SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA NUH SURESİ 1. VE 4. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
1- Milletine can yakıcı bir azab gelmezden önce onları uyar diye Nuh’u milletine peygamber olarak gönderdik.
2- O da şöyle dedi: “Ey milletim! Şüphesiz ben, size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.”
3- “Allah â kulluk edin; ondan sakının ve bana itaat edin.”
4- “Ki Allah günahlarınızı size bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin; doğrusu Allah’ın belirttiği süre gelince geri bırakılmaz; keşki bilseniz.”
Sure, peygamberlik misyonunun ve inanç sisteminin kaynağını vurgulayan, pekiştiren bir ifadeyle başlıyor: “Nuh’u milletine peygamber olarak gönderdik.” Peygamberlerin görev aldıkları, inanç gerçeğini edindikleri kaynak budur. Varlıklar alemi de hayat da bu kaynaktan doğmuştur. Bu kaynak, insanı yaratan ulu Allah’tır. Ulu Allah insanın öz yaratılışına kendisini bilme ve kendisine kulluk sunma yeteneğini yerleştirmiştir. insanoğlu bu öz yaratılıştan sapıp yolunu yitirdikçe kendisini tekrar öz yaratılışın çizgisine getirecek peygamberler göndermiştir. Nuh peygamber Hz. Adem’den sonra bu amaçla gönderilen ilk peygamberdir. Kur’an-ı Kerim, Hz. Adem’in yeryüzüne gönderilişinden ve dünya hayatına alışmasından sonra kendisine peygamberlik misyonunun verilip verilmediğinden sözetmiyor. Belki de Adem evlatlarına ve torunlarına öğretmenlik yapıyordu. Hz. Adem’in vefatından uzun süre sonra evlatları ve torunları tek Allah’a kulluk sunmaktan uzaklaştılar. Birtakım putları tanrı edindiler. Bu putları başlangıçta kutsal bildikleri güçleri sembolize etmek için diktiler. Bunlar görülen veya görülmeyen evrensel güçlerdi. Bu putların en ünlüleri bu surede sözü edilen beş puttu. Bu yüzden yüce Allah onları yeniden tek Allah inancına getirmek, Allah, hayat ve varlık hakkındaki düşüncelerini düzeltmek için .Hz. Nuh’u onlara peygamber olarak gönderdi. Kur’an-ı Kerim’den önce gönderilen kutsal kitaplar Hz. idris’in Hz. Nuh’tan önce peygamber olarak görevlendirildiğinden sözederler. Fakat, tahrif, ekleme ve değiştirme kuşkusundan dolayı bu kitaplarda anlatılanlar müminin inancının yapılanmasında yer edinemezler.
Kuran’daki peygamberler kıssalarını okuyanlar Hz. Nuh’un insanlığın ilk dönemlerinde peygamber olarak gönderildiğini anlarlar. Hz. Nuh, dokuz yüz elli senelik ömrünü milletini davet etmekle geçirmişti. Hiç kuşkusuz milleti de uzun ömürlü insanlardan oluşuyordu. Gerek onun, gerekse milletinin bu şekilde uzun yıllar yaşamış olmaları o sırada insanların az olduğunu ve sonraki kuşaklarda olduğu gibi henüz çoğalmadıklarını gösteriyor. Biz bu sonucu, yüce Allah’ın canlılara ilişkin yasasından çıkarıyoruz. Bu yasaya göre sayı azaldı mı ömür uzar. Sanki bu yasa doğal dengenin ve yenilenmenin ifadesidir. Fakat bunu en iyi Allah bilir. Bu sadece bir görüştür, Allah’ın yasası ile ilgili karşılaştırmalı gözleme dayalı bir sonuçtur.
Sure, peygamberlik misyonunun kaynağını vurgulayan ve bu gerçeği pekiştiren bir ifadeyle başlıyor. Ardından Hz. Nuh’un sunduğu mesajın özünü özetleyerek hatırlatıyor. Mesajın özü, uyarıdır:
“Milletine can yakıcı bir azap gelmezden önce onları uyar.”
Hz. Nuh’un, uzun yıllar verdiği mücadelenin, yaptığı davetin sonunda Rabbine sunduğu bilançodan anlaşıldığı kadariyle onun milleti büyüklenme, burun kıvırma, serkeşlik yapma ve sapıklıkta o kadar ileri gitmişlerdi ki, onlara yönelik mesajın `uyarı’ kelimesi ile özetlenmesi son derece normaldir. Kavmine yönelik davetinde ilk önce acıklı azapla başlaması, dünya veya ahirette veya her ikisinde birlikte başlarına gelecek olan çetin azabı gündeme getirerek söze girişmesi, onların durumuna son derece uygundur.
Görevlendirme sahnesinden surenin akışı öz bir ifadeyle mesajın açıkça duyurulduğu sahneye geçiyor. Bu mesajın en belirgin özelliği uyarı içerikli oluşudur. Bununla beraber, işlenen günah ve hataların bağışlanabileceği, hesaplaşmanın kıyametteki son hesâplaşmaya kadar ertelenebileceği ima ediliyor. Bunun yanısıra kendilerine yöneltilen çağrının temel ilkeleri de kısa ve öz bir ifadeyle dile getiriliyor:
“Dedi ki: `Ey milletim! Şüphesiz ben, size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. Allah’a kulluk edin; O’ndan sakının ve bana itaat edin ki Allah günahlarımdı size bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin; doğrusu Allah’ın belirttiği süre gelince geri bırakılmaz; keşki bilseniz.”
“Ey milletim! Şüphesiz ben, size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.” Uyarıcılığını açıkça ortaya koyuyor, gerekçesini, kanıtını gözler önüne seriyor. Kem küm etmiyor, lafı ağzında gevelemiyor. Mesajını iletme işini ağırdan almaya kalkışmıyor. Onları çağırdığı gerçek hususunda ve sunduğu gerçeği yalanlayanları bekleyen azap hususunda kapalılığa, karışıklığa yer vermiyor.
Onları çağırdığı şey son derece basit, açık ve tutarlıdır: “Allah’a kulluk edin ondan sakının ve bana itaat edin.” Tek ve ortaksız Allah’a kulluk. Duygu ve davranışlara egemen olan Allah’tan korkmak. Hayat düzenlerini ve davranış kurallarını alacakları bir kaynak olarak öngördüğü peygamberine itaat.
Ana hatlarıyla vurgulanan bu prensiplerle gök menşeli dinlerin temel özellikleri dile getiriliyor. Bunun ardından daha geniş boyutlu açıklamalara, ayrıntılara geçiliyor. imana dayalı düşüncenin büyüklüğü, derinliği, genişliği, kapsamlılığı, en ince noktasına kadar varlıklar aleminin ve insan varlığının değişik yönlerini içermesini vurguluyor.
Sadece Allah’a kulluk sunmak, eksiksiz bir hayat sistemidir. Bu sistem, ilahlık ve kulluk gerçeklerine, yaratıcı ile yaratıklar arasındaki ilişkiye, evren ve insan hayatındaki güç ve değerlerin gerçek mahiyetine ilişkin düşünceyi kapsar. Bu yüzden insanlığın hayat düzeni bu düşünceye dayalı olarak biçimlenir. Böylece her yönüyle özgün bir hayat sistemi oluşur. ilahlık makamı ile kulluk makamı arasındaki ilişkiye, yüce Allah’ın eşya ve canlılara ilişkin olarak belirlediği değer yargılarına dönük bir hayat sistemidir bu.
Allah korkusu… insanların bu sisteme bağlı kalmalarının, sağa-sola sapmamalarının, çarpıtmaya kalkışmamalarının, uygularken yanıltmamalarının tek güvencesi… Bu, aynı zamanda, riyasız, gösterişsiz olarak Allah’ın hoşnutluğunun gözetilmesini öngören üstün ahlakın da kaynağıdır.
Peygambere itaat etmek: Allah’ın yolunda dosdoğru yürümenin aracıdır. Hidayeti ilk merkeze bağlı kaynaktan edinmenin yoludur. Sağlam, güvenli ve direkt bağlantıyı sağlayan bir istasyon aracılığı ile göklerle sürekli iletişim hâlinde olmanın tek seçeneğidir.
Dolayısıyle dünya üzerindeki hayatının ilk dönemlerinde Hz. Nuh’un milletini çağırdığı bu geniş çizgiler, ondan sonra her kuşağa yöneltilen Allah davasının özetidir. Buna karşılık Hz. Nuh, yine Allah’ın tevbe edenlere, pişman olanlara vaadettiği ödülü bildirmişti:
“Ki Allah günahlarınızı size bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin.”
Allah’a kulluk sunmaya, O’ndan korkmaya ve peygamberine itaat etmeye ilişkin çağrıya olumlu karşılık vermenin ödülü bağışlanma ve geçmiş günahların sorumluluğundan kurtulmadır; hesaplaşmanın Allah’ın bilgisinin kapsamında belirlenen bir süreye kadar ertelenmesidir, kıyamet gününe kadar hesap sorulmamasıdır. Dünya hayatında topyekün yok edilme durumunda kalmamalarıdır. (ileride Hz. Nuh’un Rabbine sunduğu bilançoda da görüleceği gibi Hz. Nuh, dünya hayatında başka şeyler de onlara vaadetmiştir.)
Ardından Hz. Nuh, bu sürenin değişmez olduğunu ve vakti gelince kaçınılmaz olarak gerçekleşeceğini, dünya azabının ertelenmesi gibi ertelenmeyeceğini açıklıyor. Amaç, inanç sistemini ilgilendiren şu büyük gerçeği vurgulamaktır:
“Doğrusu Allah’ın belirttiği süre gelince geri bırakılmaz; keşke bilseniz.”
Nitekim bu ayetin, yüce Allah’ın belirlediği her süreyi kast etmiş olması da muhtemeldir. Bu durumda güdülen amaç, genel bir ifadeyle bu ger,:eğin kalplere yerleşmesidir. Şayet peygambere itaat edip yanlıştan dönerlerse hesaplarının kıyamet gününe bırakılacağından söz edilmişken bu genel prensibin burada vurgulanması uygundur.
Nuh peygamber hiçbir çıkar gözetmeden, herhangi bir maddi yarar sağlamayı düşünmeden milletinin doğru yola gelmesi için onurlu, saygın ve soylu mücadelesini sürdürüyor. Bu soylu hedefe ulaşmak için burun kıvırmalara, büyüklenmelere, alaycı saldırılara göğüs geriyor. Dokuz yüz elli sene boyunca destansı bir sabır örneği gösteriyor. Çağrısına olumlu karşılık verenlerin sayısı neredeyse hiç artmıyordu. Ama gerçekten yüz çevirme, sapıklıkta ısrar etme ivme kazanıyordu, artarak sürüyordu. Sonra dönüyor Hz. Nuh mücadelesinin sonunda, kendisine bu soylu görevi, bu ağır yükümlülüğü veren Rabbine rapor veriyor. Yaptıklarını ve aldığı tepkileri anlatıyor. Aslında Rabbi olup bitenleri biliyor. O da Rabbinden olup bitenlerden haberdar olduğunu biliyor. Fakat bu, mücadelenin sonunda yorgun düşen bir kalbin, peygamberlerin, resullerin, gerçek müminlerin şikayetlerini sundukları biricik merciye, yani Allah’a sunduğu şikayetlerdir.