösteriyor ki böyleleriyle tartışmanın hiçbir yararı yoktur. Bu tutumlarının iman etmek için yeterince delil bulamamaktan kaynaklanmadığı ortadadır. Onların inanmalarını, engelleyen kendilerine meleklerin inmemiş olması değildir. Çünkü onların göğe doğru tırmanmaları, meleklerin inmiş olmasından daha etkili bir kanıttır, kendileri ile daha yakından ilgilidir. Fakat onlar kibirli bir toplumdurlar. Utanmadan, sıkılmadan, apaçık ve gözler önündeki gerçeğe, aldırmadan kibirleniyorlar!

İfadenin canlandırdığı bu tablo kibirli, gerçeklere kapalı, onları göremeyen insanın örneğidir. Bu örnek insanda tiksinti ve küçümseme duygularını uyandıran bir örnektir.

Bu örnek, belli bir bölgeye ve belli bir zaman dilimine özgü değildir. Belli bir dönemde yaşamış, belli bir toplumda da ortaya çıkmış değildir. Fıtratı bozulan, basirete kapanan içindeki algılama cihazları devre dışı kalan, çevresindeki canlı evrenle, onun mesajları ve etkenleri ile ilgisini koparmış her insanın örneğidir bu.

Bu örnek günümüzde dinsizlere ve “bilimsel (!) ideolojiler” diye adlandırılan materyalist ideolojilere inanan kimselere uymaktadır. Tüm bilimsel iddialarına rağmen, bu ideolojiler bilimden hatta sezgi ve basiretten çok uzaktırlar.

Materyalist ideolojilere mensup kişiler Allah’a inanmıyorlar. O’nun varlığını tartışma konusu yapıp bu varlığı inkâr ediyorlar. Sonra da Allah’ı inkâr etme ve evrenin bu haliyle yaratıcısız, planlayıcısız ve yönlendiricisiz, kendi kendine meydana geldiğini iddia etme temeline dayanarak… Evet bu inkâra ve bu iddiaya dayanarak toplumsal, siyasal ekonomik, ayrıca`ahlâki (!)” ideolojiler geliştiriyorlar. Ve bu temellere dayanan, hiçbir şekilde onlardan sapmayan bu ideolojilerin “bilimsel” olduklarını, hem de sadece “bilimsel (!) olduklarını iddia ediyorlar.

Evrende yeralan bunca kanıta, bunca tanığa rağmen yüce Allah’ın varlığına inanmamaları, bu bedbaht nesillerin içlerindeki algılama ve özümseme cihazlarının işlevsiz hale geldiğinin inkâr edilemez kanıtıdır. Ayrıca bu inkârda diretmeleri de önceki Kur’an ayetinin çizdiği bu örneğin bıraktığı övünme havasından herhangi bir şey azaltmamaktadır.

“Eğer onlara bir kapı açsak da göğe çıkmaya koyulsalar.” “Gözlerimiz hayal görüyor, herhalde birileri bize büyü yaptı derler.”

Evrende yeralan ve Allah’ın varlığına şahitlik eden kanıtlar, onların göğe çıkmalarından daha belirgin, daha açıktırlar. Bu kanıtlar devre dışı kalmamış insan fıtratına gizli-açık, sesli-sessiz hitap etmektedirler. Artık fıtrat Allah’ın varlığını kabul etmekten, onu tanımaktan başka bir şey yapamaz.

Evreni ayakta tutan, hareket etmesini ve düzenini sağlayan ayrıca birbirleri ile uyum oluşturan yasalar sistemine, bunun yanında evrenin bazı bölümlerinde hayatın meydana gelmesi için biraraya gelen ve birbirleri ile uyum oluşturan sayısız bileşimlere rağmen evrenin kendi kendine varolduğunu söylemek… Evet böyle bir sözü insan fıtratı temelden reddettiği gibi, insan aklı da kabul etmez. Bilim, bu evrenin özelliklerini, sırlarını, yapısında yeralan ve birbirleriyle uyum oluşturan bileşimlerini araştırmak amacı ile derinlere daldıkça; evrenin oluşumu ve varoluşundan sonraki gelişimi hakkında ileri sürülen tesadüf teorilerini reddetmekte ve evrenin ötesinde onu yönlendiren yaratıcı eli görme ihtiyacını duymaktadır. Bu görüş, evrenden gelen mesajların ve işaretlerin algılanması ile birlikte insan fıtratına bir düzey kazandırır. Ve bu durum, ancak son dönemlerde gelişme gösteren tüm bilimsel araştırmalardan önce meydana gelmiştir.

Evren kendi kendini yaratamadığı gibi, aynı anda da kendisini yönlendirecek kanunları yaratamaz. Aynı şekilde hayattan yoksun evrenin varlığı, hayatın ortaya çıkışı için bir açıklama sayılmaz. Evrenin ve hayatın ortaya çıkışını bir yaratıcının, bir yönlendiricinin varlığını gözönünde bulundurmadan açıklamak, zorlama bir girişimdir. İnsan fıtratı bu açıklamayı kabul etmediği gibi, insan aklı da kabul etmez. Nitekim son dönemlerde pozitif bilimler de böyle bir açıklamayı reddetmeye başladılar.

Almanya Frankfurt Üniversitesi hocalarından canlılar ve bitkiler uzmanı “Russel Charles Ernest’ şunları söylemektedir:

“Cansızlar dünyasından hayatın ortaya çıkışını açıklamak için çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Bazı araştırmacılar hayatın protejenden ya da virüsten yahut bazı büyük protein parçalarının biraraya gelmesinden doğduğu sonucuna varmışlardır. Bazı insanlar bu teorilerin canlılar alemi ile cansızlar alemi arasındaki boşluğu kapattığını sanmaktadırlar. Ama kabul etmemiz gereken bir gerçek var ki, cansız bir maddeden canlı bir madde meydana getirmek için ortaya konan tüm emeklerin başarısızlıkla, hayal kırıklığıyla sonuçlandığıdır. Bununla beraber Allah’ın varlığını inkâr eden biri, sadece atomların ve elementlerin tesadüfen biraraya gelmeleri ile bu hayatı meydana getirdikleri, onu korudukları, canlı hücrelerde gözlemlediğimiz gibi yönlendirdikleri, teorisini evrenin varoluşunun dayanağı yapamaz. Herhangi bir insan, hayatın ortaya çıkışına ilişkin olarak yapılan bu açıklamayı kabul etmede özgürdür. Bu, onun bileceği bir şeydir. Ama bunu yaptığı zaman her şeyi yaratan ve onları yönlendiren Allah’ın varlığına inanmaktan daha ağır, daha zor yükümlülükleri aklına yükleyecektir.

“İnanıyorum ki, canlı hücrelerin herbiri, anlaması zor, son derece karmaşık birer yapıya sahiptirler. Yeryüzünde varolan milyarlarca canlı hücre, düşünce ve mantığa dayalı olarak onun gücüne şahitlik etmektedir. Bu yüzden ben tüm içtenliğimle Allah’ın varlığına inanıyorum.

Bu makaleyi yazan kişi, araştırmasına hayatın ortaya çıkışına ilişkin dini açıklamaları gözönünde bulundurarak başlamıyor. Araştırmasına hayatın ortaya çıkışını şekillendiren yasalar sistemine ilişkin doğruluğu kanıtlanmamış bir bakış açısı ile başlıyor. Araştırmasına egemen olan mantık, tüm özellikleri ile “çağdaş bilim” mantığıdır. Buna rağmen, hem fıtri ilhamın, hem de dini duyarlılığın onayladığı bir sonuca ulaşıyor. Çünkü bir gerçek varolduğu zaman, hangi yolu izlerse izlesin, doğru yol arayanlara kendisini gösterecektir. Ama bu gerçeği bulamayanlar, içlerindeki tüm algılama cihazlarının işlevsiz hale geldiği kimselerdir.

Fıtratın, aklın ve evrenin mantığına ters düşerek Allah’ın varlığını tartışma konusu yapanlar, içlerindeki alıcı ve verici cihazlar devre dışı kalmış varlıklardır. Onlar kördürler. Nitekim yüce Allah onlar hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Rabbin tarafından sana indirilen kitabın hak içerikli olduğunu bilen kimse kör birisi gibi midir?” (Ra’d Suresi 19)

Gerçek durumları bu olduğuna göre, bir müslüman bunların toplum, siyaset ve ekonomik alanlarında ortaya koydukları sözde “bilimsel” ideolojilere, ayrıca evren, hayat, insan, insan hayatı ve insanlık tarihi hakkında geliştirdikleri teorilere, en azından insan hayatını açıklanmasını ve düzenlenmesini ilgilendiren konularda onların ortaya koyduğu düşüncelere; duyu organları işlevini yitirmiş, görmekten, duyumsamaktan ve kavramaktan tamamen yoksun bir körden kaynaklanan sapmalar olarak bakmalıdır. Bir müslüman hiçbir konuda böylesinin görüşüne başvuramaz. Bakış açısını onların düşüncelerine göre biçimlendirmesi, hayat sistemlerini bu körlerden alınmış bir teoriye dayandırması ile olacak iş değildir.

Bu mesele iman ve inanç meselesidir. Görüş ve düşünce meselesi değildir. Düşüncelerini, hayat felsefesini, aynı şekilde hayat sistemini ve maddi evrenin hem kendisini, hem de insanı varettiği temeline dayandıran biri, düşünce, hayat felsefesi ve hayat sistemini temellendirmede büyük bir yanılgıya düşmektedir. Bu yüzden bu temele dayanan organların düzenlemelerin ve uygulamaların iyi sonuçlar vermesi iyilik getirmesi mümkün değildir. Bu düşüncenin ufak bir parçasının müslümanın hayatına monte olması, onun inancına ve düşüncesine dayanak oluşturması imkânsızdır. Çünkü bir müslüman düzenini ve hayatını yüce Allah’ın evren üzerindeki ilahlığı yaratıcılığı ve yönlendiriciliği ilkesine dayandırmak zorundadır.

Böylece sözde “bilimsel sosyalizm” diye adlandırılan ideolojinin materyalizmden ayrı bir düşünce olduğuna ilişkin görüşün bilgisizlikten ya da hezeyandan başka bir şey olmadığı ortaya çıkıyor. Temeli, kaynağı, düşünce metodu ve sisteminin yapısı belli olan “bilimsel sosyalizmi” benimsemek, inanç, düşünce, sonra sistem ve düzen noktasından ve temelden İslâmdan çıkmaktır. Çünkü bilimsel sosyalizmi benimsemekle, Allah’ın varlığına inanmaya saygı göstermek, kesinlikle birarada olmaz. İkisini birarada sürdürme girişimleri İslâm ile küfrü birleştirmektir. Ve bu kaçınılması mümkün olmayan bir gerçektir.

Hangi bölgede ve çağda olurlarsa olsunlar, insanlar ya din olarak İslâmı benimseyecekler ya da materyalizmi. İslâmı seçtikleri zaman “materyalizm felsefesinden” kaynaklanan “bilimsel sosyalizmi” kabul etmeleri artık kesinlikle yasaktır. Çünkü bilimsel sosyalizmi, bir sosyal düzen olarak kaynaklandığı temelinden ayırmak mümkün değildir.

İnsanlar baştan itibaren ya İslâmı ya da materyalizmi seçmelidirler.

Hiç kuşkusuz İslâm, sırf vicdanlarda yereden fonksiyonsuz bir inanç biçimi değildir. İslâm inanca dayalı bir toplumsal düzendir. Aynı şekilde -bu anlamda”bilimsel sosyalizm” de boşluğa dayanmaz. Doğal olarak materyalizmden kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi materyalizm, evrenin özünün madde olduğunu ileri sürerek, evreni yaratıp yönlendiren bir tanrının varlığını temelden inkâr etmektedir. Materyalizmle bilimsel sosyalizm arasındaki bu organik birleşimi bozmak imkânsızdır. İşte İslâm ile tüm uygulamalarıyla bilimsel sosyalizm arasındaki köklü çelişki bundan kaynaklanmaktadır.

İkisinden birini seçmek kaçınılmazdır. İsteyen dilediğini seçebilir, ama Allah katında seçtiğinin sorumluluğunu da yüklenmelidir!

EVRENİN ÖZELLİKLERİ

Gökler alanından sunulan kibirlenme sahnesinden, gökler sahnesiyle başlayan evrensel olağanüstülüklerin sunulduğu sergiye geçiliyor. Çünkü yer sahnesi… Çünkü yağmur yüklü bulutları biraraya getiren rüzgârların yeraldığı sahne… Çünkü hayat ve ölüm sahnesi… Çünkü diriliş ve toplanma sahnesi… Evet bütün bu sahneler üzerlerine bir kapı açılsa oradan göğe doğru tırmanacak olsalar, “Gözlerimiz hayal görüyor, birileri bize büyü yaptı herhalde” diyecek olan kimselerin kibirlendiği sahnelerdir. O halde biz de ayetlerin akışı içinde olduğu gibi teker teker sunalım bu sahneleri.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.