SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA YASİN SURESİ 45 VE 48. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
45- Onlara; “geçmişinizden ve geleceğinizden sakının, belki esirgenmenizden umulur” dendiği zaman yüz çevirirler.
46- Zaten Rabb’inin ayetlerinden herhangi biri kendilerine geldiğinde onlardan hep yüz çevire gelmişlerdir.
47- Onlara; “Allah’ın size verdiği rızıktan sarf edin” denilince inkâr edenler inananlara; “Allah dileseydi, doyurabileceği bir kimseyi biz mi doyuralım? Siz gerçekten sapıtmış kimselersiniz?”
48- Ve “eğer doğru söylüyorsanız bu tehdit ettiğiniz azab ne zaman gelecek ” diyorlar.
Başlı- başına bu ayetler, onların kalplerinde bir ilgi, yönelme duyarlılık ve korku uyandırmıyor. Oysa sadece bu ayetler, açık olan bir kalbin titremesine ve sarsılmasına yol açabilir ve o kalbi bu varlığa, her sayfası yaratıcının büyüklüğüne, ince takdir ve idaresine işaret eden bu varlık kitabına bağlar. Fakat gözleri kapàlı olanlar bunları görmezler. Görseler bile düşünmezler. Bununla birlikte yüce Allah -rahmetinin bir eseri olarak- kendilerini ikaz eden, eğiten ve şu evrenin ve şu varlık dünyasının Rabb’ına çağıran bir peygamberden yoksun bırakmaz onları… Ancak onlar bu delillere dikkat etmezlerse attıkları her adımda o tehlikenin içinde bulurlar kendilerini… Ancak nereye yönelseler kendilerini çepeçevre kuşatan kainat ayetlerine ek olarak Kur’an ayetleri de peş peşe gelmektedir onlara… Fakat onlar bununla birlikte basiretsizliklerine şaşkınca devam etmektedirler…
“Onlara; `geçmişinizden ve geleceğinizden sakının, belki esirgenmeniz umulur’ dendiği zaman yüz çevirirler.”
“Zaten Rabb’inin ayetlerinden herhangi biri kendilerine geldiğinde onlardan hep yüz çevire gelmişlerdir.”
Onlar, fakir fukarayı doyurmak için kendi mallarından harcamaları istenildiğinde alaylı bir eda ve kırıcı bir tavırla:
“Allah dileseydi, doyurabileceği bir kimseyi biz mi doyuralım?”derler.
Kendilerini iyiliğe, yardıma çağıran kimselere dil uzatırlar:
“Siz gerçekten sapıtmış kimselersiniz.”
Onların bu konuyu böylesine kupkuru ve duygudan yoksun bir şekilde algılamaları yüce Allah’ın hayatlarında geçerli olan kanunlarını bilmediklerini gösteriyor. Oysa yüce Allah’dır herkesi doyuran, O’dur herkesin rızkını veren kulların yeryüzünde elde ettikleri rızıkların tümü O’nun yaratmasının sonucudur. Onlar kendileri için o rızıklardan hiçbir şey yaratamadıkları gibi, aslında hiçbir şeyi yaratmaya da güçleri yetmez… Fakat bu yeryüzünde hayatın düzenli olması için yüce Allah’ın iradesi şöyle tecelli etmiştir: İnsanların bir takım ihtiyaçları olacak, bu ihtiyaçlarını ancak çalışıp çabalamakla, toprağı ekip biçmekle, yeryüzünün ham maddelerini işlemekle, yeryüzünün servetlerini bir yerden diğerine nakletmekle, toprağın bereket ve ürünlerini elden ele değiştirip karşılığında, mal para ya. da zamanı ve yerine göre değişik olan değerlerin alış-verişi ile gidereceklerdir… Yine yüce Allah’ın iradesi, uyarınca şu yeryüzünde halifeliğin ihtiyaçlarının tam ve mükemmel olmasının gereği, insanlar farklı kabiliyet ve yeteneklerde yaratılmışlardır. Bu halifelik sadece mal ve rızık toplamak yeteneğine muhtaç değildir. Aksine yeryüzünde insan cinsinin halifeliğinin temel gereklerini gerçekleştirmek için başka yeteneklere de muhtaçtır. Mal ve rızık toplama kabiliyeti olmasa. da olur.
Yüce Allah’ın insanoğluna bahşettiği halifeliğin ihtiyaçları ve gerçekleri için, sonra da her ikisinin sonucu olarak menfaat ve rızıkların el değiştirdiği, üretimden elde edilen pay ve hisselerin birbiriyle çeliştiği ve birbiriyle mücadele ettiği bu engin hayat sahnesinde… İşte bu sahnede insanların sahip olduğu rızıklar, aynı oranda değildir… Aslında insanoğlunun yeryüzünde halifeliğinin doğal bir sonucu olan bu farklılığın hayat ve toplumu sarsma noktasına varmaması içindir. İşte bu gaye ile İslam zorunlu ve kişisel olarak ortaya çıkan bir takım aksaklıkları servet sahiplerinin mallarından bir kısmını alıp yoksullara vermek ve onların yiyecek ve ihtiyaçlarını karşılamak sureti ile düzeltmiştir. Bu kadarcık bir yardımla birçok fakir ve zenginin gönlü eşit olarak ıslah olmakta ve düzelmektedir. İslam bu alınan miktara zekât demiştir. Ve zekata, temizlik anlamı vermiştir. Ve yine onu bir ibadet kabul etmiştir. Ve İslam orjinal olarak kurmuş olduğu erdemli toplumunda zenginlerle fakirleri bu zekâtla birbiriyle kaynaştırmıştır.
Yüce Allah’ın hayattaki gizli hikmetlerini anlamaktan mahrum olanların
“Allah dileseydi, doyurabileceği bir kimseyi biz mi doyuralım?” demeleri,kendilerini harcamaya çağırılanlara “Siz gerçekten sapıtmış kimselersiniz” diyerek dil uzatmaları … İşte asıl onların bu sözleri yüce Allah’ın kanunun içyüzünü kavramaktan, hayatın hareketini; bu hareketin büyüklüğünü; insanların kabiliyet ve yeteneklerinin birbirine benzemediği ve bu sebeple ellerindeki mal ve rızıkların farklı-farklı olduğunu anlayamamaları, o gayenin yüceliğini kavramaktan uzak ve derin bir sapıklık içinde olduklarını gösterir.
İslam her kişiye fırsat eşitliğini garanti eden bir sistem getirmiştir. Sonra da halifelik için gerekli olan çeşitli faaliyetleri kendi temiz akışında bırakmış, bu faaliyetlere izin vermiştir. Sonra da bu serbestlikten doğabilecek kötü sonuçları kendi koruma yöntemleri ile düzeltmiştir.
Son olarak, onların vaad hakkındaki şüpheleri ve ‘tehdit karşısındaki alayları yer almaktadır:
“Ve `eğer doğru söylüyorsanız bu tehdit ettiğiniz azab ne zaman gelecek’ diyorlar.”
Yüce Allah’ın vaadi ne insanların istemesi ile erken gelir, ne de onların istemesi ile geri kalır. Her şey yüce Allah’ın katında bir ölçüye göredir. Ve her iş belirlenmiş olan vaktine bağlıdır. Tüm olaylar, yüce Allah’ın her şeyi yerli yerine koyan her olayı kendi zamanına yerleştiren şu evrenin içinde olan eşya ve canlıların levh-i mahfuzda takdir edilmiş biçimde akıp gitmesini sağlayan, ezeli hikmetine uygun olarak tam zamanında meydana gelir…
Yukarıda geçen inkârcı sorunun cevabına gelince, bu cevap kıyamet sahnelerinin birinde gelmektedir. Onlar bu sahnede bu vaadin ne zaman gerçekleşeceğini değil nasıl gerçekleşeceğini görecekler.