SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA MÜLK SURESİ 16-18. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
16- Gökte olanın sizi yere batırmayacağından emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır.
17- Gökte olanın başınıza taş yağdırmasından güvende misiniz? Benim uyarmamın nasıl olduğunu yakında bileceksiniz.
18- And olsun ki, onlardan öncekiler de peygamberlerini yalanlamışlardı, ancak benim intikamım nasıl olmuştu?
Şu uysal hayvanın sırtında yaşayan, onu sağan, yüce Allah’ın içine yerleştirdiği rızktan kendi paylarına düşen miktarı elde eden insanlar, bu hayvanın kimi zamanlar nasıl serkeşleştiğini, sütünü sağdırmadığını bilirler. Yüce Allah birazcık sallanmasına izin verince, sırtındaki her şey sarsıldıkça sarsılır veya kırılıp dökülür. Üzerindeki her şey çalkalanır, kontrol edilemez olur, hiçbir güç, hiçbir önlem onu durduramaz. Bu durum uysal hayvanın içindeki, vahşi ve serkeş özelliğin ön plana çıktığı depremlerde ve volkanik patlamalarda görülür. Bu durumda yüce Allah dizginini tutar da sadece kısa bir süre sallanır, yalnızca birkaç saniye serkeşlik yapar. Buna rağmen insanın sırtına yüklediği her şeyi kırıp döker, içine yerleştirdiği şeyleri, ağızlarından birini açtığı zaman veya bir kısmı yerin dibine göçtüğü zaman taş taş üstüne bırakmaz. O zaman çalkalanır durur. Bu durum karşısında insanlar hiçbir şey yapamazlar, ellerinden de bir şey gelmez.
İnsanlar kendilerini güvencede hissedip eğlenceye daldıkları bir sırada, evrenin dizginini elinde bulunduran büyük ilahi güçten gafil oldukları bir zamanda ansızın tutuldukları bir depremde, volkanik bir patlama karşısında veya yerin çökmesi gibi dehşet verici bir anda korku kafesinde mahsur kalmış küçük fareler gibidirler.
Aynı şekilde insanlar, önünde taşları savuran, ortalığı kasıp kavuran, taş üstünde taş bırakmayan, yakıp yıkan, korkunç sesler çıkaran azgın kasırgalara da tanık oluyorlar. Ama bütün çırpınmalarına, çözüm arayışlarına rağmen bu korkunç kasırganın karşısında eli kolu bağlı, hiçbir şey yapamaz haldedirler. Kasırga kopup tozu dumana katarak taşlar savurmaya başladığı; karada, denizde ve havada ne bulursa önüne katıp savurduğu zaman, bu durum karşısında insanlar son derece küçük, çaresiz ve zavallı varlıklar gibi bakakalırlar. Yüce Allah kasırganın dizginini ele alıp dindirdiği, sakinleştirdiği zaman kendilerine gelebilirler ancak.
Kur’an-ı Kerim, bu hayvanın sessizliğine ve hareketinin güvenliliğine kanan, bu hayvanın yaratıcısını ve terbiyecisini unutmak suretiyle kendinden emin olma yanılgısına düşen insana, bu hayvanın serkeşliklerini, karşısında hiçbir şey yapamadığı inatlaşmalarını hatırlatıyor. Çünkü ayaklarının altında sabit gibi duran yer sallanır, sarsıldıkça sarsılabilir. içindeki kızgın lavları püskürtüp, kaynayabilir. Çevrelerinde esen hafif rüzgar da, yeryüzünde hiçbir beşeri gücün karşısına dikilemediği, ortalığı kasıp kavurmasına, taş üstünde taş bırakmamasına engel olamadığı korkunç bir kasırgaya, önünde taşlar savuran bir tipiye dönüşebilir. İşte Kur’an-ı Kerim insanın sınırlarını yay gibi gerdiren, dehşetinden mafsalları birbirinden ayıran bu tehdit ile onları uyarıyor, sakındırıyor:
“Benim uyarımın nasıl olduğunu yakında bileceksiniz.”
Ve buna insanlığın pratik hayatından, Allah’ın ayetlerini yalanlayan geçmiş milletlerin akıbetlerinden somut örnekler sunuyor.
“And olsun ki, onlardan öncekiler de peygamberlerini yalanlamışlardı, ancak benim intikamım nasıl olmuştu?”
Ayetin orijinalinde geçen “Nekir” inkar ve sonuçları anlamınadır. Yüce Allah, onlardan önceki milletlerden peygamberleri yalanlayanların bu davranışlarını kınamıştı. Şimdi de onlara soruyor: “Benim intikamım nasıl olmuştu?” Hiç kuşkusuz onlar nasıl olduğunu biliyorlar. Taş üstünde taş bırakmamanın, kırıp dökmenin izleri bu intikamın nasıl olduğunu gösteriyor. O milletlerin köklerinin nasıl kurutulduğunu somut olarak ifade ediyor.
Yüce Allah’ın hoş karşılamadığı güvenlik duygusu insanı Allah’tan, O’nun gücünden ve kaderinden gafil olmaya iten güven duygusudur. Yoksa Allah’ın gözetimine ve Rahmetine güvenmede değildir hoş karşılanmayan. Bunlar birbirlerinden ayrı şeylerdir. Çünkü mümin Rabbine güvenir, O’nun rahmetini ve lütfunu ümit eder. Fakat bu insanı gaflete, unutkanlığa, toprağa bağlı bulunmaya, toprağa bağlı değerlere dalmaya sürüklemez. Bu duygu insanı sürekli bir uyanıklığa, Allah’tan utanmaya, O’nu öfkelendirecek davranışlardan sakınmaya, Allah’ın kaderinde öngörülen olaylara hazırlıklı olmaya, bunun yanı sıra itaate ve güvene çağırır.
İmam Ahmed Hz. Aişe’nin şöyle dediğini aktarır: “Bir gün olsun Rasullullah’ın ağzının içi görünecek şekilde kahkaha atarak güldüğünü görmedim. Sadece gülümserdi. Rasulullah bir bulut veya bir rüzgar gördüğü zaman yüzünde hemen endişe izleri belirirdi. “Ya Resulallah, insanlar bir bulut gördükleri zaman yağmur yağdıracak diye sevinirler, ama sen bunu gördüğün zaman memnuniyetsizliğin yüzünden anlaşılıyor” dedim. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle dedi: “Ya Aişe bu bulutun bize yönelik bir azap taşımadığından nasıl emin olabilirim? Nitekim bazı milletler rüzgarla cezalandırıldılar. Onlar da bu bulut bize yağmur yağdıracak demişlerdi.”(Buhari, Müslim)
İşte bu Allah’ı ve kaderini sürekli hissetmenin, Kuran’ın akışı içinde anlatılan olayları ibretle düşünmenin, uyanık bulunmanın belirtisidir. Ve bu Allah’ın rahmetine güvenmeye, O’nun lütfunu ümit etmeye engel değildir.
Ayrıca bu bütün görünen ikinci plandaki görünür sebepleri ilk sebebe bağlamayı, meseleyi olduğu gibi ve bütünüyle mülkü kontrolünde tutan ve her şeye gücü yeten Allah’a döndürmeyi öngören anlayışın da ifadesidir. Yerin göçmesi, önünde taşlar savuran kasırga, volkanik patlamalar, depremler ve fırtınalar gibi evrensel güçler ve doğal olaylar üzerinde insanların hiçbir etkinliği söz konusu değildir. Bunlar tamamen Allah’ın kontrolünde olan olaylardır. insanların bütün söyledikleri varsayımlardır. Bu varsayımlara dayanarak bunların meydana gelişlerini yorumlamaya çalışırlar. Ama bunların meydana gelişlerine müdahale edemezler. Bunların sonuçlarından, etkilerinden kendilerini koruyamazlar. Yeryüzünde yaptıkları her şey, yerin bir sarsıntısı ile, herhangi bir kasırga ile yok olup giderler. Tıpkı bir yaprakla oynar gibi. Şu halde en iyisi bu meselelerle ilgili olarak evrenin yaratıcısına, bu tür olaylara hükmeden evrensel yasalar sistemini koyan bu gibi olaylar esnasında bazı yönleri belirginleşen gücü evrene yerleştiren Allah’a yönelmeleridir. Göklere bakmalıdırlar -çünkü gökler yüceliğin sembolüdürler- mülkü elinde tutan ve her şeye gücü yeten Allah’ı anmalıdırlar.
Hiç kuşkusuz insan yüce Allah’ın kendisine bahşettiği oranda güçlüdür. Yine Allah’ın verdiği kadarıyla bilgilidir. Fakat şu dehşet verici Evrenin dizgini yaratıcısının elindedir. Evrene hükmeden yasaları O belirlemiştir. Evrenin sahip olduğu güçler ondan gelir. işte bu güçler evrensel yasalar sistemi uyarınca, Allah’ın belirlediği kaderin sınırları içinde hareket ederler. Bu güçlerin etkisiyle insanın başına gelen her şey önceden planlanmış, çizilmiştir. Bu güçlerle ilgili olarak insanın bütün bildikleri önceden tasarlanmış, belirtilmiştir. Zaman zaman meydana gelen olaylar esnasında insanoğlu dehşet verici evrensel güçler karşısında eli kolu bağlı çaresiz bir halde kalır. Bu güçleri yaratan ve onları yönlendiren yaratıcıyı anmaktan başka bir şey gelmez elinden. Bu güçleri karşılayabilmek için Allah’tan yardım istemekten, bu güçlerden emrine verilmesi planlanmış olandan yararlanmayı dilemekten başka seçeneği yoktur.
İnsan bu önemli gerçeği unutup, yüce Allah’ın kendisine bahşettiği bilgiye ve bazı evrensel güçleri kontrol altına alabilme becerisine aldanırsa o zaman ruhu yüce kaynağına yükselten gerçek ilimden kopuk tersyüz olmuş bir yaratığa dönüşür. Varlık aleminin ruhundan ayrı, toprağa karışır gider. Oysa mümin alem, göz alıcı bir güzelliğe sahip varlık alemi korosu ile birlikte Allah’ın önünde eğilir. Varlıklar aleminin ulu yaratıcısı ile iletişim kurar. Ama bu zevki ancak tadanlar bilir. Ancak ulu Allah’ın bu zevke varmasını dilediği kimseler bilir bu duyguyu.
İster bu zevki taksın ister bu zevkten yoksun kalsın, dehşet verici evrensel güçler insanı çaresizliğe ve bir şekilde teslimiyete zorlar. insanoğlu bu evrensel güçlere ilişkin birtakım şeyler keşfeder, bazı buluşlar ortaya koyar, bu sayede belli bir güç düzeyine erişebilir, buna rağmen evrensel güçler karşısında yenik, bitkin, küçük ve basit durumdan kurtulamaz. Gerçi insanoğlu zaman zaman kasırgadan korunabiliyor, ama kasırga yine de yoluna devam eder. insan ne onu durdurabilir, ne de önünde durabilir. Fırtınadan korunup güvencede kalma gücünü ise çoğu zaman bulamaz kendinde. Bulursa da ancak zaman zaman bu güç ve yeteneği bulabilir. Kimi zaman da kasırga onu öldürür, dibine sığındığı duvarı, içinde korunduğu binayı başına yıkar, ezer geçer. Bazan deniz dalgalanır, korkunç fırtınalarla çalkalanır. Bu durumda insanların yaptıkları en büyük gemiler rüzgarın önündeki çocuk oyuncağına dönüşürler. Depremler ve volkanik patlamalar dünya kurulduğunda ne iseler, şimdi de öyledirler, kıyamete kadar da aynı dehşeti saçacaklardır! Dolayısıyla sadece gerçeği göremeyen bazı körler uğursuz laflar edebilirler. Varlık aleminde “insan yalnız başına” hareket ediyor, veya varlıklar aleminin hakimi O’dur, diyebilirler!
İnsan Allah’ın izniyle şu yeryüzünde halife olarak görevlendirilmiştir. Bu yüzden Allah’ın dilediği oranda güç, beceri ve bilgi bahşedilmiştir kendisine. Bu varlık bütünü içinde sığınağı, korunağı Allah’tır. Allah’tır onun rızkını veren, çeşitli nimetler bahşeden. Eğer Allah’ın eli bir saniye olsun onu yalnız bırakacak olursa, hizmetine verilen en küçük bir güç onu derhal ezecektir. Sinekler veya sineklerden çok daha küçük canlılar başına üşüşüp yiyeceklerdir. Ne var ki insan Allah’ın izniyle ve O’nun gözetimi sayesinde güvenliktedir, korunmuştur ve saygın bir konumdadır. Şu halde bu saygınlığın nereden kaynaklandığını, bu büyük lütfun kimin tarafından bahşedildiğini bilmesi gerekir.
RAHMAN’IN TEHDİDİ ACİZ BIRAKIR
Bundan sonra surenin akışı onları, tehdit ve uyarıyı ön planda tutan sert mesajdan alıp insanı düşünmeye, aklını bulunmaya zorlayan bir mesajla baş başa bırakıyor. Bu mesaj çok defa gördükleri ama üzerinde çok az düşündükleri bir sahne aracılığı ile sunuluyor. Hiç kuşkusuz bu sahne ilahi gücün belirtilerinden biridir, latif ilahi planın bir sonucudur.