sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA KAMER SURESİ 9 VE 17. AYETLER

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA KAMER SURESİ 9 VE 17. AYETLER
02.04.2024
172
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

9- Onlardan önce Nuh’un soydaşları da yalanlamışlardı. Onlar kulumuz Nuh’u yalanlayarak “Bu adam delidir” dediler, onu görevinden alıkoydular.

10- O da “Ben yenik düştüm”yardım et bana” diye Rabb’ine dua etti.

11- Göğün kapılarını açarak bardaktan su boşanır gibi bir yağmur yağdırdık:

12- Yeri de coşkun kaynaklar halinde fışkırttık. Her iki yönden gelen su belirlenen bir görevi yerine getirmek üzere birleşti.

13- Onu çivilerle tutturulmuş tahtalardan yapılan bir gemiye bindirdik.

14- Mesajı inkar edilen kulumuza ödül olarak bu gemi gözetimimiz altında yüzüyordu.

15- Biz onu bir ibret dersi olarak geride bıraktık. İbret alan yok mu?

16- Benim azabım ve uyarılarım nasılmış?

17- Biz Kur’an’dan öğüt alınabilsin diye onu kolay anlaşılır kıldık. Yok mu öğüt alan?

Evet “onlardan önce de Nuh’un soydaşları” peygamberlik mesajını ve yüce Allah’ın ayetlerini “yalanlamışlardı:’ Bu adamlar “kulumuz”Nuh’u “yalanlayarak” onun için “bu adam delidir demişlerdi.” Tıpkı şu zalim kureyşliler gibi. Onlar da O’nun için aynı sözleri söylemişler, O’nu taşa tutarak öldürmekle tehdit etmişler, O’nu alaya alarak üzmüşler, O’nu sert sözlerle azarlayarak kendilerine ilişmemesini istemişler, kabalıklarına son vererek gerçeğe teslim olacakları yerde “Onu görevinden alıkoymuşlar.”

İşte o zaman Hz. Nuh, kendisini peygamber olarak gönderen, gerçeği duyurmakla görevlendiren Rabb’ine dönüyor. O’na soydaşları ile arasında olup bitenlerin, emeklerinin ve çabalarının sonucunun, gücünün ve kapasitesinin sınırının raporunu sunuyor. Harcayacak hiçbir gücünün kalmadığı, çarelerinin ve enerjisinin tükendiği bir noktada işi yüce Allah’a havale ediyor. Okuyoruz:

“O da `ben yenik düştüm, yardım et bana’ diye Rabb’ine dua etti.”

Tâkatım tükendi. Enerjim kalmadı. Gücüm bitti. Altta kaldım. “Yenik düştüm, yardım et bana”. Sen yardım et bana, Rabb’im. çağrını zafere erdir, Hakk’ını zafere erdir, istemini zafere erdir. Sen yardım et bana. İş senin işin; dava senin davan. Benim fonksiyonum bitti.

Bu söz söylenir-söylenmez, başka bir deyimle peygamber işi yüce ve ezici iradeli sahibine teslim eder-etmez güçlü ve karşı durulmaz iradeli el, korkunç ve ezici evren çarkına işaret verir ve bu işaret üzerine evren çarkı gürültülü, gıcırtılı dönüşünü başlatır. Okuyoruz:

“Göğün kapılarını açarak bardaktan su boşanır gibi bir yağmur yağdırdık.

Yeri de coşkun kaynaklar halinde fışkırttık. Her iki yönden gelen su belirli bir görevi yerine getirmek üzere birleşti:

Artık her tarafı saran, müthiş bir evrensel hareket karşısındayız. Bu hareket seçilmiş sözcükler ve deyimlerle dile getiriliyor. İfade bu eylemi doğrudan doğruya yüce Allah’a bağlayarak söze giriyor, “açtık” diyor. Böylece okuyucu “göğün kapılarını” açan güçlü eli hissediyor. Bunu “kapı” sözcüğünün somutluğunda ve sözcüğün “kapılar” şeklindeki, yani çoğul biçimindeki kullanımında hissediyor. “Bardaktan su boşanır gibi bir yağmur”. Bol, sürekli, güçlü ve hızlı bir yağmur. “Yeri de coşkun kaynaklar halinde fışkırttık.” Yerden pınarın fışkırmasını somutlaştıran bu ifadeye göre su sanki yerin tümünden kaynıyor, sanki yeryüzünün tümü sayısız pınarlara dönüşüyor.

Gökten yağan yağmur suları ile yerden fışkıran pınar suları “belirli bir görevi gerçekleştirmek üzere” belirlenmiş bir sonucu meydana getirmek için “buluşuyorlar.” Her iki yönden, gelen sular, aldıkları buyruk uyarınca akan ve yüce Allah’ın planını gerçekleştiren uysal sular, kesinleşmiş bir buyruğu yürürlüğe koymak için birbirlerine karışıyorlar.

Bu sular her yeri basan,,her yanı saran, tüm yeryüzünü kaplayan müthiş bir “‘Tufan”a dönüşünce yeryüzünü kaplayan kirleri süpürüveriyorlar. Peygamber Nuh bu temizliği yapmaktan umudunu kesmişti, bu çevre kirliliği karşısında çaresiz kalmıştı. İşte şimdi peygamberinin çaresizliğine acıyan güçlü el gelmişti. Peygamber kendisine dua edince bütün evreni harekete geçirdi. Yardımına koşan bu el, aynı zamanda O’nu boğulmaktan kurtarıyor, O’nu onurlandırıyordu. Okuyoruz:

“Onu çivilerle tutturulmuş tahtalardan yapılan bir gemiye bindirdik.

Mesajı inkar edilen kulumuza ödül olarak bu gemi gözetimimiz altında yüzüyordu.”

İfadenin gemiyi ne kadar yücelttiği, saygınlaştırdığı açıkca bellidir. Bir kere bu “çivilerle tutturulmuş tahtalardan yapılan” bir taşıma aracıdır. Yani nitelikleri anlatılıyor, ama değerine ve saygınlığına dikkatleri çekmek için “bu bir gemidir” diye adı konmuyor. Sonra bu taşıma aracı “mesajı inkar edilen” fonksiyonu reddedilen ve görevden alıkonan “kulumuza ödül olarak” Allah’ın gözetimi altında, gözleri önünde yüzüyor. Bu ödül O’nu gördüğü eziyetlere karşı şefkatle okşuyor, uğradığı alaylara ve aşağılamalara karşı onurlandırıyor. Bu ifade aynı zamanda Allah yolunda tüm gücünü harcadıktan sonra yenik düşen dava adamının çarelerin tükendiği bu noktada davayı asıl sahibine teslim edince, davasını zafere erdirsin diye O’na el açınca ne büyük bir güce kavuşacağını tasvir ediyor. Bu durumda evrenin bütün karşı durulmaz güçleri o dava adamının hizmetine girer, yardımına koşar. Yüce Allah da bütün gücü ve baş edilmez iradesi ile bu güçlerin arkasında olur.

Bu parlak, görkemli, kesin, düşmanlarını dize getirici ve geniş kapsamlı zafer sahnesinin arkasından Kur’an, bu sahneyi görmüş gibi bir somutlukla izleyen kalplere yönelerek onları bir değerlendirme açıklaması ile okşuyor. Amaç bu kalpleri etkilemek, onları gerçekleri kabul etmeye özendirmektir. Okuyoruz:

“Biz onu bir ibret dersi olarak geride bıraktık. İbret alan yok mu?”

Bilinen ayrıntıları ile bu olağanüstü olayı, ilerdeki kuşakların yararına sunduk. “İbret alan” bu olayı irdeleyip ondan gerekli dersleri çıkaran “yok mu?”

Sonra bir uyarıcı soru cümlesi geliyor. Sorunun amacı yüce Allah’ın azabının korkunçluğunu ve yapılan uyarıların doğruluğunu vurgulamaktır. Okuyoruz:

“Benim azabım ve uyarılarım nasılmış?”

Sonuç gerçekten de Kur’an’ın tasvir ettiği gibi oldu. Adamların başlarına gelen azap yakıcı ve karşı durulmaz bir azap olduğu gibi bu azaba ilişkin uyarı da doğru çıktı.

İşte Kur’an, önlerinde duruyor. Ellerinin altındadır, yararlanmalarına açıktır. Kolay anlaşılabilir. Okunmayı ve üzerinde düşünmeyi özendiren bir çekiciliği vardır. Ayrıca doğru ve sade olmanın çekiciliğine sahiptir. İnsan fıtratı ile uyumludur. Ruhu coşturur, duyguları harekete geçirir. Çarpıcı açıklamaları bitmez. İstediği kadar reddedilsin, bu yüzden yıpranmaz, değerini yitirmez. İnsan kalbi onu her irdeleyişinde yeni bir azıkla döner. İnsan ruhu onunla ne kadar kaynaşırsa onunla olan ülfeti ve dostluğu daha da artar. Okuyalım:

“Biz Kur’an’dan öğüt alınabilsin diye onu kolay anlaşılır kıldık. Yok mu öğüt alan?”

Bu değerlendirme ayeti sure boyunca her somut sahnenin arkasından tekrarlanır. Böylece ilahi mesajı yalanlayanların tepelerine inen her acıklı azap halkasının tanıtılmasının arkasından insan kalbi bu değerlendirmenin önünde durdurularak soğukkanlı bir şekilde gerçekleri düşünmeye ve araştırmaya çağrılıyor.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.