SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA MÜMTEHİNE SURESİ 1 VE 2. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
1- Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Halbuki onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan dolayı, Peygamberi ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer siz benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi gösteriyorsunuz? Oysa ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.
2- Onlar sizi ele geçirseler, size düşman olurlar, size ellerini, dillerini kötülükle uzatırlar ve inkar etmenizi isterler.
Sure-i celile bu hoş ve etkili çağrı ile başlıyor. “Ey iman edenler!” Kendisine iman ettikleri Rabblerinden gelen bir çağrıdır bu. Kendilerini O’na bağlayan iman adıyla onlara seslenmektedir. Konularının gerçeklerini kendilerine göstermek, düşmanlarının ağlarından, tuzaklarından sakındırmak ve omuzlarına yüklenen görevi hatırlatmak için onlara çağrıda bulunuyor.
Bu sevgi dolu havada onların düşmanlarını kendisinin de düşmanları, kendisinin düşmanlarını onların da düşmanları olarak gösteriyor:“Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz.” Böylece müminlerin kendisinden olduğunu ve O’na dayandıklarını hissettiriyor. Kendisine düşmanlık edenlerin onların da düşmanları olduğunu bildiriyor. Müminlerin, bu yeryüzünde O’nun sancağını taşıyan, O’na bağlı olan insanlar olduklarını ifade ediyor. Müminler O’nun dostları ve sevgili kullarıdır. Bu nedenle hem Allah’ın düşmanlarına hem de kendi düşmanlarına dostluk ve sevgi beslemeleri doğru olmaz deniyor.
Müminlere, kendilerinin, dinlerinin ve peygamberlerinin düşmanları olan bu kimselerin işledikleri cinayetleri hatırlatıyor. Onların tüm bunlara karşı nasıl bir düşmanlık beslediklerini, zulüm ve haksızlık yaptıklarını bildiriyor.
“Halbuki onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan dolayı, Peygamberi ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar.”
Bu zalimce cinayetlerden öteye onlar dostluğa ve sevgiye yol açabilecek ne bıraktılar ki? “Onlar hakkı, gerçeği inkar ettiler. Peygamberi ve müminleri yurtlarından çıkardılar. Rabbleri Allah’a inandıkları için. Başka hiçbir şey için değil.” Böylece müminlerin kalplerinde inançlarıyla ilgili bulunan bu hatıraları canlandırıyor. Bunlar müşriklerin kendilerine karşı savaş açmalarının başlıca nedenleridir. Müşrikler sırf bu sebepten onlarla savaşıyorlardı. Başka hiçbir sebep yoktu ortada. Burada ayrılığın, sürtüşmenin ve savaşın asıl nedeni de açık bir şekilde ortaya konuyor. Bu da inanç meselesidir. Başka bir şey değil. İnkar ettikleri hakkın, gerçeğin ve yurdundan çıkardıkları peygamberin meselesidir. Uğrunda vatanlarını terkettikleri iman meselesidir.
Mesele bu şekilde köklü olarak ortaya konup ön plana çıkarıldıktan sonra müminlere şu hatırlatmada bulunuluyor Eğer siz Allah’ın rızasını elde etmek ve O’nun yolunda savaşmak için yurtlarınızı terketmişseniz artık sizinle müşrikler arasında herhangi bir dostluğa yer kalmamıştır. “Eğer siz benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi gösteriyorsunuz?”
Allah’ın rızasını elde etmek amacıyla ve O’nun yolunda savaşmak için yurdundan hicret eden bir insanın kalbinde, bu eylemle birlikte sırf Allah’a inandığı için kendisini yurdundan çıkaran hem Allah’ın hem de O’nun elçisinin düşmanı bulunan kimselerin sevgisi bir arada bulunamaz!
Ardından kalplerinde gizledikleri duygulara karşı onları yumuşak bir şekilde uyarıyor. Hem kendilerinin hem de Allah’ın düşmanlarına karşı gizlice besledikleri sevgiye karşı onları sakındırıyor. Çünkü Allah kalplerin gizli açık her eyleminden haberdardır. “Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim.” Ardından onları korkunç bir şekilde tehdit ediyor. Bu tehdit inanmış kalplere korku ve endişe salıyor: “Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.” Hidayete ve doğru yola ulaştıktan, amacına vardıktan sonra doğru yoldan sapmak kadar hiçbir şey müminleri korkutmaz ve onların kalplerini ürpertemez!
Bu tehdit ve bu uyarı müminlere kendi düşmanlarının gerçek yüzünü gösterme ve onların kendi içlerinde mü’minlere karşı gizledikleri kötülük ve tuzakların gösterilmesinin ortasında geliyor. Sonra düşmanların diğer özelliklerine geçiliyor: “Onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman olurlar, size elleri, dillerini kötülükle uzatırlar ve inkar etmenizi isterler.”
Müslümanlara zarar verebilecek bir fırsat ellerine geçer geçmez o fırsatı acımasız bir düşman gibi rahatlıkla kullanırlar. Müminlere karşı ellerinden geleni ardlarına koymazlar. Elleriyle ve dilleriyle her tür aracı ve her yolu kullanarak zarar vermeye, eziyet etmeye ve cezalandırmaya çalışırlar.
Bunların hepsinden daha acısı, daha kötüsü ve daha korkuncu ise şudur:
“Ve inkar etmenizi isterler.”
İnanmış bir insan için, kafir olmak, dille veya elle uğrayacağı her tür kötülükten ve her eziyetten daha acıdır. Müminin bu değerli hazineyi, iman hazinesini kaybedip küfre dönmesini isteyen herkes ona eliyle ve diliyle işkence eden düşmandan daha kötü bir düşmanlık yapmış olur.
Bir süre küfürde yaşadıktan sonra imanın güzelliğini, tatlılığını ve zevkini tadan, bir süre sapıklıkta bulunduktan sonra imanın nuru ile yolunu aydınlatan, düşünceleri; duyguları ve hisleri ile yolunun doğruluğu ve kalbinin huzuruyla inanmış birinin hayatını yaşayan insan, küfre dönmekten nefret eder, tiksinir. Tıpkı ateşe atılmaktan ürperdiği gibi. Allah’ın düşmanı inanmış adamı iman cennetine çıktıktan sonra onu küfür cehennemine tekrar döndürmek isteyendir. Her yönüyle onarılmış iman dünyasına girdikten sonra onu, harap halde bulunan küfür boşluğuna tekrar bırakmayı arzu edendir.
Bu nedenle Kur’an-ı Kerim inanmış insanların kalplerini yavaş yavaş hem Allah’ın, hem de kendilerinin düşmanlarına karşı bir öfkeyle dolduruyor: “Onlar sizin kafir olmanızı arzu ederler” sözünü söylediği sırada müminlerin kalbindeki öfkeyi zirveye ulaştırıyor.
AKİDE BAĞI İLE SOY BAĞLARI
İşte çeşitli dokunuşlarıyla ve temaslarıyla birinci bölüm burada sona eriyor. Hemen ardından yeni bir dokunuşla başlayan ikinci bölüm geliyor. Burada akrabalık duyguları ve köklü olan bağları ele alınıyor. Bunlar kalplerde kök salan ve onları sevgiye doğru çeken inanç ile farklı bir özelliğe sahip olmasını gerektiren yükümlülükleri unutturan bağlardır.