SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA KEHF SURESİ 28. ve 29. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
28- Sırf Rabb’lerinin rızasını dileyerek sabah-akşam O’na yalvaranlarla birarada olmaya kendini zorla. Dünya hayatının çekiciliğini isteyerek böyle kimseleri gözardı etme. Adımızı anmayı kalbine unutturduğumuz ve ihtiraslarına tutsak olarak kendini akıntıya kaptırmış kimselerin arzularına uyma.
29- Onlara “Bu Kur’an, Allah tarafından gönderilmiş bir gerçektir, isteyen inansın, isteyen inkar etsin ” de. O ateşe atılanlar “su, su ” diye feryad ettiklerinde çığlıklarına karşılık kendilerine ergimiş metal gibi yüzleri kavuran bir sıvı sunulur. O ne fena bir içecek ve orası ne fena bir barınaktır.
Rivayete göre bu ayetler “Şayet Kureyş kabilesinin önde gelenlerinin iman etmesini istiyorsa, Bilal, Süheyb, Ammar, Habbab ve Abdullah b. Mesud gibi yoksul mü’minleri yanından uzaklaştırmasını, yahut bu yoksulların üzerindeki hırkalardan, ter kokuları geldiği ve bu da önde gelen Kureyşli efendileri rahatsız ettiği için bu kişilerin toplantılarından ayrı bir toplantı düzenlemesini Peygamber Efendimize -salât ve selâm üzerine olsun- öneren Kureyş kabilesinin önde gelen liderleri hakkında inmiştir.
Yine rivayete göre Peygamber Efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun- onların inanmalarını istemiş bu yüzden önerilerine olumlu yaklaşım göstermiştir. Bu yüzden yüce Allah şu ayeti indirmiştir: “Sırf Rabb’lerinin rızasını dileyerek sabah-akşam O’na yalvaranlarla birarada olmaya kendini zorla.”
Yüce Allah bu ayeti, gerçek değerleri açıkça duyurmak ve yanılmaz teraziyi yerleştirmek için indirmiştir. Bundan sonra “isteyen inansın, isteyen inkâr etsin.” İslâm hiç kimseye yaltaklanmaz. İnsanları, ne ilkel cahiliyye ölçüleriyle, ne de kendisinin koyduğu ölçüler dışında insanların hayatı için ölçüler koyan herhangi bir cahiliye sisteminin ölçüleriyle değerlendirmez.
“Kendini zorla” hemen yanlarından kalkacakmış gibi davranma ve acele etme. “Sırf Rabb’lerinin rızasını dileyerek sabah-akşam O’na yalvaranlarla birarada bulunurlar.” Çünkü onların gayesi, Allah’dır. Sabah-akşam O’na yalvarıyorlar, O’na yöneliyorlar, O’na yalvarmaktan vazgeçmiyorlar. O’nun rızasından başka bir şey istemezler. Onların istedikleri, dünya hayatını isteyenlerin tüm beklentilerinden daha üstün ve daha değerlidir.
Onlarla birlikte olmaya kendini zorla. Onlara arkadaşlık et, otur onlarla ve onları eğit. Çünkü ne hayır varsa onlardadır. Davet hareketleri onlara benzer insanların omuzlarında yükselir. Davet hareketleri, üstünlük sağlasın diye kendisine bağlananlara; halk kitlelerine öncülük etmek için bağlananlara; amellerini gerçekleştirmek için bağlananlara; çarşılarda menfaat sağlayacakları, izleyici bulacakları için bir çıkar aracı gözüyle bakıp bağlananlara dayanmaz. Tam tersine davet; sırf Allah’ın rızasını gözeterek, içtenlikle O’na yönelen bu kalplerle ayakta kalır. Onlar herhangi bir mevki, bir nimet ve bir çıkar peşinde değillerdir. İstedikleri Allah’ın rızasıdır, O’nun hoşnutluğuna umut bağlarlar.
“Dünya hayatının çekiciliğini isteyerek böyle kimseleri gözardı etme.”
Dünyanın çekiciliğine kapılıp onlardan yararlananlar gibi hayatın güzelliklerine eğilim göstererek onlardan ilgini kesme. Çünkü dünya hayatının çekiciliği, sırf O’nun rızasını dileyerek, sabah-akşam Rabb’lerine yalvaranların yükseldikleri yüce ufkun düzeyine çıkamaz.
“Adımızı anmayı kalbine unutturduğumuz ve ihtiraslarına tutsak olarak kendini akıntıya kaptırmış kimselerin arzularına uyma.”
Fakirlere karşı kendilerine ayrıcalık tanınmasına ilişkin isteklerine uyma. Eğer Allah’ı anmış olsalardı büyüklük taslamaktan vazgeçerlerdi, taşkınlıklarına son verirlerdi, büyüklük kompleksinden kaynaklanan istekler ileri sürmezlerdi, huzurunda tüm başların birbirine eşit olduğu yüce Allah’ın ululuğunun bilincinde olurlardı, insanları birbirine kardeş yapan inanç bağının farkında olurlardı. Ama onlar ihtiraslarına, arzularına uyuyorlar. Cahiliyye düşüncesinin ürünü arzularının peşinde gidiyorlar. Allah’ın kulları hakkında hüküm verirken cahiliye ölçülerini kullanıyorlar. Bu yüzden onlar ve sözleri bir değer ifade etmezler, bu sözler aptalca söylenmiş şeylerdir. Allah’ı anmaktan kaçınmalarının, ondan gafil olmalarının cezası olarak, ilgi duyulmamayı, önemsememeyi haketmiş onlar.
Kuşkusuz İslâm, tüm başları Allah’ın huzurunda birbirlerine eşit kılmak için gelmiştir. Mal, soy ve mevki açısından hiç kimseye bir üstünlük tanımaz. Bunlar sahte ve geçici değerlerdir. Herhangi bir kimsenin üstünlüğü yüce Allah’ın katındaki yerine bağlıdır. Bir kimsenin yüce Allah’ın katındaki yeri de, O’na yönelişi, O’nu her şeyden üstün tutması ile ölçülür. Gerisi, boş, geçersiz ve ihtiraslardan kaynaklanan değerlerdir.
“Adımızı anmayı kalbine unutturduğumuz kimselerin arzularına uyma.” Kendi şahsına, malına, evladına, çıkarına, zevkine, sefasına ve ihtirasına yönelik kalbinde Allah’a yer kalmadığı için Allah’ı anmayı kalbine unutturduk. Böyle şeylerle uğraşan bir kalp, bunları hayatının gayesi haline getiren bir kalp kesinlikle Allah’ı anmayı unutur. Allah da unutkanlığını arttırır, içinde bulunduğu durumu onun arzusuna uygun hale getirir. Böylece günler geçip gider ve yüce Allah’ın hem kendilerine hem de başkalarına zulmedenler için hazırladığı acıklı akıbetle karşılaşırlar.
“Onlara; “Bu Kur’an Allah tarafından gönderilmiş bir gerçektir, isteyen inansın, isteyen inkâr etsin” de.
Bu şekilde onurlu bir tavırla, böylesine bir açıklıkla ve böylesine bir kesinlikle söyle. Çünkü gerçek, hiç kimseye yaranmaz, hiç kimsenin önünde eğilmez. Çarpık bir tarafı bulunmayan dengeli yolunu, hiçbir zayıf tarafı bulunmayan güçlü metodunu, kapalılığa yer vermeyen, apaçık stratejisini izler. Şu halde isteyen bu gerçeğe inansın, isteyen inkâr etsin. Gerçekten hoşlanmayan gidebilir. Kişisel arzusunu Allah’dan gelen gerçek içerikli kitaba uyduramayanın arzusuna göre inanç sistemini şirin gösterme sözkonusu olamaz. Dünyanın çekiciliğine yönelik ilgisinden soyutlanmayana, Allah’ın ululuğu karşısında büyüklük kompleksinden vazgeçmeyene İslâm inanç sisteminin ihtiyacı yoktur.
İslâm inancı herhangi bir kimsenin malı değil ki, onu başkalarına şirin göstermeye çalışsın. Tam tersine İslâm inanç sistemi Allah’ındır. Ve Allah da alemlerin hiçbir şeyine muhtaç değildir. İnancı olduğu gibi, bir değişikliğe uğratmadan benimsemeyenler, içtenlikle kabul etmeyenler, inanç sisteminin üstün gelmesini, başarıya ulaşmasını sağlayamazlar. Sırf Allah’ın rızasını dileyerek sabah-akşam O’na yalvaran mü’minlere karşı üstünlük taslayanlardan ne İslâma ne de müslümanlara bir hayır gelmez.
MÜ’MİN VE KÂFİRLERİN AKİBETLERİ
Bundan sonra surenin akışı, bir kıyamet sahnesinde kâfirler ve mü’minler için hazırlanan akıbetleri sunuyor.
“O ateşe atılanlar “su su” diye feryat ettiklerinde çığlıklarına karşılık kendilerine ergimiş metal gibi, yüzleri kavuran bir sıvı sunulur. O ne fena bir içecek ve orası ne fena bir barınaktır.