SEYYİD KUTUB’UN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA MUTAFFİFİN SURESİ 1. VE 6. AYETLER
1- Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline.
2- Onlar insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman eksiksiz Alırlar.
3- Kendileri onlara birşey ölçtükleri veya tarttıkları zaman (ölçü ve tartıyı) eksik verirler.
4- Onlar, tekrar dirileceklerini sanmıyorlar mı?
5- Büyük bir gün
6- İnsanların alemlerin Rabbinin huzurunda durdukları gün.
Sure yüce Allah’ın ölçüde ve tartıda hainlik yapanlara karşı savaş ilan etmesi ile başlıyor: “Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay haline.” Ayet-i kerime de geçen veyl kavramı yıkım, helak demektir. Bu amacın olmuş bitmiş bir olayın dile getirilmesi veya bir beddua olması arasında fark yoktur. Her iki halde de durum Aynıdır. Çünkü Allah’ın istemesi, duası kesin hüküm demektir. Ardından gelen iki ayet mutaffifin kavramının anlamın. açıklamaktadır. Bunlar “İnsanlardan birşey ölçüp aldıkları zaman ölçüyü tam yaparlar. kendileri onlara birşey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik yaparlar.” Yani kendileri Alıcı oldukları zaman alacakları şeyi tam Alırlar. Satıcı olduklarında ise mallarını insanlara eksik verirler.
Ardından gelen üçüncü ayet mutaffifin diye hitab edilen bu insanların yaptıkları işe Hayret etmektedir. Çünkü bunlar, dünya hayatında kazandıklarından hiç hesaba çekilmeyeceklermiş gibi davranıyorlar. Allah’ın huzurunda sanki hiç kimse toplanmayacak orada alemlerin önünde hesaba çekilme ve ona göre karşılık alma gerçekleşmeyecekmiş gibi hareket etmektedirler. “Onlar tekrar dirileceklerini sanmıyorlar mı? Büyük bir gün. İnsanların alemlerin Rabbinin huzurunda durdukları gün.”
Mekke’de inen bir surede mutaffifin denilen bu kesimin tutumuna değinilmesi dikkat çekmektedir. Çünkü Mekki sureler genel olarak inancın köklü temellerine yönelmekte ve Allah’ın birliğini, iradesinin özgürlüğünü, evrene ve insana hakimiyetini vahiy ve peygamberlik gerçeğini, ahiret, hesaba çekilme ve yaptıklarının karşılığını görme gerçeğini yerleştirmeye çalışırlar. Bunun yanında genel ve ana hatları ile ahlak duygusunun oluşturulması ve bu duygunun inanç sisteminin ilkelerine bağlanmasına özen gösterirler. Ölçüde ve tartıda hainlik yapma gibi somut ahlaki sorunlara ve -genel anlamıyla- sosyal ilişkilerin belirlenmesine değinmek ise Medine’de inen ayetler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu ilkeler Medine’de islam devletinin gölgesinde hayatın tümünü kuşatan islam sistemine uygun biçimde, sosyal hayatın düzenlenmesi sırasında ortaya konulmuştur.
Bu nedenle bu olayın, mekki surede doğrudan ele Alınışı haklı olarak dikkatleri çekmektedir. Bu istisnai olay, kısacık ayetlerin ardında gizli olan, değişik birkaç olguya da işaret etmektedir.
Bu herşeyden önce gösteriyor ki islam Mekke ortamında hemen hemen bir tekelleşmeyi andıracak denli büyük bir ticaret ağını yönlendiren seçkin insanların işlediği bu hainliği apaçık bir şekilde ortaya koymuş ve onun karşısında yer almıştı. Bu sosyetik tüccarların ellerinde büyük servetler ve yığınlarca mal dolaşıyordu. Yemen’e ve Şam’a yapılan kış ve yaz yolculuklarında kervanlar ile ticaret yapıyor ve büyük kazanç elde ediyorlardı. Hac mevsiminde açılan Ukaz panayırı gibi. Mevsimlik panayırlarda işletiyorlardı. Bu panayırlarda büyük ticaretlerin yanında şiir yarışmaları da yapılıyordu.
Buradaki Kur’an ayetlerinin kastettiği insanlar yüce Allah’ın yıkımla tehdit ettiği ve kendilerine bu savaşı ilan ettiği hainler, düzenbazlar, nüfuz sahibi olan ve insanları diledikleri şekilde yönlendirme gücüne sahip olan toplumun seçkin tabakasının mensupları idi. Bunlar insanlardan herhangi birşey satın Alırken tam ve eksiksiz alıyorlar. Sanki herhangi bir sebeple insanlar üzerinde bir otoriteleri varmış gibi. İstedikleri her şeyi zorla alıyorlardı, ölçüyü ve tartıyı tam tutuyorlardı. Tabi ki burada üzerinde durulan onların kendi haklarını tam almaları değildir. Çünkü burda kendilerine harb açılmayı gerektiren bir sebep yoktur. Burada anlatılmak istenen, onların zorla haklarından fazlasını aldıkları ve kuvvet kullanarak istediklerini ele geçirdikleri dile getiriliyor. İnsanlara bir şeyi ölçerken veya tartarken haklarını eksik vermeksizin güçlerini kullanıyorlardı. Halbuki insanlar onlara karşı haklarım alma ve adaletin ölçülerinden yararlanma imkanına sahip değillerdir. Bu adaletsizlik ve dengesizliğin liderlik otoritesi ve kabile ününden kaynaklanması ile servetin gücünden kaynaklanması arasında fark yoktur. Çünkü her iki halde de insanlar bu mallara muhtaç olmaları sebebiyle, onların tekeller kurarak oluşturdukları zulme boyun eğmek zorunda kalmışlardır. Bu uygulama bugüne kadar kaldırılabilmiş değildir. Demek ki o ortamda çok açık bir hainlik ve düzenbazlık vardı ki bu erken uyarının yapılmasını zorunlu kıldı.
Mekke ortamındaki bu erken uyarı islam dininin karakterini, sistemini ve yaşanan hayat ile sosyal olayları düzenleyen karakterini de ortaya koymaktadır. ilahi olan bu sistemin yapısında sosyal ilişkiler ve hayatın realiteleri köklü, engin ahlaki temeller üzerinde kurulur. Bu nedenle islam sosyal hayatın dizginini ele geçirerek kendi görüşüne uygun bir sistemi yerleştirmeye başlamadan önce bile bu apaçık zulme ve ilişkilerdeki bu ahlaki sapıklığa karşı rahatsızlığını açıkça ortaya koymuştur. Hain ve düzenbaz olan bu gruba karşı ciddi yankılar uyandıran savaş ve tehdit çağrısını yapmıştır. Bunlar o gün Mekke’nin efendileri idi. Otorite sahipleri idi. Putperest inanç sistemi yolu ile insanların ruhları ve duyguları üzerinde hakimiyet kurdukları gibi onların ekonomik ve ticari hayatları üzerinde de bir hegemonya kurmuşlardı. İslam aldatmaya karşı ve insanların hayatına egemen kılman çirkin uygulamalara karşı sesini yükseltti. Malın ve rızkın tüccarlığını yapan faizci ve tekelci büyükler tarafından sömürülen halk kitlelerinin yanında yer aldı. Bütün bu imkanları ile birlikte halkları Aynı zamanda sözde dini kuruntularla kendilerine boyun eğdirmeye çalışanların karşısında yer aldı. islam kendi özünden ve ilahi olan sisteminden kaynaklanan bu haykırışı ile sömürülen kitleler için bir uyarıcı oldu. Onlar için hiçbir zaman uyuşturan bir afyon olmadı. Mekke’de her türlü malı, mevkiyi ve sözde dini otoriteyi ellerine geçirerek topluma egemen olan bu zorba ve azgın insanların baskısı ve kuşatması altında iken dahi bu karakteri değişmedi.
İşte buradan, Kureyş seçkinlerinin islam çağrısı karşısında neden bu kadar inatçı ve katı bir şekilde durduklarının gerçek sebeplerinden bir kısmını anlıyoruz. Onlar hiç şüphesiz Hz. Muhammed’in -salât ve selâm üzerine olsun- çağırdığı bu yeni dinin, gönüllerde gizli kalan yalın bir inançtan ibaret olmadığını çok iyi kavrıyorlardı. Onlar anlıyorlardı ki, Hz. Muhammed “Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah’ın elçisidir, peygamberidir” şeklinde ifade edilen kelime-i tevhid ile putsuz ve heykelsiz bir biçimde Allah’a namaz kılmakla yetinmeyecekti. Asla. iş bununla bitmiyordu. Onlar bu inanç sisteminin cahiliyenin tüm ilkelerini ezip geçen bir sistem olduğunu anlıyorlardı. Çünkü kendilerinin bütün çıkarları bütün makamları bütün sistemleri bu cahiliyeye dayanıyordu. Onlar islamın öngördüğü sistemin karakteri gereği çifte standardı kabul etmediğini, gökyüzü menşeli ilkelerinden kaynaklanmayan dünya ilkeleri ile uyuşmadığını ve cahiliyenin üzerinde kurulduğu tüm değersiz yeryüzü ilkelerini tehdit ettiğini fark ediyorlardı. İşte bu nedenle ona karşı amansız bir saldırıya ve savaşlara girişmişlerdi. Ne hicretten önce ne de sonra O’na karşı takındıkları tavırlardan vazgeçmiyorlardı. Onlar bu savaşla sırf inançlarını ve düşüncelerini savunmuyorlardı. İslam sisteminin karşısında bütünü ile kendi sistemlerini savunuyorlardı.
İslami sistemin hayata egemen kılınmasına karşı savaşan herkes hangi kuşakta ve hangi toprak üzerinde olursa olsun bu gerçeğin farkındadır. Hem de çok açık bir biçimde… Onlar çürük sistemlerini, gasb ilkesine dayanan çıkarlarını ve güçsüz yapılarını… Sapık olan yaşayışlarını çok iyi bilirler. İşte değerli ve köklü islam sisteminin tehdit ettiği, haksız temellere dayanan bu yapılardı!
Hangi şekilde ve nasıl olursa olsun mal konusunda veya diğer hak ve görevlerde hainlik yapanlar -herkesten daha çok sadece bu hainler- İşte bu hainler herkesten daha çok bu tertemiz adil düzenin hakim kılınmasından korkmaktadırlar! Çünkü bu düzen yağcılığı, düzenbazlığı ve uzlaşmayı kabul etmez! Çünkü bu düzen yağcılığı, düzenbazlığı ve uzlaşmayı kabul etmez! Evs ve Hazreç kabilelerinin seçkin temsilcileri hicretten önce gerçekleşen ikinci akabe beyatında Hz. Peygamberle biatlaşırken bu gerçeği anlamışlardı. ibni İshak der ki: Asım ibni Ömer ibni Katade bana şu haberi aktardı: Bunlar Hz. Peygamber ile ahitleşmek için toplandıklarında beni Salim ibni Avfın kardeşi olan Abbas ibni Ubade İbni Nadle Ensari şöyle dedi: Ey Hazrecliler! Bu adanıla neyin üzerinde beyatlaştığımızı biliyor musunuz? Evet dediler. Abbas siz insanların siyah derilisine kızıl derilisine karşı savaşmak üzere onunla beyatlaşıyoruz. Eğer siz mallarınızın ellerinizden çıktığını ve büyüklerinizin öldürülmeye başlandığını gördüğünüzde onu düşmanlarına teslim edecekseniz, şimdiden teslim edin! Allah’a yemin ederim ki böyle birşey yapmanız hem dünya hem de ahirette hüsrana uğramanızdır. Yok eğer siz mallarınızın yitirilmesi ve büyüklerinizin öldürülmelerine rağmen onun sizi kendisine çağırdığı ilkelere bağlı kalacaksınız o zaman böyle bir yükümlülük altına girin. Allah’a yemin ederim ki bu hem dünyanın hem de ahiretin en hayırlı işidir. Onlar dediler ki; biz mallarımızı yitirsek de büyüklerimizi öldürüldüğünü görsek te O’na bağlı kalacağız ve Hz. Peygamber’e “Eğer biz sözümüzde durursak bize ne vardır ey Allah’ın elçisi?” diye sordular. Peygamber “Cennet” buyurdu. Onlar elini uzat dediler. Peygamberde elini uzattı ve onlar kendisine biat ettiler.
Bunlarda, daha önce Kureyş’in ileri gelenlerinin bu dinin karakterini anladıkları gibi onun yapısını anlamışlardı. Bu dinin adalet ve insaf noktasında keskin bir kılıç gibi olduğunu ve insanların hayatını bu ilke üzerine kurduğunu anlamışlardı. Bu nedenle İslam hiçbir zorbanın azgınlığını, hiçbir asinin isyanım ve hiçbir büyüklük taslayanın böbürlenmesini kabul etmez. insanların birbirlerini aldatmalarını, birbirlerini horlamalarını, aşağılamalarını ve sömürmelerini kabul edemez. İşte bu nedenle her azgın, isyankâr, büyüklük taslayan ve sömürücü olan ona karşı savaş açıyor, O’nun mesajına ve davetçilerine karşı fırsat kolluyor. “Onlar tekrar dirileceklerini sanmıyorlar mı? Büyük bir gün. İnsanların Rabbinin huzurunda durdukları gün: ‘
Onların işlerine akıl erdirmek gerçekten güçtür. O büyük diriliş gününü, insanların yalnız olarak alemlerin Rabbinin huzuruna çıkacağı günü, akıldan geçirmek bile dehşet verici bir olaydır. O gün insanların Allah’tan başka dostları yoktur. Herkesin tek umudu Allah’ın kendileri hakkında iyi hüküm vermesidir. Çünkü herkes orada ondan başka dostu ve yardımcısı olmadığını bilmektedir. İnsanların sırf o günde dirileceklerini zannetmeleri bile onları hainlik yapmaktan, haksız yollarla insanların mallarını yemekten, güç ve otoriteyi insanlara zulmetme ve sosyal ilişkilerde onların hakkını gasbetme aracı olarak kullanmaktan alıkoymaya yeter. Fakat onlar dirileceklerine inanmadıkları gibi hainlik ve hileye dalıp gidiyorlar! Bu Hayret edilecek bir iştir.
Bu grup, birinci bölümde hainler düzenbazlar diye adlandırılmıştı. İkinci bölümde ise bunlara kötüler adı verilmektedir. Onlar kötülerin topluluğuna dahil etmektedir. Allah katındaki değerlerinden, hayattaki hallerinden ve hesaplaşmak için gerçekleşecek olan diriliş gününde onları bekleyen akıbetten bahsetmektedir.