SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA SAF SURESİ 5 VE 6. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
5- Musa kavmine: ” Ey kavmim! Benim Allah’ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz halde niçin beni incitiyorsunuz?’ demişti. Onlar yoldan sapınca Allah da kalplerini saptırmıştı. Allah, yoldan çıkan millet; doğru yola eriştirmez.
6- Meryem oğlu İsa’da: “Ey İsrailoğulları! Ben size gönderilmiş Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim, demişti. Fakat o kendilerine açık deliller getirince, “Bu apaçık bir büyüdür” dediler.
İsrail oğullarının kendilerini Firavun ve ileri gelenlerinden kurtaran Peygamberi önderleri ve öğreticileri olan Hz. Musa’ya karşı eziyetleri çok boyutludur. Hz. Musa’nın onların eksikliklerini, eğriliklerini kapatmak için verdiği uğraş çok yorucu, zor ve sıkıntılı bir uğraştır. Kur’an ı Kerim çeşitli Kıssalarda bu bıktırıcı eziyetlerin ve uğraştaki zorlukların değişik türlerinden tablolar sunmaktadır.
Hz. Musa onları Firavundan kurtarmak için çalışırken onun zulmüne ve baskısına karşı direnirken, onlar Firavun’a boyun eğerek rahat içinde yaşıyorlardı. Üstelik Hz. Musa’ya bu mücadelesinden dolayı da kızıyorlardı. O’nu kınayarak eleştirerek şöyle diyorlardı: “Sen gelmezden önce de, geldikten sonra da işkence çektik.” (Araf suresi, 129) Sanki onlar Hz. Musa’nın Peygamberliğinden bir hayır görmediklerini ifade ediyorlardı veya bu son uğradıkları eziyetlerinin sorumluluğunu O’na yüklemek istiyorlardı.
Tek olan Allah’ın adıyla Firavun’un zulmünden kurtarır kurtarmaz onlar tekrar Firavun’a ve ileri gelenlerine tapmaya eğilim duymuşlardı. Halbuki yüce Allah onları Firavundan kurtarmış ve onu gözlerinin önünde boğmuştu:
“İsrailoğullarını denizden karşıya geçirdik. Yolda putlarına tapan bir topluma rastladılar, bunun üzerine: `Ey Musa, bu adamların nasıl ilahları varsa bize de öyle ilahlar yap’ dediler. Musa da onlara: `Siz gerçekten cahil bir toplumsunuz’ dedi.” ‘(Araf suresi, 128)
Hz. Musa ilahi emirlerin yazılı olduğu levhaları almak için sözleşmesi gereği Rabbinin emrettiği dağa çıkar çıkmaz, hemen Samiri onları sapıklığa düşürdü: “Samiri, o erimiş altınlardan böğüren bir buzağı heykelini yontarak İsrail oğullarının önlerine dikti. Onlar da birbirlerine `İşte sizin ve Musa’nın ilahı budur, fakat Musa onu unuttu’ dediler.” (Taha suresi, 88)
Sonra onlar çölde yüce Allah’ın kendilerine verdiği bıldırcın etini ve kudret helvasını beğenmeyerek dediler ki:
“Hani dediniz ki, `Ya Musa, biz tek çeşit yemeğe artık dayanamayacağız. Rabbine dua et de yerin bitirdiği sebze kabağından, sarımsağından, mercimeğinden soğanından çıkarsın: Musa da `Siz hayırlıyı daha değersizi ile mi değiştirmek,istiyorsunuz? Öyleyse bir şehre ininiz. Orada ne isterseniz var’ dedi.” (Bakara suresi, 61)
Kesmekle yükümlü kılındıkları inek olayında da bir sürü tartışmışlar, neden ve sebep aramışlar. Kendi peygamberlerine ve Rabblerine karşı terbiyesizlik ve edebsizlik yaparak şöyle demişlerdi:
“Onlar `Rabbine dua et de o sığırın nasıl olduğunu açıklasın’ dediler. Musa da; `Rabbim, `O sığır ne yaşlı ve ne de körpe olup bu ikisi arasında orta yaşlıdır’ diyor, haydi size emredileni yapın’ dedi: ‘
“Onlar: “Rabbine dua et de bize o sığırın rengini bildirsin’ dediler. Musa da: `Rabbim, `O sığır görenlerin gözüne hoş gelecek parlak sarı renktedir’ diyor’ dedi: ‘
“Onlar: `Rabbine dua et de bu sığırı bize iyice tanımlasın. Biz sığırları birbirinden ayırd edemez olduk. Allah dilerse bu karışıklığın içinden çıkarır’ dediler.” (Bakara suresi, 68-70)
Sonra kendileri için kutsal bir tatil günü istemişler. Cumartesi günü kendilerine kutsal bir gün olarak tayin edilince bu sefer onun yasaklarını çiğnemişlerdi.
Yüce Allah’ın kendilerine fethedeceklerini müjdelediği kutsal yurdun önünde durmuşlar, yüz çevirerek, boyun bükerek Hz. Musa’ya şöyle demişlerdi:
“Dediler ki: `Ya Musa, orada zorba bir kavim var. Onlar oradan çıkmadıkça biz oraya kesinlikle girmeyiz. Eğer çıkarlarsa o zaman oraya gireriz.” (Maide suresi, 22)
Teşvikler ve cesaretlendirmeler ard arda tekrar edilince bu sefer şımarıp inkara kalkışmışlardı:
“Dediler ki: `Ey Musa, onlar orada oldukları sürece biz oraya kesinlikle girmeyiz. Git sen Rabbin ile birlikte savaş, biz burada kalıyoruz.” (Maide suresi, 24)
Bazı hadislerde ifadesini bulduğu gibi, onlar Hz. Musa’ya karşı yersiz sorular, teklifler, isyanlar diretmeler ve saçma temellere dayalı kişisel ithamlarla dikilip durmuşlardır.
Burada ayet-i kerime Hz. Musa’nın sevgi ve sitem içerisinde onlara söylediği şu sözleri hatırlatmaktadır:
“Musa kavmine: `Ey kavmim! Benim, Allah’ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz halde niçin beni incitiyorsunuz?’ demişti. Onlar yoldan sapınca Allah ta kalplerini saptırmıştı. Allah yoldan çıkan milleti doğru yola eriştirmez.”
Onlar gerçekten bunu kesin biliyorlardı. Bu ifade hatırlatma ve sitem üslubunu kullanmaktadır.
Sonuçta doğrulmaları için gereken bütün şartlar ortaya konmasına rağmen onlar sapıklığı tercih ettikleri için Cenabı Allah ta onların sapıklığını artırmış, kalplerini de saptırarak hidayete elverişsiz bir hale getirmiştir. Onlar sapıklığı tercih etmiş, Cenabı Allah ta onlara ebedi sapıklığı vermiştir: “Allah sapıklığı tercih eden topluluğu doğru yola eriştirmez.”
Böylece onların Allah’ın dinini ayakta tutma görevleri de sona ermiş, bu sapıklık ve eğrilik hali üzerinde bulundukları için, sözkonusu büyük görevi üstlenme yeteneklerini yitirmişlerdir.
Ardından Meryem oğlu Hz. İsa gelmiştir. İsrailoğullarına şu gerçeği bildirmek için:
“Ey İsrailoğulları ben, Allah’ın size gönderdiği Peygamberiyim.”
Yoksa Hz. İsa onlara: “İlahı oluşturan üç unsurdan biri kendisinin Allah olduğunu, Allah’ın oğlu olduğunu ya da ilahı oluşturan üç unsurdan biri olduğunu söylememiştir.”
“Meryem oğlu İsa’da: “Ey İsrailoğulları! Ben size gönderilmiş Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra da gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim’ demişti:’
Bu ifade peygamberliğin birbirine bağlı halkalarını tasvir etmektedir. Bu halkaların biri diğerine görevi devretmekte, fakat esas itibariyle her biri diğerine bağlı bulunmaktadır. Hepsinin yönelişi ve hedefi birdir. Gökten yere uzanmaktadır. Birbirine bağlı uzun bir zincir içindeki halkalar ardarda gelmektedir. Bu tablo ayrıca Allah’ın işine ve sistemine uygun bir tablodur. Bu sistemin temeli birdir sadece şekilleri değişmektedir. İnsanlığın hazırlığına, ihtiyaçlarına, güçlerine uygun olarak. Deneyimlerine ve bilgi seviyesine uygun olarak. İnsanlık, aklı olgunluk ve bilinç aşamasına ulaştığında bu zincirin son halkası gelmektedir. En son şekli ile kuşatıcı ve eksiksiz olarak sözkonusu deneyimlerin ışığı altında olgun akla hitap etmektedir. Bu aklın kendi sınırları içinde çalışması için onu özgürlüğe kavuşturmaktadır. Bütün insanlık için belirlenmiş ilahi sistemin çerçevesi içinde bu sistem insanın yetenekleri, gücü ve enerjileriyle uyum içinde bulunmaktadır.
Hz. İsa’nın bizim peygamberimiz olan Hz. Ahmed’i müjdelediği Kur’an’ın bu ayetiyle sabittir. İster eldeki İnciller bu müjdeye yer versin, ister yer vermesin. Bu İncillerin yazılmasında izlenen yol ve bu yolu kuşatan şartlar nedeniyle bu konuda İncilleri kaynak olarak kullanamayacağımız apaçık bir gerçektir.
Kur’an-ı Kerim Arap yarımadasında bulunan yahudi ve hristiyanlara okunmuş ve onlara şu ayet duyurulmuştu:
“Onlar adını ellerindeki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları şu okuma yazmasız (ümmi) peygambere uyarlar. O onlara iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar, temiz şeyleri helal eder, murdar şeyleri haram kılar, omuzlarındaki aşırı yükümlülükleri boyunlarındaki zincirleri kaldırır:’
Onların Abdullah İbni Selam gibi sonradan müslüman olan samimi bazı bilginleri hahamların gizlemek üzere anlaştıkları ve birbirlerine tavsiye ettikleri bu gerçeği itiraf etmişlerdir. Tarihi kaynaklardan da açıkça anlaşılıyor ki: Yahudiler o sırada zamanı yaklaşan bir peygamberin gelmesini bekliyorlardı. Aynı şekilde Arap yarımadasında yalnız başına yaşayan bazı hristiyan bilginlerde onun gelmesini bekliyorlardı. Ne var ki yahudiler bu peygamberin kendilerinden olmasını istiyorlardı. Yüce Allah O’nun başka bir kavimden, Hz. İbrahim’in soyundan olmasını dileyince bu ilahi takdiri beğenmediler ve ona karşı savaştılar!
Hangi açıdan bakarsak bakalım bu tür haberler konusunda Kur’an’ın açık hükmü en kesin kaynaktır ve bu konuda en son söz O’nundur.
Surede bundan sonra gelen ayetlerden anlaşılıyor ki bu ayetler yahudi ve hristiyanı ile tüm İsrail oğullarının kendi kitaplarında müjdelenen peygamber nasıl karşıladıkları ile ilgili olarak gelmişlerdir. Onların peygamberimizin bu şekilde karşılamalarını yadırgamaktadırlar. Yüce Allah’ın tüm diğer dinlere üstün kıldığı ve son din olarak belirlediği yeni dine karşı ne tür tuzaklara başvurduklarını anlatmaktadırlar. “Fakat O kendilerine açık deliller getirince. , Bu apaçık bir büyüdür’ dediler.”