SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA SAFFAT SURESİ 94 VE 99. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
94- Bunun üzerine puta tapanlar koşarak İbrahim’in yanına geldiler.
95- İbrahim onlara “Elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?”
96- “Oysa sizi de, yaptığınız bu şeyleri de Allah yaratmıştır” dedi.
97- Puta tapanlar: “Onun için bir bina yapın da onu ateşe atın” dediler.
98- İbrahim’e bir tuzak kurmak istediler, biz de onların tuzaklarını boşa çıkardık, onları alçalttık.
99- İbrahim dedi ki: “Ben Rabb’ime gidiyorum, O beni doğru yola iletecek. “
Halk eğlenceden dönmüş ve putların paramparça olmuş kırıntılarına rastlamıştır. İlahi ifadenin akışı burada, hikâyenin başka surede açıklandığı üzere, bu işi ilahlarına yapanın kim olduğunu sormaları ve sonunda bu cesur suçluyu ortaya çıkarmaları kısmına değinmiyor. Onların İbrahim ile yüz yüze gelmelerine geçiyor. “Bunun üzerine puta tapanlar koşarak İbrahim’in yanına geldiler.” Haberi dinlerler, bu işi yapanın kim olduğunu anlarlar; koşar adımlarla üzerine giderler ve çevresini çabucak çevirirler. Onlar kızgın, heyecanlı büyük bir topluluk, İbrahim ise, bir tek kişidir… Fakat O, mü’min, inanmış bir tek kişi. Yolunu bilen bir kişi. İlahı hakkında açık tasavvurlu bir kişi… Akidesi kendince belli ve malum, onu kendi benliğinde özümlenmiş ve çevresindeki kâinatta onu görmüş bir kişi. İşte bu tek kişi o heyecanlı, azgın, akidesi bulanık tasavvuru çelişik olan bu çoğunluktan daha güçlüdür. Bundan dolayı Hz. İbrahim onların karşısına basit ve fıtri hak ile dikilmekte, onların çokluğuna, azgınlığına ve birbirlerine girerek üzerine gelmelerine hiç de aldırmamaktadır.
İbrahim onlara: “Elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?”
Bu düşündüğünü yüzlerine dobra dobra vuran fıtrat mantığıdır. Gerçek ma’budun yaratıcı olması, yoksa yaratık olmaması gerekir.
“Oysa sizi de yaptığınız bu şeyleri de Allah yaratmıştır” dedi.
O, ma’bud olmaya lâyık yegâne yaratıcıdır. Bu mantık bu kadar açık ve yalın olmakla birlikte, İbrahim’in kavmi gafletlerine dalmış, O’nu dinlemiyorlar bile! -Zaten batıl,yalın olan hakkın sesine ne zaman kulak vermiştir ki-? İçlerindeki emredip yasaklayabilecek olanlar da en çirkin şekli ile azgınlıklarını sürdürüyorlar:
Puta tapanlar: “Onun için bir bina yapın da onu ateşe atın” der. Zalimler apaçık güçlü hak söz karşısında sıkıştıklarında ve delil dayanaktan yoksun olduklarında bu mantıktan başkasını, ateş ve demir mantığından başkasını tanımazlar. Onların bu sözlerinden sonra ilahi ifadeler, Allah’ın samimi kullarına vaadi ve düşmanlarına tehdidini gerçekleştiren akıbeti sergile-. meye geçiyor :
“İbrahim’e bir tuzak kurmak istediler, biz de onların tuzaklarını boşa çıkardık, onları alçalttık.”
Allah dilerse, kulların tuzakları neye yarar? Allah samimi kullarını kendi himayesine alınca, zayıf, çelimsiz olan azgınların, böbürlenenlerin, otorite sahiplerinin ve buralara yardım eden kibirli yardımcılarının,ellerinden ne gelir ki?
İSMAİL VE KURBAN
Bundan sonra İbrahim’in hikâyesinin ikinci bölümü gelmekte… Artık babası ve kavmi ile işi bitmiştir. Onu alevli ateş dedikleri ateşe atarak öldürmek isterler. Yüce Allah ise -aksine- onların kaybeden taraf olmalarını diler ve onu onların hilelerinden kurtarır.
İbrahim işte o anda, hayatından bir bölümü geride bırakır. Ve yeni bir merhaleyi kucaklayıp bir sayfayı kapatıp yeni bir sayfa açar.
“İbrahim dedi ki: Ben Rabb’ime gidiyorum, O beni doğru yola iletecek.
İşte böyle… Ben Rabb’ime gidiyorum. Bu bir hicrettir. Yer ve mekân hicretinden önce, bir iç alemi hicretidir. Bir hicret ki, bununla İbrahim hayatının tüm geçmişini terk edip bırakmaktadır. Babasını, kavmini, ailesini, evini, vatanını, kendini şu toprağa bağlayan her şeyi ve bütün şu insanları bırakmaktadır. Kendini engelleyen, kafasını meşgul eden, her şeyi arkasında bırakmakta, her şeyden sıyrılarak, her şeyi geride bırakarak Rabb’ine hicret etmektedir. Benliğinden hiçbir şeyi geri bırakmadan her şeyi ile, bütün benliği ile Rabb’ine teslim olmaktadır. Rabb’inin kendisine yol göstereceğinden kesinlikle emindir.
Bu bir hicrettir… Bir halden diğerine, bir durumdan ötekine, bu benliğinde başka bağların ortak olmadığı yalnız bir bağa hicrettir. Bu “soyutlanmanın, samimiyetin, teslimiyetin, iç huzurun ve kesin bir imanın” ifadesidir.