SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ŞUARA SURESİ 43. VE 51. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun
43- Musa, “Ne atacaksanız atın, hünerinizi gösterin bakalım”dedi.
44- Büyücüler, “Firavun’un ululuğuna andolsun ki, üstün gelen taraf biz olacağız” diyerek iplerini ve değneklerini attılar.
45- Arkasından Musa değneğini atınca, değnek büyücülerin bütün göz boyayıcılıklarını yutuverdi.
46- Bunun üzerine bütün büyücüler secdeye kapandılar.
47- Ve “bütün varlıkların Rabbine inandık.
48- Musa ile Harun’un Rabbine dediler.
49- Firavun, “ben izin vermeden O’na inandınız, öyle mi? Hiç kuşkusuz O size büyücülüğü öğreten elebaşınızdı. Ama yakında başınıza neler geleceğini öğreneceksiniz. Andolsun ki, sağlı-sollu birer el ve ayağınızı kesecek ve arkasından hepinizi asacağım” dedi.
50- Büyücüler de dediler ki, “zararı yok, nasıl olsa Rabb’imize döneceğiz.
51- Bizler ilk inananlar olduğumuz için Rabb’imizin kusurlarımızı bağışlayacağını umarız. “
Sahne normal ve sakin bir şekilde başlıyor. Baştan beri Hz. Musa’nın üzerinde bulunduğu gerçeğe tam güveni olduğu, meydanları dolduran, elde ettikleri maharetin en üstün marifetlerini ortaya koymaya hazırlanan büyücülerin topluluklarından, arkalarında yer alan Firavun ve yandaşlarından ve onların etraflarını kuşatan saptırılmış, aldatılmış, halk kitlelerinden etkilenmediği anlaşılıyor. Hz. Musa’nın bu kendine güveni önce sözü onlara bırakmasında ortaya çıkıyor.
Musa, Ne atacaksanız atın, hünerinizi gösterin bakalım dedi.
İfadenin kendisinde bile, bir aşağılama ve hafife alma olduğu gözlenmektedir. “Ne atacaksanız atın, hünerinizi gösterin dedi” Aldırmadan önemsemeden herhangi bir sınır koymadan.
Büyücüler, maharetlerinin en büyük kozlarını, tuzaklarının en büyüklerini ortaya koydular. Firavunun adı ve şerefi ile meydana atıldılar.
“Büyücüler, “Firavun’un ululuğuna andolsun ki, üstün gelen taraf biz olacağız” diyerek iplerini ve değneklerini attılar”.
Onların iplerinin ve sopalarının ne oldukları burada A’raf ve Taha surelerinde anlatıldığı gibi anlatılmıyor. Böylece Hakka duyulan güven ve sebatın gölgesi olduğu gibi korunuyor. Hemen Hak ile batıl arasındaki yarışmanın sonucuna geçiliyor. Zira bu surenin asıl amacı budur.
“Arkasından Musa değneğini atınca, değnek büyücülerin bütün göz boyayıcılıklarını yutuverdi.”
Büyücülerin ileri gelenlerinin beklemedikleri dehşet verici olay meydana geliyor. O güne kadar içinde yaşadıkları ve tam anlamı ile öğrendikleri sanatlarının en büyük ürününü ortaya koymaya çalışmışlar, büyücülerin yapabileceklerinin en büyüğünü yapmışlardı. Üstelik onlar büyük bir gruptu. Her yerden toplatılıp getirilen büyük bir topluluktu. Musa ise tekti. Yanında sadece Asası vardı. Buna rağmen Asası onların uydurduklarını birden yutuvermişti. Yutuvermek, yemenin en çabuk şeklidir. Onlar şimdiye kadar büyüde göz boyamanın esas olduğunu biliyorlardı. Fakat şimdi bu Asa onların iplerini ve sopalarını gerçekten yutuyordu. Hiçbir izleri kalmıyordu. Eğer Hz. Musa’nın yaptığı da büyü olsaydı, onlara ve insanlara Hz. Musa’nın yılanının onları yuttuğu hayal halinde gösterildikten sonra ipleri ve sopaları ortada kalırdı. Fakat onlar bakıyorlar ve bunların izlerine bile rastlamıyorlardı!
İşte bu durumda artık tartışma götürmeyen apaçık gerçeğe boyun eğmemek için kendilerine hakim olamıyorlar. Çünkü onlar herkesten daha çok onun gerçek olduğunu biliyorlardı:
“Bunun üzerine bütün büyücüler secdeye kapandılar.”
“Ve bütün varlıkların Rabb’ine inandık” “Musa ile Harun’un Rabb’ine dediler.”
Onlar az önce paralı askerlerdi. Ustalıklarına karşı Firavun’dan karşılık bekliyorlardı. Bir inanç ve problem sahibi değillerdi. Yalnız kalblerine dokunan gerçek onları birden değiştirmişti. Benliklerini titreten bir sarsılıştı bu. Birden onları herşeyden vazgeçirmişti. Ruhlarının derinliklerine, kalblerinin merkezine ulaşmıştı. Oranın üzerini kaplayan sapıklığın tortularını silip götürmüştü. Onları tertemiz yapıp diriltmiş, Hakka boyun eğer hale getirmiş, imanla onarmıştı. Hem de kısa bir zaman diliminde. Bir de bakıyoruz ki, onlar gayri ihtiyari secdeye kapanıyorlar. Dilleri depreniyor. Apaçık yakın bir ifade ile iman gerçeğini haykırıyorlar.
“Ve bütün varlıkların Rabb’ine inandık.” “Musa ile Harun’un Rabb’ine dediler.”
İnsanın kalbi gerçekten hayret edilecek bir varlıktır. Merkezine ulaşan tek bir dokunuş bile onu kökten değiştirebilir. Allah’ın peygamberi -salat ve selam üzerine olsun- doğru söylemiştir: “Her kalb Rahman’ın iki parmağı arasındadır. Dilerse onu düzeltir (doğrultur) dilerse eğriltir (saptırır)” (Buhari-Müslim) İşte bu şekilde paralı asker olan büyücüler, mü’minlere, seçkin mü’minlere dönüştüler. Hem de yığınlarca halk kitlelerinin, Firavun’un ve kurmaylarının gözleri önünde ve işitecekleri bir şekilde.. Azgın, zalim bir iktidarın karşısında apaçık iman etmelerinin ne gibi sonuçları ve cezaları olacağını düşünmeden, zorba iktidar sahibinin ne söyleyeceğine, ve ne yapacağına aldırmadan, bu imana gelmeyi gerçekleştirdiler.
Bu beklenmedik değişikliğin Firavun ve kurmayları üzérinde şok etkisi yapmış olması gerekir. Firavun’un piyonları halk kitlelerini toplamış, onları bu yarışı izlemek için toplarlarken onları hazırlamış, şartlandırmışlardı. İsrailoğulları’ndan olan Musa’nın büyücü olduğu, büyüsü ile kendilerini yurtlarından çıkarmak istediği, iktidar ve yönetimi kendi kavmine vermek istediği, Firavun tarafından toplanan büyücülerin onu mağlup edecekleri ve onun tezini çürütecekleri yalanına inanmaya hazır hale getirilmişlerdi.. Sonra bu halk kitleleri işte görüyorlar ki, büyücüler Firavun’un adı ve şerefi ile atacaklarını atıyorlar. Halbuki onlar az önce ona hizmet etmek için gelen, onun ücretinde gözü olan ve onun şerefi ile işe koyulan paralı askerleriydi!
Bu, Firavun’un tahtını tehdit eden bir değişiklikti. Zira bu tahtın üzerinde kurulduğu dini efsaneyi (mitolojiyi) ilahlık veya tanrıların oğlu olma efsanesini tehdit ediyordu. Bazı asırlarda bu tur dini efsaneler yaygınlık kazanmıştır. Bunlar da işte o dindeki büyücülerdi. Büyücülük kutsal bir meslekti. Bu sanat, ülke çapında, sadece tapınakların kahinlerine serbestti. İşte onlar da şimdi Alemlerin Rabbine, Musa ve Harun’un Rabbine iman ediyorlardı. Halk kitleleri inançları noktasında kahinlerin peşinde giderlerdi. Kahinler de böylece onları oyalarlardı. Artık Firavun’un tahtının dayanağı sadece bire inmişti. Bu da kaba kuvvetti. Bu kaba kuvvet ise, inanç olmadan bir tahtı ayakta tutamaz ve bir rejimi koruyamaz.
Biz Firavun ve etrafındaki kurmaylarının bu korku ve endişelerinin nedenini kestirebiliyoruz. Yeter ki, bu gerçeği doğru anlayıp değerlendirebilelim. Kahin ve büyücü olarak gelip böyle açık, net, etkileyici, bir biçimde iman etmeleri kabul ederek ve gönülden boyun eğip bağlanarak, secdeye kapanmadan edemeyen bu kitlenin iman etmelerini düşündüğümüzde, Firavun ve kurmaylarının korkusunu haklı buluruz.
İşte bu sırada Firavun’un cinleri tepesine çıkmıştır. Öfke dolu tehdidini savurmuş, işkence ve intikama başvurmuştur. Öncelikle büyücüleri Musa ile işbirliği yaparak kendisine ve milletine karşı komplo düzenlemekle suçlamıştır!
“Firavun “Ben izin vermeden O’na inandınız, öyle mi?” Hiç kuşkusuz O size büyücülüğü öğreten elebaşınızdı. Ama yakında başınıza neler geleceğini öğreneceksiniz. Andolsun ki, sağlı-sollu birer el ve ayağınızı kesecek ve arkasından hepinizi asacağım dedi.”
“Ben size izin vermeden ona inandınız öyle mi?” Siz ona inandınız dememiş, onların bu hareketini kendisi izin vermeden Musa’ya teslim olma şeklinde değerlendirmiştir. Bu iradesine sahip, hedefini bilen, sonucu kendisi hazırlayan, herşeyini kendisi planlayan birinin manevralarına benzer bir hareket tarzıdır. Onun kalbi büyücülerin kalbine dokunan mesajı hissetmemiştir. Zaten zorbaların, zalimlerin kalbleri ne zaman bu tür aydınlatıcı dokunuşları hissetmiştir ki? Sonra o, bu tehlikeli dönüşümü etkisiz bırakmak için, büyücüleri anında suçlamaya başlıyor. “Hiç kuşkusuz o size büyücülüğü öğreten elebaşınızdı.” Bu gerçekten hayret edilecek suçlamadır. Yegane yorumu da şu olabilir: Aynı zamanda kahin olan bu büyücülerden bazıları, Firavun onu evlat edindiği için sarayda Musa’nın eğitimini üstlenmişlerdi. Veya Hz. Musa’nın bazen tapınaklarda onlarla başbaşa kaldığı oluyordu. İşte Firavun, Hz. Musa ile büyücüler arasındaki bu uzak ilişkiye sığınıyor. Ayrıca bu ilişkiyi de ters yüz ediyor: “O sizin öğrencinizdir” diyeceği yerde “O sizin elebaşınızdır” diyor. Böylece halk kitlelerinin gözünde işin önemini ve dehşetini arttırmaya çalışıyor!
Tehditlerini savurduktan sonra mü’minleri bekleyen acımasız işkence ile korkutmağa başlıyor.
“Ama yakında başınıza neler geleceğini öğreneceksiniz. Andolsun ki, sağlı sollu birer el ve ayağınızı kesecek ve arkasından hepinizi asacağım” dedi.
İşte bütün zorbaların tahtının ve şahsının tehlikede olduğunu hissettiklerinde başvurdukları aptalca çözüm budur. Kalbleri ve vicdanları titremeden öfke, katı yüreklilik ve iğrençlikle bu cinayete başvururlar. Bu, söylediklerini anında uygulayabilme gücü olan azgın ve zorba, Firavun’un sözüdür.. Peki bu söz karşısında aydınlığı gören, inanmış kesimin sözü ne olacak bakalım!
Bu, Allah’ı bulan ve bu buluştan sonra artık neleri kaybedeceğine kulak vermeyen, bunlara aldırmayan kalbin sözüdür. Allah ile temasa geçen, izzetin zevkine eren kalp artık azgın iktidar sahiplerine değer vermez. Ahireti kazanma peşinde olan kalbi, bu dünya işlerinin ne azı, ne de çoğu ilgilendirmez.
“Büyücüler dediler ki, zararı yok. Nasıl olsa Rabb’imize döneceğiz.”’ “Bizler ilk inananlar olduğumuz için Rabb’imizin kusurlarımızı bağışlayacağını umarız.”
Zararı yok. Sağlı sollu birer el ve ayağımızın kesilmesi önemli değil. Asılmanın ve işkencenin önemi yok. Öldürüleceğimize ve şehid edileceğimize aldırış etmiyoruz. Önemi yok, çünkü biz Rabbimize dönüyoruz.. Artık biz Rabbimize döndükten sonra bu yeryüzünde ne olursa olsun. Bizi ilgilendiren, olmasını umduğumuz tek şey: “Rabbimizin günahlarımızı bağışlamasıdır.” “Müminlerin ilkleri olduğumuz için” Herkesten önce bu mesaja sarıldığımız için.
Aman Allah’ım! İman vicdanları aydınlatınca, ruhları coşturunca gönüllere huzur doldurunca, çamur balçığını yücelerin yücesine yükseltince, kalbleri zenginlik, bolluk ve azık ile doyurunca ne dehşet verici güce dönüşüyor, yeryüzündeki herşeyi ne kadar değersiz, basit ve önemsiz hale getiriyor.
Anlatımın seyri içinde bu parlak edebi güzelliğin üzerine, perde kapanıyor. Daha fazla birşey anlatılmıyor. Böylece sahnenin hayranlık veren güzelliği ve derin etkisi olduğu gibi kalıyor. Bu anlatım ile Mekke’de zorluğa, sıkıntıya ve işkenceye katlanan, bunlara göğüs geren ruhlar, gönüller eğitiliyordu. Azgınlığa, zulme ve işkenceye karşı koyan her inanç sahibi de onunla eğitilir.
Bundan sonra ise yüce Allah inanan kullarını yönlendiriyor. Firavun ise, komplosunu hazırlıyor ve bütün ordularını topluyor.