SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA TA-HA SURESİ 45. ve 48. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
45- Musa ve Harun dediler ki; “Ey Rabbi’miz, korkarız ki, Firavun bize karşı bir taşkınlık yapar, ya da azgınlığını artırır.”
46- Allah, onlara dedi ki; “korkmayınız. Ben sizinle beraberim. Ben herşeyi işitir, her şeyi görürüm.”
47- “Ona varınız ve deyiniz ki; ‘Biz Rabbi’inin sana gönderdiği elçileriz. İsrailoğullarının bizimle birlikte Mısır’dan ayrılmalarına izin ver. Onlara işkence etme. Sana Rabbi’inden, doğru söylediğimizi kanıtlayacak mucizeler ile geldik. Doğru yola girenler esenliğe ereceklerdir.”
48- “Bize gelen vahye göre Allah’ın ayetlerini yalanlayarak gerçeğe sırt çevirenler azaba uğrayacaklarda.”
Hz. Harun’un, uzun “söyleşi” olay sırasında Hz. Musâ’nın yanında olmadığı kesindir. Bu söyleşi yüce Allah’ın sevgili kulu Hz. Musâ ya özgü bir lütfudur Yüce Allah bu söyleşiyi uzatmış, bu konuşmayı geniş tutmuş, onu çeşitli son ve cevaplarla zenginleştirmiştir. Buna göre Hz. Musa ile Hz. Harun’un “Ey Rabb’imiz, korkarız ki, Firavun bize karşı bir taşkınlık yapar, ya da azgınlığını arttırır.” şeklindeki sözleri “söyleşi” sırasında söylenmemişti. Fakat ayetler hikâyelerin canlı, duygulandırıcı, dokunaklı ve vicdanları etkileyici sahnelerine bir an önce ulaşabilmek için zaman ve yer boyutlarını dürüp aşıyor ve olayların arasında sözün akışından yararlanılarak doldurulabilecek boşluklar bırakıyorlar.
Buna göre Hz. Musa ile Hz. Harun, baş kahramanımız Tur dağı yakınlarındaki “söyleşi”den döndükten sonra buluşmuş olmalıdırlar. Yüce Allah, Hz. Harun’a, Firavun’u hakka çağırmaya kardeşi ile birlikte gitmesini vahyetmiştir. İşte bunun üzerine ikisi birlikte korkularım, kaygılarını yüce Allah’a duyuruyorlar:
“Musa ve Harun dediler ki; ‘Ey Rabb’imiz, korkarız ki, Firavun bize karşı taşkınlık yapar, ya da azgınlığını arttırır.”
“Taşkınlık” ilk aşamada hemen yapılan kötülük anlamına gelir. “Azgınlık” ise taşkınlıktan da işkenceden de daha geniş kapsamlı bir kavramdır. O günlerin zorba Firavunu bu kötülüklerin herhangi birini ya da her ikisini birlikte yapmaktan çekinmeyecek derecede azıtmış bir canavardır.
Yüce Allah hemen onlara kesin cevabını yetiştiriyor. Her türlü korkuyu ve endişeyi silen bir cevaptır bu. Okuyalım:
“Allah onlara dedi ki; ‘Korkmayız, ben sizinle beraberim; ben her şeyi işitir, her şeyi görürüm.”
Ben sizin yanınızdayım. Ben ki, güçlü, kahredici, yüce ve uluyum. Ben ki, kullarımın üzerinde ezici bir egemenliğe sahibim. Ben ki bütün evreni, canlıları, fertleri ve nesneleri sadece bir “ol” direktifi ile yaratanım. İşte bu sıfatlarımla sizin yanınızdayım. Aslında bu kısa ve kesin güvence yeterlidir. Fakat yüce Allah onların güvenini pekiştirmeyi uygun görüyor. Bunun için desteğini somut bir gerekçeyle perçinliyor. Tekrar okuyalım:
“Ben her şeyi işitir, her şeyi görürüm.”
Firavun sizi karşısında görünce istediği kadar parlasın, taşkınlık yapsın, azıtsın; ne yazar, ne yapabilir, elinden ne gelir? Her şeyi işiten, her şeyi gören yüce Allah onlarla birlikte olduktan sonra o kim oluyor?
Bu güven aysının ardından çağrıyı nasıl yapmaları gerektiğine, nasıl bir tartışma yolu izleyeceklerine ilişkin bir talimatla, bir taktik dersi ile karşılaşıyoruz. Okuyalım:
“Ona varınız ve deyiniz ki; ‘Biz Rabb’inin sana gönderdiği elçileriz. israiloğullarının bizimle birlikte Mısır’dan ayrılmalarına izin ver. Onlara işkence etme. Sana Rabb’inden doğru söylediğimizi kanıtlayacak mucizelerle geldik. Doğru yola girenler esenliğe ereceklerdir.”
“Bize gelen vahye göre Allah’ın ayetlerini yalanlayarak gerçeğe sırt çevirenler azaba uğrayacaklardır.”
Görüldüğü gibi bu taktik ile ilk önce elçiliklerinin temel dayanağını vurgulamaları emrediliyor. Tekrarlıyoruz:
“Biz Rabb’inin sana gönderdiği elçileriz.”
Bu çarpıcı girişin amacı Firavun’a evrende kendisinin ve bütün insanların Rabbi olan bir ilahın varlığını duyurmaktır. Bu ilah o günlerin bazı yaygın putperest hurafelerinde ileri sürüldüğü gibi sadece Musa ile Harun’un, ya da sırf İsrailoğullarının ilahı değildir. Bu geleneksel hurafelere göre her oymağın ve her soy topluluğunun bir, ya da birkaç ilahı vardı. Bunun yanısıra Firavun’un, Mısır da tapınılan bir ilah olduğu, çünkü ilahlar soyundan geldiği saplantısı da asılsızdır. Bu saplantı çeşitli yüzyıllarda yaygın bir biçimde savunula gelmiştir.
Arkasından Hz. Musa ile Hz. Harun’un misyonları, elçilik görevlerinin içeriği açıklanıyor. Okuyoruz:
“İsrailoğullarının bizimle birlikte Mısır’dan ayrılmalarına izin ver, onlara işkence etme.”
Onların Firavun nezdindeki elçilikleri bu misyonla sınırlı idi. Yani İsrailoğullarını kurtaracaklar, Allah’ın birliği inancına döndürecekler ve yüce Allah’ın kendilerine yurt olarak belirlediği “Kutsal topraklar”a göç etmelerini sağlayacaklardı (Sonradan bu yurtlarında kargaşa çıkaracaklar ve yüce Allah da onları toplu biçimde yok edecektir.)
Arkasından “Allah’ın elçileriyiz” derken doğru söylediklerine ilişkin kanıtlar gösteriyorlar. Okuyalım:
“Sana Rabb’inden doğru söylediğimizi kanıtlayacak mucizelerle geldik.”
Bu mucizeler sana Rabbimizin emri ile geldiğimizi, sınırlarını çizdiğimiz bu görevi bize verenin gerçekten yüce Allah olduğunu kanıtlar.
Arkasından Firavun’a özendirici, gönül alıcı bir söz söylüyorlar. Okuyoruz:
“Doğru yola girenler esenliğe ereceklerdir.”
Yani umutları odur ki, Firavun, doğru yola girsin de esenliğe erenler arasına katılmayı haketsin.
Bu özendirici cümleyi bir tehdit ve korkutma ifadesi izliyor. Fakat okuyacağımız sözlerin içerdiği tehdit ve korkutma direkt değildir, dolaylıdır. Çünkü Firavun’un kof büyüklük kompleksini ve azgınlığını depreştirmekten dikkatle kaçınıyorlar. Okuyoruz: `
“Bize gelen vahye göre Allah’ın ayetlerini yalanlayarak gerçeğe sırt çevirenler azaba çarpılacaklardır.”
Umutları odur ki, Firavun, Allah’ın ayetlerini yalanlayanlardan, gerçeğe sırt dönenlerden olmaz:
İşte yüce Allah, Hz. Musa ile Harun’un kalplerine böylece güven aşılamış, onların yolunu çizmiş ve işlerini programlamıştır. Artık ne yapacaklarını bilerek, adımlarını nasıl atacaklarının bilincinde olarak, kendilerine güvenerek yola çıkabilirler.
Bu noktada sahnenin perdesi iniyor. Bu perde tekrar kalktığında Hz. Musa ile Hz. Harun’u, azgın zorba ile karşılıklı konuşurken, hararetli hararetli tartışırken göreceğiz.
DAVETİN BAŞLANGICI VE FİRAVUN
Hz. Musa ile Hz. Harun, Firavun’un yanına vardılar. Ayetler onun yanın; nasıl gittiklerini anlatmıyor. Her şeyi işiten ve gören Rabb’leri yanlarında olduğu halde o zorbanın yanına vardılar. Adına konuştukları, sözcüsü oldukları bu güç, bu otorite ne büyük bir güç, ne ezici bir otoritedir. Bu yüce otoritenin yanında Firavun gibi bir zorbanın lafı mı olur? Varsın, kim olursa olsun! Yanma girince Rabb’lerinin kendilerine duyurmayı emrettiği mesajı duyurdular ona Şimdi karşısında durduğumuz sahne Hz. Musa ile Firavun arasında geçen bir karşılıklı konuşma ile başlıyor. Okuyalım: