SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA MÜ’MİN SURESİ 51 VE 52. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
51- Elbette biz, peygamberlerimize ve inananlara dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.
52- D gün zalimlere, özür beyan etmeleri fayda vermez, lanet onlaradır. Yurdun kötüsü de onlaradır.
Bu kesin yorum ve hüküm, yukardaki zor duruma uygun düşmektedir. Artık insanlık bu örnekle hakkın ve batılın sonuna vakıf olmuştur. Hak ve batılın hem bu dünyadaki hem de ahiretteki akıbetlerini görmüştür. Firavun ve kabinesinin bu dünya hayatındaki sonunu görmüştür. Onların cehennemde birbiriyle boğuştuklarını da görmüştür. Onların ihmale ve zillete düştüklerini müşahede etmiştir. Kur’an’ın da belirttiği gibi her konuda durum bundan ibarettir.
Ahiret gününe iman eden herkes o gün yüce Allah’ın mü’minlere yardım edeceği ve onları bu sona ulaştıracağı konusunda tartışmaya girmez. Bu konuda tartışmayı gerektirecek bir durumla da karşılaşmaz. Dünya hayatındaki yardıma gelince bu konu açıklamayı ve aydınlatmayı gerektirebilir.
Hiç şüphesiz yüce Allah’ın sözü kesindir, tartışma götürmez. “Elbette biz peygamberlerimize ve inananlara dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.”
Bir de şu gerçek vardır ki, insanlar bazı Peygamberlerin öldürüldüklerini, bazı Peygamberlerin de yalanlanarak, kovularak yurtlarını ve toplumlarını bırakarak göç ettiklerini gözleriyle görmektedirler. Yine insanlar, bazı müminlerin en acı işkencelere maruz kaldıklarını, bazılarının ateş çukurlarına atıldıklarını, bazılarının şehid edildiklerini bazılarının ise, baskı, sıkıntı ve ızdırap dolu bir hayat yaşadıklarını gözlemektedirler… Peki yüce Allah’ın dünya hayatında onlara yardım edeceğine ilişkin sözü nerede? İşte şeytan bu gedikten insanların kalplerine nüfuz etmekte ve orada yapacağını yapmaktadır.
Şu kadar var ki, insanlar işleri-olayları dış görünüşlerine göre değerlendirirler. Bunun yanında takdirde yer alan pek çok değerleri ve pek çok gerçeği hesaba katmazlar. Onlardan habersiz hareket ederler.
İnsanlar, kısa bir zaman dilimini, yerin sınırlı bir bölgesini esas alırlar. Bunlar ise insanların ortaya koydukları küçük, basit ölçülerdir. Kapsamlı ölçü ise böyle sınırlı değildir. Yer ve zamanın geniş penceresinden, geniş alanından olayları değerlendirir. Bir asırla diğer asrın arasına, bir yer ile diğer yer arasına birtakım sınırlar koymaz. Eğer inanç sistemine ve iman meselesine bu açıdan bakacak olsak onların kuşkusuz zafere kavuştuklarını görürüz. İnanç sisteminin zafere kavuşması o inançta olan insanların zaferidir. Zira bu inançta olan insanların bu inanç olmadan var olmaları mümkün değildir. Bu insanlardan imanın istediği şeylerin başında kendilerini onun uğrunda feda etmeleri, kendilerini yok edip onu ön plana çıkarmalarıdır!
İnsanlar, yardımın/zaferin anlamına da kendilerince belli olan alışageldikleri dar açılardan bakıyorlar. İlk etapta gözlerine çarpan manalarını arayarak onu yorumluyorlar. Ne var ki, zaferin şekilleri pek çoktur. Dar açıdan bakıldığında bu zaferin bazı şekilleri yenilgiyle de karıştırılabilir. Ateşe atıldığı halde inancından ve davasından vazgeçmeyen Hz. İbrahim zafer konumunda mıdır yoksa yenilgi konumunda mıdır? İnanç sisteminin mantığına göre o ateşe atılırken dahi zaferin zirvesindeydi. Ateşten kurtulması ise ikinci bir zaferdir. İşte zaferin bir şekli öyle, bir şekli ise böyledir. Dış görünüş açısından bunlar birbirinden uzak zafer şekilleridir. Gerçekte ise bunlar birbirine alabildiğine yakın zafer şekilleridir!
Bir açıdan korkunç, öbür açıdan dramatik bir biçimde şehid edilen Hz. Hüseyin (r.a.) in bu eylemi bir zafer miydi yoksa bir yenilgi miydi? Dış görünüş açısından ve basit küçük ölçülerle bakıldığında bu bir yenilgidir. Kuşatıcı büyük ölçülerle ve gerçeğin net bakış açısıyla ele alındığında ise bu bir zaferdir. İnsanların gönüllerinde sevgiden ve merhametten bir taht kuran, yeryüzünde Hz. Hüseyin kadar vicdanların sevgi ve merhametle üzerine titrediği, kalplerin onunla beraber çarptığı, insanların azimlerini ve fedakarlık duygularını kamçılayan başka bir şehid yoktur. Bu konuda şii müslümanlar ile şii olmayan müslümanlar arasında fark yoktur. Hatta müslüman olmayan çok kimseler de böyledir!
Nice şehitler var ki, şehitliğiyle inancına ve davasına yaptığı yardımı ve hizmeti bin sene yaşasa daha başka şekilde yapamazdı. Ömrünün sonunda kanıyla yazdığı son mesajı ile binlerce kalbe önemli büyük gerçekleri kazıyamaz ve binlerce insanı büyük eylemlere sürükleyemezdi. Çocuklarını ve torunlarını harekete geçirecek, belki de nesiller boyunca tarihin seyir çizgisini değiştirecek önemli bir dinamik olamazdı…
Zafer nedir? Yenilgi nedir? Biz bugün bizim ölçülerimizi oluşturan şekilleri ve değerleri yeniden gözden geçirmek durumundayız. Yüce Allah’ın Peygamberine ve müminlere dünya hayatında zafer vereceğine ilişkin sözünün nerede olduğunu sormadan önce yapmamız gereken budur.
Bunun yanında zaferin dış görünüş itibariyle ve ilk akla gelen şekliyle gerçekleştiği pek çok durumlarda vardır. Yeter ki, bu ilk akla gelen ve dış görünüşten ibaret olan bu zafer şekli kalıcı ve değişmeyen diğer şekliyle ilintilendirilsin.
Mesela Hz. Muhammed (salat ve selam üzerine olsun) kendi hayatında zafere ulaşmıştır. Zira bu zafer, islamın getirdiği inanç sisteminin eksiksiz gerçekliğiyle yeryüzünde hakim kılınması ile ilgilidir. Zira bu inanç sistemi insan toplumunun hayatına egemen kılınmadığı ve onun hayatına bütünüyle hükmetmediği sürece hedefine ulaşmış olamaz. Bireyin kalbinden haşlayıp egemen olan bir devlete dönüşmedikçe tamamlanamaz. İşte bu nedenle yüce Allah bu inanç sisteminin sahibini hayatında muzaffer etmeyi dilemiştir ki, bu inanç sistemini eksiksiz şekliyle gerçekleştirsin. Ve bu gerçeği, tarihin belli bir döneminde yaşanmış bir realite olarak insanların zihinlerine yerleştirsin. Bundan ötürüdür ki burada zaferin ilk etapta akla gelen şekli uzak olan diğer şekliyle bitiştirilmiştir. Allah’ın takdiri ve düzenlemesine uygun olarak, burada dış görünüşteki zafer şekli gerçek şekliyle bütünleşmiştir.
Bu konuda dikkat edilmesi gereken bir husus daha var. Yüce Allah’ın sözü Peygamberleri ve iman edenler için geçerlidir. Dolayısıyla bu sözün kendileri hakkında yürürlüğe konması istenen kalplerin içinde gerçek imanın yerleşmiş olması gerekmektedir. İnsanlar iman gerçeği konusunda çoğu zaman gevşek davranırlar. Halbuki iman gerçeği, bütün şekilleri ve biçimleriyle şirkten arındırılmadığı sürece kalbe gelip yerleşmez. Sonra şirkin bazı gizli şekilleri vardır ki insan yalnız Allah’a yönelmedikçe, yalnız O’na tevekkül etmedikçe, yüce Allah’ın kendisi lehinde ve aleyhindeki kazası ve kaderine gönül huzuru ile teslim olmadıkça, yalnız yüce Allah’ın kendisini yönlendirdiğini, Allah’ın seçtiğinden başka seçeneği olmadığını somut biçimde hissetmedikçe bunların hepsini gönül huzuru, tam bir güven, kabullenme ve iç rahatlığı ile karşılamadıkça insanın kalbi bu şirk çeşitlerinden arınmaz, kurtulmaz. İnsanın kalbi bu dereceye kavuştuğu zaman ise asla Allah’ın önüne geçmeye kalkışmaz. Zaferin veya iyiliğin belli bir şeklini vermesi için ona öneride bulunamaz. Bunların hepsi Allah’a ait işlerdir. O ise Allah’ın emrine bağlıdır. Kendisinin başına gelen her şeyin hayır, iyilik olduğunu kabul eder… İşte zaferin anlamlarından biri de budur. Kişinin kendi benliğine, egosuna, şehevi ihtiraslarına karşı muzaffer olması. Bu içe dönük bir zaferdir ve onsuz hiçbir şekliyle dışa dönük herhangi bir zafer gerçekleşmez.
“Elbette biz peygamberlerimize ve inananlara dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.”
“O gün zalimlere, özür beyan etmeleri fayda vermez, lanet onlaradır. Yurdun kötüsü de onlaradır.”
Daha önceki sahnede zalimlere mazeretlerinin nasıl fayda vermediğini ve onların nasıl lanete uğradıklarını kötü bir yere sürüldüklerini görmüştük. Hz. Musa’nın kıssasında görülen zaferin şekillerinden biri de şudur: