sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA NUR SURESİ 6. ve 10. AYETLER

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA NUR SURESİ 6. ve 10. AYETLER
27.05.2022
450
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

6- Eşlerini zina etmekle suçlayan ve bu konuda kendilerinden başka şahit gösteremeyen erkekler, eğer Allah hakkı için doğru söylediklerine ilişkin dört kez yemin ederlerse, tek başlarına yaptıkları bu şahitlik, dört şahitlik yerine geçer.

7- Beşinci keresinde de “Eğer yalan söylüyorsam, Allah’ın lanetine uğrayayım” demeleri gerekir.

8- Fakat suçlanan kadının “Allah hakkı için kocam yalan söylüyor” diye kendi adına dört kez şahitlik etmesi, kendisini cezaya çarpılmaktan kurtarır.

9- Böyle bir kadının beşinci defasında da “Eğer kocamın söylediği doğru ise Allah’ın laneti üzerime olsun “demesi gerekir.

10- Eğer Allah’ın size yönelik lütfu ve merhameti olmasaydı, eğer O tövbelerin kabul edicisi ve hikmet sahibi olmasaydı, acaba haliniz ne olurdu?

Bu ayetlerde durumun dikkat etmeyi gerektiren özelliği, konunun özenliliği gerektiren kaygan zemini gözönünde bulundurularak eşler için kolaylıklar getirilmiştir. Koca,karısının bu suçu işlediğini gördüğü halde kendisinden başka şahit getiremezse, bu durumda dört defa karısının zina ettiğine ilişkin iddiasının doğru olduğuna Allah adına yemin eder. Bu yeminler şahitlik olarak nitelendirilmiştir, çünkü kendisi tek şahittir. Bunu yaptıktan sonra karısının mihrinin tutarını öder ve kararından dönmemek üzere boşar. Kadın da zina cezasını yani taşlanarak öldürülmeyi hakeder. Ancak kadın kendisine zina cezasının uygulanmamasını isterse, bu durumda kocasının hakkında söyledikleri şeyler de yalan söylediğine dört kere Allah adına yemin eder. Beşincisinde de eğer kocası doğru kendisi de yalan söylüyorsa Allah’ın öfkesinin üzerine olması hususunda yemin eder. Böylece kadına zina cezası uygulanmaz ve karşılıklı lanetleşme ile kocasından kesin şekilde boşanır. Eğer hamile ise çocuk kocasının değil, kendisinin adını alır. Bundan sonra çocuğa zina suçlamasında bulunulamaz, kim böyle bir suçlamada bulunursa cezalandırılır.

Böyle kolaylaştırma ve yumuşatma, durum ve şartların gözönünde bulundurulması hususu üzerinde şu değerlendirme yapılıyor:

“Eğer Allah’ın size yönelik lütfu ve merhameti olmasaydı, eğer O tövbelerin kabul edicisi ve hikmet sahibi olmasaydı, acaba haliniz ne olurdu?”

Bu yumuşatmalarda ve günaha bulaştıktan sonra gerçekleşen tevbe olayında somutlaşan Allah’ın rahmeti ve onlara yönelik iyiliği olmasaydı ne olacaktı. Bu hususta bir açıklama yer almıyor. Allah’tan korkanlar sakınsın diye mesele bu tarzda kapalı ve ürkütücü bir durumda bırakılıyor. Ama ayet, bu durumda büyük bir kötülüğün olacağına işaret etmektedir.

Bu hükmün indiriliş sebebine ilişkin doğruluğundan şüphe edilmeyen çeşitli rivayetler mevcuttur.

“İffetli kadınları zina etmekle suçladıktan sonra, bu konuda dört şahit gösteremeyenlere seksen sopa vurunuz ve artık şahitliklerini hiç kabul etmeyiniz” ayeti indiği zaman Ensarın önderi Sa’d b. Ubade -Allah ondan razı olsun- “Bu ayet bu şekilde mi indi ey Allah’ın Peygamberi”? dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz “Ey Ensar topluluğu, önderinizin ne dediğini duymuyor musunuz?” dedi. Onlar da şu karşılığı verdiler: “Ey Allah’ın Peygamberi, onun kusuruna bakma. Çünkü o kıskanç bir adamdır. Allah’a andolsun ki, bugüne kadar sadece bakire kadınlarla evlenmiştir. Ayrı derecede kıskanç birisi olduğundan dolay onun boşadığı bir kadınla bizden hiç kimse evlenmeye cesaret edememiştir.” Ardından Sa’d şöyle dedi: “Vallahi, ya Resulullah, ben bu ayetin, bu hükmün doğru olduğunu ve bunun Allah’tan geldiğini biliyorum. Fakat ben bir adamın kınanmış kötü bir kadınının bacaklarını ayırıp üstüne abandığını gördüğün halde, dört şahit getirmeyene kadar ona dokunamayacağıma, karışamayacağıma hayret ediyorum. Oysa Allah’a andolsun ki, ben şahit getirene kadar adam işini bitirir.” İbni Abbas diyor ki, bunun üzerinden çok zaman geçmemişti ki, Hilal b. Ümeyye (Hilal b. Umeyye Tebük seferine katılmayan üç kişiden biridir.) geldi. Hilal yatsı zamanı tarlasından dönmüş evine gelmişti. O sırada karısının yanında bir adam bulmuş, cinsel ilişkide bulunduklarını gözleriyle görmüş, kulaklarıyla işitmişti. Sabaha kadar bu adama ilişmemişti. Sabah olunca erkenden Hz. Peygambere gelip: “Ya Resulullah, ben yatsı zamanı karımın yanına geldiğimde yanında bir adam buldum, cinsel ilişkide bulunduklarını gözlerimle gördüm, kulaklarımla işittim” dedi. Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- dediklerinden hoşlanmadı ve bu durum onun canını sıktı. Bunun üzerine Ensar toplanarak “Sâ’d b. Ubade’nin dedikleri başımıza geldi. Şimdi Resulullah Hilali cezalandıracak ve insanlar içinde onun şahitliğini geçersiz sayacak” dediler. Hilal ise, “Allah’a andolsun ki, ben yüce Allah’ın bir çözüm yolu göstereceğini umuyorum” dedi. Sonra da gelip Resulullah’a şöyle dedi: “Ya Resulullah, ben söylediklerimden dolay canının sıkıldığını görüyorum, fakat Allah biliyor ki, ben doğru söylüyorum… Allah’a andolsun ki, Hz. Peygamber Hilal’e seksen sopa vurulmasını istemek üzereyken vahiy geldi. Vahyin gelişini renginin kaçmasından anlamışlardı. (Yani vahiy kesilene kadar onunla konuşmadılar) O sırada şu ayet inmişti: “Eşlerini zina etmekle suçlayan ve bu konuda kendilerinden başka şahit gösteremeyen erkekler, eğer Allah hakkı için doğru söylediklerine ilişkin dört kez yemin ederlerse, tek başlarına yaptıkları bu şahitlik, dört şahitlik yerine geçer.”

Bunun üzerine Hz. Peygamber sevindi ve “Müjdeler olsun ya Hilal yüce Allah seni kurtardı ve sana bir çözüm yolu gösterdi” dedi. Hilal “Ben her şeyden üstün ve ulu olan Rabbimden bunu umuyordum” dedi. Daha sonra Hz. Peygamber “O kadını çağırın” dedi. Kadını çağırdılar o da geldi. Hz. Peygamber bu ayeti kendilerine okudu, onları uyardı, ahiret azabının dünya azabından daha şiddetli olduğunu haber verdi. Bunun üzerine Hilal:”Ya Resulullah ben onun hakkında doğru söylüyorum” dedi. Kadın ise, “Hayır, yalan söylüyor” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Arkadaşlarına “Bunları aralarında’ lanetleştirin” dedi. Hilal’e “şahitlik et” dediler. Hilal dört defa, doğru söylediğine Allah adına yemin ederek şahitlik etti. Beşincisinde de “Ey Hilal, Allah’tan kork. Çünkü dünya azabı ahiret azabına göre hafiftir. Bu söylediklerin ise sana azabı gerektirecek şeylerdir” dedi. Hilal ise, “Allah’a andolsun ki, yüce Allah bunun için dayak cezasını vermediği gibi, ahirette de azap etmez” dedi. Ve beşinci seferde, eğer yalan söylüyorsam Allah’ın laneti üzerime olsun, dedi. Sonra kadına “Onun yalan söylediğine ilişkin dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik et” denildi. Beşincisinde “Allah’tan kork. Çünkü dünya azabı ahiret azabına göre daha hafiftir. Çünkü bu söylediklerin, sana ahirette azap edilmesini gerektirecek şeylerdir” denildi. Kadın bir süre durakladı suçunu itiraf edecek gibi oldu. Sonra “Vallahi akrabalarımı utandıramam” dedi. Ve beşinci kere “Eğer yalan söylüyorsam ve o da doğru söylüyorsa Allah’ın laneti üzerime olsun” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- onları birbirinden ayırdı. Ayrıca çocuğun bir babaya nispet edilmemesine, boşanma ve ölüm dışındaki bir nedenden dolay ayrıldıkları için Hilal’in kadına ev ve nafaka temin etmek zorunda olmadığına karar verdi. Sonra şöyle buyurdu: “Eğer kadının doğurduğu çocuk kızıl saçlı, kalçaları zayıf ve ince bacaklı ise, çocuk Hilal’dendir… Eğer esmer, kıvırcık saçlı, iri cüsseli kalın bacaklı ve dolgun kalçalı ise çocuk sözü edilen kişidendir·. Daha sonra kadın esmer, kıvırcık saçlı, iri cüsseli, kalın bacaklı ve dolgun kalçalı bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- “Eğer yeminler olmasaydı bu kadına başka türlü davranırdım” buyurdu.

Böylece bu hüküm, fiilen yaşanmış pratik bir durumu karşılamak için inmiştir. Hem olaya muhatap olmuş kişiyi hem de müslümanları zor durumda bırakmış bir sorunu çözümlemiştir. Nitekim bu olay Peygamberimizin de canını sıkmış ve bir çözüm yolu bulamamıştı. Buhari’nin rivayetinde de denildiği gibi, Hilal b. Ümeyye’ye “Ya bunu kanıtlarsın, ya da sırtına sopa vururum” demişti. Hilal de “Ya Resulullah birimiz karısının üstünde bir adam görse, şahit aramaya mı koşar?” demişti.

Biri çıkıp da şöyle bir soru sorabilir: Yüce Allah zina suçlamasına ilişkin genel hükmünü koyarken böyle bir problemin çıkacağını bilmiyor muydu? Yüce Allah bu istisnai hükmü neden böylesine zor ve içinden çıkılmaz bir durumdan sonra indirdi?

Bu soruya verilecek cevap şudur: Evet yüce Allah biliyordu. Ne var ki, onun hikmeti, bir hükmü ihtiyaç duyulduğu zaman indirmeyi öngörmüştür. Böyle bir durumda insanlar indirilen hükmü daha istekli karşılarlar. Bu hükümde somutlaşan yüce Allah’ın hikmetini, kendilerine yönelik lütfunu daha iyi kavrarlar. Bu hükümden sonra şu değerlendirmenin yer alması da bu yüzdendir:

“Eğer Allah’ın size yönelik lütfu ve merhameti olmasaydı, eğer O tövbelerin kabul edicisi ve hikmet sahibi olmasaydı, acaba haliniz ne olurdu?” İslâm’ın ve Peygamberin eğitim yönteminin bu Kur’an aracılığı ile insanlığa neler kazandırdığını, onları hangi yüce ufuklara çıkardığını son derece heyecanlı kıskanç, galeyana gelmeden önce uzun boylu düşünmeyen gayretkeş arap insanını ne hale getirdiğini görmemiz için, bu olay üzerinde kısaca durmak istiyoruz. Birine zina suçlamasında bulunan ve bunu da dört şahit göstererek kanıtlayamayan kişiyi cezalandırmayı öngören bu hüküm indiği zaman bu, tipik Arap insanının zoruna gidiyor, kabullenemiyor. Öyle ki Sâ’d b. Ubade “Ya Resulullah, ayet bu şekilde mi indi?” diye sorma gereğini duyuyor. Aslında Sa’d bu soruyu sorarken ayetin o şekilde indiğinden kesinlikle emindir. Ne var ki, O, bu soruyu, yatağında bilinen bir durum karşısında bu ayetin içerdiği hükme boyun eğmede nefsinin ne kadar zorlanacağını ifade etmek için soruyor. O bu düşüncenin acılığını, dayanılmazlığını şu şekilde ifade ediyor: “Vallahi, ya Resulullah, ben bu ayetin, bu hükmün doğru olduğunu ve bunun Allah’tan geldiğini biliyorum. Fakat ben, bir adamın kınanmış, aşağılık bir kadının bacaklarını ayırıp üstüne abandığını gördüğüm halde, dört şahit getirmedikçe ona dokunamayacağıma, karışamayacağıma hayret ediyorum. Oysa Allah’a andolsun ki, ben şahit getirene kadar adam işini bitirir.”

Çok geçmeden Sa’d b. Ubade’nin düşünmek bile istemediği bu acı olay… Evet çok geçmeden bu düşünce gerçekleşti… İşte şu adam karısının biriyle yattığını gözleriyle gördüğü, kulaklarıyla duyduğu halde, Kur’an’ın bu hükmünden kaynaklanan bir engelden dolay bir şey yapamıyor. Duygularına, törelerine, Arap toplumunun katı ve köklü mantığına galip geliyor; kanında baş gösteren galeyanı, duygularında kopan fırtınayı, kabaran sinirlerini frenliyor. Bütün bunlara karşılık Allah’ın ve Peygamberinin hükmünü bekleyerek sabrediyor. Ve bu hiç kuşkusuz dayanılmaz, zor bir durumdur. Ne var ki, islâmi eğitim, hem kişisel hem de hayata ilişkin meselelerde hükmün Allah’a ait olması için kişileri bu zor ve dayanılmaz duruma katlanmaya hazırlamıştır.

Peki bu nasıl mümkün olmuştur?.. Onlar yüce Allah’ın kendileri ile beraber olduğunu, O’nun himayesinde olduklarını, yüce Allah’ın kendilerini gözettiğini, O’nun zor ve dayanılmaz bir yükümlülük yüklemeyeceğini, kesinlikle bildikleri için bu durumun gerçekleşmesi mümkün olmuştur. Onlar her zaman Allah’ın gölgesinde yaşıyorlardı. O’nun ruhundan teneffüs ediyorlardı. Çocukların merhametli ve sorumlu bir aile reisine baktıkları gibi O’na bakarlardı, onun hükümlerini beklerlerdi.

İşte, Hilal b. Ümeyye, karısının bir adamla yattığını gözleriyle görüyor, kulaklarıyla işitiyor, ama yalnızdır. Gelip Resulullah’a şikayet ediyor. Fakat Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- ona Allah’ın verdiği cezayı uygulamaktan başka çıkar yol bulamıyor ve “Ya bunu kanıtlarsın, ya da sırtına sopa vururum” diyor. Ama Hilal b. Ümeyye yüce Allah’ın kendisine sopa vurulmasına müsaade edeceğini düşünmüyor, çünkü iddiasında doğrudur. Evet, işte yüce Allah eşlerin durumunu ilgilendiren istisnai hükmünü indiriyor. Hz. Peygamber de Hilal’i bununla müjdeliyor. O da Rabbine güvenen ve doğruluğundan emin bir edayla: “Ben her şeyden üstün ve ulu olan Rabbimden bunu umuyordum” di yor. Bu yüce Allah’ın rahmetinden, gözetiminden ve adaletinden emin olmanın ifadesidir. En çok da yüce Allah’ın kendileri ile beraber olduğunun, oları kendi başlarına bırakmadığının, O’nun yanında, O’nun himayesinde olduklarının bilincinde olmanın verdiği güven duygusunun ifadesidir. İşte onları Allah’ın hükmüne uymaya, O’na teslim olmaya, O’nu benimsemeye yönelten iman budur.

İLK OLAYI VE İFTİRA

Birine zina suçlamasında bulunmanın hükmü açıklandıktan sonra, zina suçlamasında bulunmaya bir örnek veriliyor, bu davranışın iğrençliği, adiliği ortaya konuyor. Bu suçlama, Peygamberin tertemiz ve saygın ailesine yöneliktir. Suçlanan, Allah katında insanların en saygını Hz. Peygamberin ırzıdır, şerefidir, Allah’ın Peygamberinin yanında insanların en saygını arkadaşı Ebubekir Sıddık’ın (Allah ondan razı olsun)namusudur. Allah Peygamberinin,hakkında “sadece iyiliğini biliyorum” şahitliğinde bulunduğu Safvan b. Muattal’ın namusudur, şerefidir… Ve bu olay müslümanları tam bir ay uğraştırır.

Bu sözünü ettiğimiz,ulu ve üstün düzeyde ele alınan olay ifk (iftira)olaydır:

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.