SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA MÜDDESSİR SURESİ 37. VE 47. AYETLER
37- Aranızdaki ilerlemek isteyenler için de, geriye gitmeyi tercih edenler için de.
38- Herkes tutumunun ve davranışlarının tutsağıdır.
Her öz sorumluluğunu ve yükünü kendi omuzlarında taşır. Kendini nereye koymak isterse oraya koyar. Özünü ya ilerletir, ya geriye götürür. Ya onurlandırır ya alçaltır. Herkes davranışlarının tutsağı, yaptığı işlerin bağımlısıdır. Yüce Allah göre göre izleyeceği yolu tanıtmıştır. Duygulandırıcı evrensel tablolar ve herşeyi yutup yokeden “sakar” cehennemi tabloları karşısında yapılan bu duyuru son derece etkili ve akılları başlara toplayıcıdır.
Yaptıkları işlerin tutsağı ve davranışlarının bağımlısı olan insan sahneleri önünde çalışma defteri sağ taraftan verilecek olanların bağlardan çözük olacakları, kösteklerden arınmış bir özgürlüğün tadını yaşayacakları ilan ediliyor. Onlar bu rahatlık içinde günahkârlara niçin bu kötü sonla yüzyüze geldiklerini sorma hakkına bile salıp olacaklardır. Okuyoruz:
39- Yalnız defterleri sağ yanlarından verilenler hariç.
40- Onlar cennetlerde ağırlanırlar. Sorarlar.
41- Günahkârlara:
42- “Sakar’a (cehenneme) girmenizin sebebi nedir?” diye.
43- Cehennemlikler derler ki; “Biz namaz kılanlardan değildik.
44- Yoksulların karnını doyurmazdık.
45 Bizim gibi olanlarla birlikte asılsız ve bozguncu konuşmalara dalardık.
46- Hesap verme gücünü inkar ederdik.
47- Sonunda bi de ölüm gelip çattı.”
Çalışma defterleri sağ yanlarından verilenlerin her türlü bağımlılıktan, tutsaklıktan, bağdan ve köstekten uzak olmaları onların iyiliklerini bereketlendirip kat kat arttıran yüce Allah’ın lütfunun sonucudur. Bu umutlu sonucun burada açıklanması ve dikkatlere sunulması her türlü kalbi etkileyecek bir nitelik taşır. Bu açıklama ilk başta yüce Allah’ın ayetlerini yalanlayan, şimdi ise kendilerini yüz kızartıcı bir pozisyonda gören ve uzun uzun itiraflarla içlerini döken günahkarların kalplerini etkiler. Oysa dünyada önem vermedikleri, adam yerine koymadıkları müminler şimdi üstün ve onurlu bir konumdadırlar ve üstün konumlarının rahatlığı içinde kendilerine “Sakar’a (cehenneme) sürüklenmenizin sebebi nedir?” diye sorarlar.
Öte yandan bu açıklama dünya da günahkârlardan çok çeken müminlerin kalplerini de etkiler. Şimdi ise kendileri onurlu bir konumda iken kendini beğenmiş düşmanları o onur kırıcı duruma düşmüşlerdir. Sahne o kadar canlıdır ki, her iki gurubun kalbinde de şu anda varmış ve her iki taraf orada yerini almış izlenimini uyandırıyor. Sahnenin bu çarpıcı canlılığı dünya hayatının defterini bütün dekoru ile birlikte dürmekte, bu hayatı noktalanmış ve geçip gitmiş bir geçmişe dönüştürmektedir.
Günahkârların uzun ve ayrıntılı itirafları kendilerini “sakar” cehennemine sürükleyen çok sayıda günahı içeriyor. Onlar müminler karşısında başları eğik ve aşağılanmış bir pozisyonda bu suçlarını kendi dilleri ile itiraf ediyorlar. Okuyalım:
“Biz namaz kılanlardan değildik.”
Burada “namaz kılmak” tümü ile “iman etme”yi anlatan dolaylı bir ifadedir. Bu ifade biçimi, bu inanç sisteminde namazın taşıdığı önemi vurgulamakta, onu imanın göstergesi ve sembolü olarak tanıtmaktadır. Buna göre namazı inkar etmek kafirliğin delili olmakta, sahibini müminlerin safının dışına çıkarmaktadır. Devam ediyoruz:
“Yoksulların karnını doyurmazdık.”
Bu günah, imansızlığın peşinden geliyor. Çünkü iman etmek yüce Allah’ın doğrudan kendisine yönelik bir ibadetken, yoksulların karnını doyurmak yine Allah’a yönelik, fakat uygulama alanı kullar olan bir ibadettir. Yoksulların karnını doyurma ibadetinin Kur’an’da sık sık vurgulanması, Kur’an’ın karşılaştığı toplumda yardımlaşma duygusunun zayıf olduğunu, o acımasız ortamda yoksulların gözetilmediğini kanıtlar. Gerçi o toplumun insanları iş öğünmeye, hava atmaya sıra gelince el açıklığı ile, cömertlikle bol bol övünürlerdi. Fakat sıra fakirlere yardım eli uzatmaya, gösterişsiz ve içtenlikli merhamete gelince yan çizerlerdi. Devam ediyoruz:
“Bizim gibi olanlarla birlikte asılsız ve bozguncu konuşmalara dalardık.”
Bu tutum inancı hafife almayı, imana karşı saygısızlığı, onu oyun ve eğlence yerine koymayı, umursamaz ve önemsemez bir boşboğazlıkla onun hakkında ulu-orta gevezelik etmeyi simgeler. Oysa iman ve inanç konusu insan hayatındaki en önemli ve en ciddi konudur. insan gönlünde ve bilincinde hayattaki diğer her konudan önce bu konuya yer vermelidir. Çünkü insanın düşüncesi, bilinci, duygu sistemi, değerleri ve ölçüleri bu temele dayanır. insan hayat yolunda ilerlerken gereken ışığı bu temel kaynaktan alacaktır. Öyleyse nasıl bu konuda ciddi bir görüş edinmez, nasıl olur da bu konuyu ciddiye almaz da kendisi gibi lafazanlara uyarak o konuda ileri-geri konuşmalar yapar, kendisi gibi ciddiyetsizlerle birlikte olarak bu konuyu eğlenceye alır. Devam ediyoruz:
“Hesap verme gününü inkar ederdik.”
İşte belaların ana kaynağı, merkezi burasıdır. Çünkü insan ahiret gününü, hesaplaşma gününü inkar edince elindeki bütün ölçüler bozulur, kafasındaki bütün değerler alt-üst olur, hayatı şu kısacık dünya ömrü ile sınırlandırdığı için zihnindeki hayat alanı daralır, her şeyin sonucunu şu kısacık hayat alanındaki gerçekleşmelerle karşılaştırır, bu sonuçlar ruhunu tatmin etmez, son ve önemli değerlendirme olgusunu hiç hesaba almaz. Bundan dolayı ahirete ve orada karşılaşacağı sona ilişkin bozuk değerlendirmesinden önce tüm ölçüleri, elindeki tüm dünya işleri bozulur. Böylece en kötü sonla yüzyüze gelir.
Günahkârlar “biz İşte böyle idik, namaz kılmazdık, yoksulların karnını doyurmazdık, sorumsuz gevezelere uyarak bu inanç sistemi hakkında ileri-geri konuşurduk, hesaplaşma gününü inkar ederdik” diyorlar. Ne zamana kadar?
“Sonunda bize ölüm gelip çattı.”
Bütün kuşkuları dağıtan, bütün şüphelere son veren, işi kestirip atan ölüm. O kesin akıbetten sonra artık ne pişman olmaya, ne tevbe etmeye ve ne iyi davranışlar yapmaya zaman ve fırsat kalmaz.
Bu kötü ve alçaltıcı durum sunulduktan sonra günahkârların akıbetlerinin değişebileceğine ilişkin bütün. umutlar kırılıyor. Okuyoruz: