SEYYİD KUTUB’UN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA TÂRIK SURESİ 5. VE 7. AYETLER
5- Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın.
6- Fışkıran su damlacığından yaratıldı.
7- Bel ile kaburga kemikleri arasından çıkan.
İnsan hangi şeyden yaratıldığına ve nasıl bir şeye dönüştürüldüğüne bir baksın. Şüphesiz o bel ile kaburga kemikleri arasından fışkırarak çıkıp gelen bir sudan yaratılmıştır. Erkeğin bel kemiğinden ve kadının üst göğüs kemiğinden akıp gelen suların yerleşmesinden yaratılmıştır. Bu gerçek Allah’ın ilminde saklı, insanın bilmediği gizli bir sır olarak son asrın ilk yarısına kadar kalmıştır. Ancak bu asrın ikinci yarısında insanın modern ilmi kendi metodu ile gerçeği keşfetmiştir. Ve öğrenmiştir ki erkeğin suyu bel kemiğinde oluşmakta, kadının suyu ise üst göğüs kemiğinde oluşmaktadır. Bu iki su korunaklı bir yuva da birleştiğinde onlardan insan meydana gelmektedir.
Bel kemiği ile göğüs kemiği arasından akıp gelen su ile organik, sinirsel akli ve ruhi oluşumu alabildiğine karmaşık olan, anlayabilen akıllı insan arasındaki mesafe gerçekten korkunçtur. Başlangıç ile sonuç arasında uzun bir mesafe bulmaktadır. Fışkırıp gelen suyun konuşan bir insan olana kadar geçirdiği bu uzun mesafe açıkça gösteriyor ki insanın kendisi dışında başka bir el onu idare etmektedir. Herhangi bir şekli iradesi ve gücü olmayan bu su maddenin Hayret verici, uzun ve korkunç yolculuğunu düzenleyip idare eden ve onu bu güzel sonuca kadar götüren bir el vardır. Yine ortaya koymaktadır ki herhangi bir şekli ve aklı, iradesi ve gücü olmayan bir damla suyun bu Hayret verici, uzun yolculuğunda gözetleyen Allah tarafından görevlendirilmiş bir koruyucu, bir gözetleyici bulunmaktadır. insanın anne rahminde geçirdiği Hayret verici aşamalar onun doğumundan ölümüne kadar geçirdiği Hayret verici gelişmelerin çok çok üstündedir!
Döllenmiş olan bu tek hücre mikroskopla dahi zor görülebilecek küçüklüktedir. Zira bir damla suda bunun gibi milyonlarca hücre bulunmaktadır. İşte herhangi bir şekli, aklı, gücü ve iradesi bulunmayan bu küçük yaratık rahme yerleşir yerleşmez hemen gıda arama işlemine koyulur. Derken koruyucu, kudret eli onu bir besin arama yeteneğiyle donatmaktadır. Etrafındaki rahim duvarını taze gıda için hazırlanmış bir bereket kaynağına, akan kan havuzuna çevirir! Bu küçücük yaratık gıdasını sağlama aldıktan sonra yeni bir işleme başlar. Sürekli bir bölünme işlemidir bu. Bundan hücreler meydana gelir. Belli bir şekli, aklı, gücü ve iradesi bulunmayan bu basit yaratık ne yaptığını, ne yapmak istediğini bilir. Çünkü onu koruyan el kendisini hidayete, bilgi, kudret ve iradeyle donatır. Böylece o da yolunu öğrenir! Bu küçücük yaratık yeni oluşan bu hücre kümelerinden herbirini Hayret verici binanın yapımında, insan vücudunun binasında birer temel olarak kullanmakla yükümlüdür. İşte şu hücre kümesi insan vücudunun iskeletini oluşturacak, şu hücre kümesi kas sistemini oluşturacak, şu hücre kümesi sinir sistemini oluşturacak, şu hücre kümesi de lenf sistemini oluşturacak… Böylece insanın oluşumu için gereken bütün temel oluşumlar burada yerlerini alacak… Fakat işlem bu kadar basit değildir. Çünkü ortada gayet dakik bir farklılaşma söz konusudur. Hiçbir kemik diğer kemiğe, hiçbir kas, hiçbir damar diğerine benzememektedir. Çünkü insan vücudu dakik bir sanatla Hayret verici bir oluşumla ve her bir organ başka bir görevi üstlenmek üzere meydana getirilmiştir. Bu nedenle insan vücudunun bir temel yapısını oluşturmak için harekete geçen hücre kümesi görevini biliyor. Uzmanlaşmış gruplara ayrılıyor. Büyük insan bedeninde kendisine ayrılan temel yapıyı oluşturmak için her bir grup ayrı bir işe koyuluyor!
Her küçük hücre harekete geçiyor ve yolunu biliyor. Nereye gideceğini, kendisinden ne istendiğini kavrıyor. Bu korkunç boşluk içinde hiçbiri yolunu şaşırmıyor. Mesela, gözü yapmakla yükümlü olan hücreler gözün yüzde olması gerektiğini biliyorlar. Onun asla karında, ayakta veya kolda olmaması gerektiğini anlıyorlar. Aslında tüm bu yerlerin herbiri gözün orada oluşmasına müsaittir. Göz orada da oluşabilir. Eğer gözü yapmakla yükümlü olan ilk hücre gelip bu yerlerden birine konsa ve oraya yerleşse orada bir göz meydana gelebilirdi! Fakat bu hücre bizzat harekete geçtiğinden su karmaşık insan organizmasında göz için belirlenen yerden başka tarafa gitmiyor. Peki organizmanın başka hiçbir yerde değil, sadece bu yerde göze ihtiyacı olduğunu bu hücreye kim söylemiştir acaba? Şüphe yok ki Allah. Onu koruyan, yönlendiren Allah’tan başka hiçbir yol göstericinin bulunmadığı bu uçsuz bucaksız ortamda kendisine yol gösteren en büyük koruyucu, gözetici şüphesiz O’dur!
Bu hücrelerin hepsi tek tek ve küme halinde belli kümelerin içindeki gizli birimlerin çizdiği bir çerçevede çalışmaktadır. Bunlar insan türünün sicili ve atalarının özelliklerini koruyan genetik bilimlerdir. Mesela göz hücresi bölünüp çoğalırken gözü oluşturmaya çalışır. Bununla beraber bu eylem sırasında gözün belli bir şeklini ve belirlenmiş özelliklerini de korumaya çalışır. İşte bu işlem meydana gelen gözün herhangi bir hayvanın gözü değil, bir insan gözü olmasını sağlar. Bu gözün şekli veya özellikleri açısından özdeki en ufak bir sapma onu belirlenmiş çizginin dışına çıkarır. Peki hücreye bu gücü yerleştiren ve onu bu şekilde yöneten kimdir acaba? Aklı, kavrayışı, iradesi ve gücü olmayan bu basit hücreye tüm bunları programlayan kimdir? Şüphesiz o yüce Allah’tır. Bir gözün veya bir gözün bir parçasının kendisine havale edildiği durumda onu yapmaktan aciz olan bütün insanlığı dize getiren bu bilgiyi Allah İşte bu hücreye vermiştir. Böylece tüm insanlığın karşısında aciz düştüğü bu büyük işlemi bir tek hücre veya basit birkaç hücre yapabilme gücüne ulaşmıştır.
Fışkıran su ile konuşan insan arasındaki Hayret verici uzun yolculuğun bu kısa ve hızlı gözden geçirilmesinin ardında insan organizmasında yer alan spermlerin ve organların özelliklerindeki Hayret verici akılları durduran düzeni yapıyı ve işlemi saymakla bitiremeyiz. Fizilal’in metoduna göre onları daha fazla detaylandırma imkanımızda yoktur… İşte bunların hepsi ilahi tedbir ve takdire tanıklık etmektedir. Koruyan, yol gösteren ve yardım dileyen eli göstermektedir. Adına göğe ve yıldıza yemin edilen birinci gerçeği pekiştirmektedir. Ayrıca ardından gelen gerçeğe, müşriklerin bu sureyle ilk defa muhatab olanların kabul etmeyip inanmadıkları ahiretteki diriliş gerçeğine bir geçiş niteliğindedir.