SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA TAHRİM SURESİ 6 VE 9. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
6- Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, iri gövdeli, haşin, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.
7- “Ey kafirler! Bugün özür dilemeyin, çünkü siz ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz” denir.
8- Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah â dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, Peygamberi ve O’nunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı: günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Çünkü onların, nurları, önlerinden ve yanlarından koşar da “Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla, bizi bağışla, çünkü sen her şeye kadirsin” derler.
9- Ey Peygamber! Kafirler ve münafıklarla savaş, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidecekleri yer ne kötüdür.
Mü’minin hem kendisine hem de ailesine karşı olan sorumluluğu ağır ve korkunç bir sorumluluktur. ileride korkunç bir ateş…. O ve ailesi bu ateşle karşı karşıya dırlar… Kendisini bekleyen bu ateşten hem kendini hem de ailesini uzak tutmak zorundadır. Evet ateştir bu. Alev alev yanan dehşet verici bir ateş… “Yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateş.” Bu ateşte insanlar taşlar gibi onlarla birlikte yanarlar. Tıpkı taşlar gibi önemsiz, taşlar gibi değersiz ve taşlar gibi itina gösterilmeden tutulup atılırlar. Bu ne korkunç bir ateştir ki, taşları cayır cayır yakıyor! Şiddeti harekete, aşağılamaya, horlamaya varan bu azap ne dehşetlidir! Üstelik bu ateşin çevresinde olan her şey ve ateşin bulunduğu ortam da ürkütücüdür, dehşet vericidir: “Başında iri gövdeli, haşin melekler vardır.” Tabiatları sorumlusu bulundukları azaba uygundur…. “Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmezler ve emredileni yaparlar.” Yüce Allah’ın kendilerine emrettiği şeyi yapmaları onların tabiatlarının gereğidir. Yine tabiatları gereği kendilerine emredilen şeyi yapmâ gücüne de sahiptirler. işte onlar bu haşmetleri ile, bu haşinlikleri ile şu korkunç, şu dehşet verici ateş üzerinde görevlendirilmişler. Bir mümin kendini ve ailesini bu ateşten korumalıdır. Henüz fırsat varken, iş işten geçmeden mazeret bildirmenin işe yaramadığı gün gelmeden ailesini bu ateşten uzaklaştırmalıdır. İşte kafirler o korkunç ateşin kıyısında durmuş mazeret uyduruyorlar. Ama mazeretleri hiç bir anlam ifade etmediği gibi iç karartıcı manzara ile baş başa kalıyorlar:
“Ey kafirler! Bugün özür dilemeyin, çünkü siz ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.”
Boşuna özür belirtmeyin, bugün özür günü değil. Bugün herkesin yaptığının karşılığını alacağı gündür. Siz de bu ateşi hakkedecek işler yaptınız.
Peki müminler kendilerini ve ailelerini bu ateşten nasıl koruyacaklar? işte burada onlara yol gösteriliyor, umut kapısı önlerine açılıyor:
“Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Çünkü onların nurları, önlerinden ve yanlarından koşar da `Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla, bizi bağışla, çünkü sen her şeye kadirsin’ derler.”
İşte yol budur… Yol samimi ve içten gelen bir tevbedir. Kalbi arındıran, onu kötülüklerden uzaklaştıran bir tevbe. Kötülüklere bulaşmasına, kanmasına fırsat vermeyen bir tevbe.
Günahtan ve hatadan tevbe etmek, işlenen suçtan pişmanlık duymakla başlar, salih amel ile, ibadet ile sonuçlanır. işte o zaman bu samimi tevbe kalbi temizler, günahın kalıntılarından, tortularından arındırır. Bundan sonra da kalbi salih amel işlemeye teşvik eder. İşte samimi ve içten gelen tevbe budur. Budur kalbi uyaran, günaha dönmemesi için öğüt işlevini gören samimi tevbe.
Böyle bir tevbe gerçekleşirse yüce Allah’ın onunla günahları örtmesi ve bu şekilde tevbe edenleri, biraz önce surenin akışı içinde gözler önüne serildiği gibi kâfirlerin rezil olacakları bir günde, onları cennetlere sokması umulur. O gün yüce Allah peygamberini ve onunla birlikte olan müminleri utandırmayacaktır.
Hiç kuşkusuz, yüce Allah’ın birçoklarının rezil olacağı bir günde müminleri Hz. Peygamberle birlikte bir safta olarak, aynı saygıyı göreceklerini vurgulaması insanı umutlandıran bir teşvik ve büyük bir saygınlık ifadesidir. Sonra yüce Allah onlara bir nur bahşediyor: “Nurları önlerinden ve yanlarından koşar.” Bu dehşet verici, bu dalgalı, bu korkunç, bu bunaltıcı günde onunla tanınırlar. Kaynaşıp duran o korkunç kalabalık içinde bu nurla yollarını bulurlar. Önlerinde ve yanlarında ışık saçarak en sonunda bu nur onları cennete götürür.
Onlar içinde bulundukları ortamın dehşet vericiliğine, zorluğuna rağmen Allah’ın huzurunda ona dua ederler, iyilik dilerler: “Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla, bizi bağışla, çünkü sen her şeye kadirsin’ derler.”
Dillerin tutulduğu, kalplerin durduğu böylesine dehşetli bir ortamda dua edebiliyor olmaları bu duanın kabul olacağının belirtisidir. Yoksa yüce Allah’ın belirlediği kader kabul edilmesini öngörmeseydi yüce Allah böyle bir duayı müminlere ilham etmezdi. Şu halde buradaki dua bir nimettir. O gün müminlere gösterilen saygıya ve onlara bahşedilen Nur’a ek olarak yüce Allah’ın bağışladığı karşılıksız bir nimettir.
Bununla yakıtı insan ve taş olan ateş arasında ne korkunç bir fark vardır? Hiç kuşkusuz bu mükafat tıpkı biraz önceki azap gibi müminin kendisini ve ailesini ateşten korumadaki Dolayı siyle sonuçta altlarından ırmaklar akan cennetleri elde etmelerindeki sorumluluğunu tasvir ediyor.
Peygamber Efendimizin evlerinde meydana gelen ve surenin birinci bölümünde ele alınan olayın ışığında baktığımızda bu ayetlerin vermek istedikleri mesajı kavrıyoruz.
Bir mümin, kendisinin doğru yolu bulmasından, kalbinin ıslah olmasından sorumlu olduğu gibi ailesinin doğru yolu bulmasından, evinin ıslah olmasından da sorumludur.
Talak suresinde de vurguladığımız gibi İslam, toplumsal düzeninde aileyi esas alan bir dindir. Bu yüzden müminin ailesine karşı olan sorumluluğunu, evine karşı yerine getirmesi zorunlu olan görevini sık sık vurgular. Müslüman ev, Müslüman cemaatin çekirdeğidir. işte bu ve onun gibi diğer hücrelerden meydana gelir bu büyük ve canlı beden. Yani İslam toplumu…
Bir ev, inanç sisteminin kalelerinden biridir. Bu yüzden kale içerden dayanıklı ve sağlam olmalıdır. Her fert bir giriş noktasının, bir gediğin önünde durmalı ve sızmaları önlemelidir. Aksi taktirde orduyu kalenin içinde bozguna uğratmak kolaylaşır. Artık her önüne gelenin, atlı ve yayaların girip çıkmaları zor olmaz.
Bir mümin öncelikle davayı evine, aile fertlerine sunmalıdır. Bu kaleyi içerden güvenli hale getirmesi onun görevidir. Davetini uzaklara götürmeden önce ailesindeki gedikleri kapatması bir zorunluluktur.
Bunun için Müslüman bir anne gereklidir. Çünkü kalenin güvenliği açısından tek başına Müslüman bir baba yeterli değildir. Anne ve babanın el birliği ederek kızları ve erkekleri eğitmeleri kaçınılmazdır. Bir insanın sırf erkeklerden kurulu bir İslam toplumu oluşturmaya çalışması boş ve verimsiz bir çabadır. Böyle bir toplumda kadın da olmalıdır. Çünkü onlar geleceğin tohumu ve meyvesi olan neslin koruyucu bekçileridirler.
Bu yüzden Kur’an hem erkeklere, hem de kadınlara iniyordu. Evleri düzenliyor, onları İslam hayat sisteminin temel ilkelerine dayalı olarak kuruyordu. Müminlere kendi şahıslarının sorumluluğunu yüklediği gibi ailesinin sorumluluğunu da yüklüyordu: “Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun.”
Bu meseleyi İslam davetçileri kavramalıdırlar, hem de çok iyi kavramalıdırlar. Bu amaçla başlatılacak bir çalışma öncelikle insanın kendi evine, eşine, yani anneye, sonra çocuklara, ardından tüm aile fertlerine yönelik olmalıdır. Bir Müslüman ev kurmak için, Müslüman kadın yetiştirmeye büyük önem verilmelidir. Müslüman bir ev kurmak isteyen her şeyden önce Müslüman bir eş aramalıdır. Yoksa İslam cemaatinin kuruluşu bir süre daha gecikecektir. Binalar delik deşik ve harap olmaya devam edecektir.
İlk Müslüman toplum içinde bu mesele günümüzden daha kolay çözümlenebiliyordu. O gün için Medine’de İslam’ın egemen olduğu bir Müslüman toplum oluşturulmuştu. İslam bu topluma insanlık hayatına ilişkin tertemiz düşünce sistemi ile, bu düşünce sisteminden kaynaklanan yasaları ile egemendi. O toplumda, kadın-erkek herkesin başvuru kaynağı Allah ve peygamberiydi, Allah’ın ve peygamberinin hükmüydü. Bir meseleye ilişkin bir hüküm indiği zaman bu, o mesele için geçerli olan tek ve nihai hüküm olarak algılanırdı. İşte böyle bir toplumun varlığı, hayata egemen olan düşüncesi ve gelenekleri Dolayı siyle bir kadının İslam’ın istediği şekilde kendini yetiştirmesi son derece kolaydı. Erkeklerin karılarına öğüt vermeleri, evlatlarını İslam’ın terbiye metodu ile eğitmeleri kolay bir işti.
Fakat biz bugün farklı bir konumdayız. Biz bugün cahiliye hayatı yaşıyoruz. içinde yaşadığımız toplum cahiliye toplumu. Bu topluma egemen olan kanunlar cahiliye kanunları, ahlâk cahiliye ahlâkı. Gelenek cahiliye geleneği. Düzen cahiliye düzeni. inananlar arası ilişkilerde geçerli olan davranış kuralları cahiliye ürünü. Küfür cahiliye küfürü.
Bir kadın ister kendi kendine, ister kocasının veya kardeşinin yahut babasının yol göstericiliği sonucu İslam’ın öngördüğü hayatı yaşamaya karar verdiği zaman işte bu cahiliye toplumu ile sürekli iç içe yaşıyor, onun ezici baskısı, ağırlığını omuzlarında hissediyor.
Halbuki Medine’de kurulan ilk İslam devletinde kadın-erkek, bütün toplum aynı düşünce sistemine bağlıydı, Aynı hüküm ile yönetiliyordu. Hayatlarını aynı inanç sistemi biçimlendiriyordu. Ama şimdi Müslüman erkek pratik hayatta varolmayan soyut bir düşünce sistemine inanıyor, ona göre hareket etmeye çalışıyor. Kadın ise, azgın cahiliye sistemine yaraşır biçimde bu düşünceye düşmanlık besleyen, ona savaş açan bir toplumun baskısı altında güçlükle hayatını sürdürüyor. Hiç kuşkusuz toplumun ve geleneklerinin baskısı kadının duyguları üzerinde erkeğinkinden kat kat fazlasıyla etkilidir.
İşte bundan dolayı mümin erkeğin görevi kat kat artıyor. Önce kendisini ateşten korumalıdır. Sonra bu ezici baskının, karşı konulmaz cazibenin etkisi altında kalan ailesini korumalıdır.
Şu halde bu görevin ağırlığının bilincinde olmalı, Dolayı siyle ilk Müslüman cemaatteki kardeşinin sarf ettiğinden kat kat fazla siyle emek sarf etmelidir. Bu yüzden Müslüman bir aile kurmak isteyenin en başta kaleyi içerden koruyacak bir kadın aramasının kaçınılmazlığı kesinlik kazanıyor. Bu kadın da düşüncesini onun beslendiği kaynaktan yani İslam’dan almalıdır. Hiç kuşkusuz Müslüman erkek bu konuda bazı şeylerde fedakarlık edecektir: Kadının yüzünün yalancı parlaklığını, İslami edepten yoksun genç ve güzel kızın çekiciliğini, içten içe kokuşmuş toplumun parlak dış görünüşünü feda edecektir. Bütün bunları elinin tersiyle itip Müslüman bir yuva, Müslüman bir kale kurmasında kendisine yardımcı olacak din unsurunu aramalıdır. Yeniden İslami dirilişi arzulayan mümin babalar bu dirilişin canlı hücrelerinin kendi ellerinde olduğunu ve herhangi bir insandan önce daveti bunlara sunmak, bunları eğitmek, bunları hazırlamak zorunda olduklarını bilmelidirler ve yüce Allah’ın şu çağrısına olumlu karşılık vermelidirler: “Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyunuz.”
Bu münasebetle bir kez daha İslam’ın temel karakterinin, İslam’ın egemen olduğu, pratik varlığının gerçekleştiği Müslüman bir cemaatin kuruluşunu gerektirdiğini vurgulayalım. En başta İslam’ın varlığı bir cemaat esasına dayanmalıdır. Bu cemaatin inanç sistemi İslam olmalıdır. Sosyal düzeni İslam olmalıdır. Kanunu İslam olmalıdır. Bütün düşüncelerini besleyen eksiksiz kaynak İslam olmalıdır. (Saf suresi tefsirine bakınız)
İşte bu cemaat İslam düşüncesinin koruyucu yuvasıdır. Bu düşünceyi fertlerin ruhlarına aşılar. Bu düşünceyi dinden döndürme amaçlı eziyetlerden koruduğu gibi cahiliye toplumunun olumsuz etkilerinden, baskısından da korur.
Bu bakımdan Müslüman cemaatin varlığının ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. Bu toplum içinde Müslüman genç kızlar ve Müslüman kadınlar çevrelerindeki cahiliye toplumunun olumsuz etkilerinden korunurlar. Artık duygu ve düşünceleri, İslami düşüncenin gerekleri ile ezici baskıya sahip cahiliye toplumunun gelenekleri arasında bocalamaz. Bu toplumda Müslüman genç kız, Müslüman yuvada veya Müslüman kalede kendisinin yaşadığı hayatı paylaşan arkadaşlar, ortaklar bulur. işte İslam ordusu bu ve benzeri kimselerden oluşur.
Doğrusu fertlerinin birbirine İslam’ı tavsiye ettiği, İslam düşüncesine, ahlakına, davranış kurallarına ve tüm düşüncelerine yuva teşkil eden Müslüman bir cemaatin kuruluşu bir zorunluluktur -kesinlikle gereksiz bir hobi değildir-. Bu toplum birbiriyle olan ilişkilerinde İslama göre yaşar. İslam için yaşar, onu korur, ona bekçilik eder ve pratik bir hayat sergileyerek başkalarını onu yaşamaya çağırır. Allah’ın izniyle karanlıklardan aydınlığa çıksınlar diye sapık cahiliye toplumundan İslama davet edilen bu kişiler böylece İslam’ı somut şekliyle görmüş olurlar. Bu durum yüce Allah’ın İslam’ın her yönüyle egemen olmasına izin verdiği zamana kadar devam eder. Bundan sonra gelen nesiller İslam’ın gölgesinde, her tarafı ahtapot gibi saran cahiliye ye karşı onun himayesinde yetişirler.
İlk İslam cemaatinin korunması için Peygamber Efendimize düşmanlarına karşı savaşması emrediliyordu:
“Ey peygamber! Kafirler ve münafıklarla savaş, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidecekleri yer ne kötüdür.”
Müminlere kendilerini ve ailelerini ateşten korumaları emredildikten, günahlarının örtülmesini ve altlarından ırmaklar akan cennetlere girmelerini sağlayacak, yürekten gelen tevbeye çağrıldıktan sonra yer alan bu mesajın özel bir anlamı ve hayati bir önemi vardır.
Ateşten korunmayı garantileyen Müslüman yuvanın korunması açısından bu uyarının yapılmış olması son derece anlamlıdır, büyük öneme sahiptir. Dolayı siyle kafirler gibi azgın, zalim ve bozguncu unsurların dışarıdan veya münafıklar gibi sinsi unsurların da içerden İslam karargahına saldırmalarına izin verilmemelidir.
Ayet-i kerime kendilerine karşı cihad edilmesini ve sert tavır takınılmasını emrederken kafirlerle münafıkları bir tutuyor. Çünkü İslam karargahını tehdit etme, yıkma veya parçalama hususunda her iki grup amaç ve sonuç itibariyle benzer roller üstlenmişlerdir. Bu yüzden onlara karşı cihad etmek, ateşten korunmak demektir. Hz. Peygamberin ve müminlerin onlara karşı sert tavır takınmaları onların bu dünyadaki cezalarıdır.
“Onların varacağı yer cehennemdir. O gidecekleri yer ne kötüdür.”
Bu da onların ahiretteki cezaları.
İşte bu gezintide yer alan ayetlerle ayetlerin vurguladıkları anlamlar arasında uyum bu şekilde sağlanıyor. Ayrıca bu bölüm bütünüyle surenin ilk bölümü ile de ahenk oluşturuyor.
NUH, LUT, FİRAVUN’UN KARISI VE HZ. MERYEM
Şimdi de üçüncü ve son gezinti sunuluyor. Ve sanki bu gezinti doğrudan surenin birinci bölümünün devamı niteliğindedir. Çünkü burada bazı peygamberlerin evlerindeki kâfir kadınlarla, kâfirler arasındaki mümin kadınlardan söz ediliyor