SEYYİD KUTUB’UN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA ZİLZAL SURESİ 1. VE 8. AYETLER
1- Yer dehşetle sarsıldıkça sarsıldığı,
2- Yeryüzü ağırlıklarını dışarı çıkardığı,
3- Ve insanın “Buna ne oluyor” dediği zaman,
4- İşte o gün yer haberlerini söyler,
5- Çünkü Rabbin ona vahiy ile herşeyi bildirmiştir.
Bu “gün” kıyamet günüdür. Çünkü o gün yerinden oynamayan dünya sarsıldıkça sarsılır, sallandıkça sallanır, içinde bulunanları adamakıllı silkeledikçe silkeler. Uzun süre bağrında taşıdığı ve kendisine ağır gelen cesetleri, madenleri ve başka ne varsa dışarı çıkarır. Ve sanki, uzun zamandan beri taşıdığı bu ağırlıklardan kurtulup hafiflemeye çalışmaktadır.
Bu sarsıntı, sureyi dinleyenlerin ayaklarının altındaki sarsılmaz gibi duran her şeyi kökünden sarsan ve yeryüzü ayaklarının Altında sarsılıp denizin dalgaları gibi gelip giderken kendilerine sallandıklarını ve adeta salıncakta inişler gibi bir gelip bir gittiklerini zannettiren bir tablodur. Bir tablo ki, yeryüzünde kalplerin kurtulmak için sarıldığı ve değişmez ve sarsılmaz zannettiği ne varsa onların tümünü kalplerden söküp atar. Kur’an’ın canlandırdığı bu gibi sahnelerde ilk ilham ettiği ve içine hareket kattığı bir olgudur bu… Sahneye öyle bir hareket ve canlılık bahşedilmiştir ki, Kur’an’ın eşsiz ifadesini duyan kimsenin onu sadece duymakla nerede ise hemen etkisi altında kalmaktadır.
Sunulan bu tablonun karşısında “insan”ın durumu anlatılarak ve tablo ile karşı karşıya geldiği zaman reaksiyonları çizilerek bu etki daha da açık hale getirilmektedir.
“İnsan `buna ne oluyor’ der.”
Bu soru, Alışmadığı bir şey gören, akıl erdiremediği bir şeyle karşı karşıya kalan, karşısında sabretmenin ve susmanın mümkün olmadığı bir olaya tanıklık eden kendinden geçmiş, dehşete düşmüş ve neye uğradığını şaşırmış bir kimsenin sorusudur. “Buna ne oluyor?” Onu bu şekilde kim sarsıyor? Kim sallıyor? Ona ne oluyor? Soruyu soran insan, sanki yeryüzünde onunla birlikte yalpalıyor, etrafında neler varsa gelip giderken bir şeye tutunmaya, ona yaslanmaya ve yerinde sabit olarak kalmaya çabalıyor.
“İnsan” daha önce birçok depremleri ve yanardağ patlamalarını görmüştür. Depremlerden ve yanardağlardan korkmuş, dehşete düşmüş, helak olmuş ve mahvolmuştur. Fakat insanoğlu kıyamet gününün depremini görünce, onunla dünya hayatında meydana gelen depremler ve yanardağ patlamaları arasında en ufak bir benzerlik kuramayacaktır. Çünkü bu insanoğlunun daha önce tanımadığı yeni bir durumdur. insanın esrarını bilmediği, benzerini görmediği ilk kez olan korkunç bir durumdur.
(O gün)… Bu depremin olacağı ve insanın karşısında korkusundan kendinden geçeceği o gün “Yeryüzü haberlerini söyler. Çünkü Rabbin ona vahy ile gerçeği bildirmiştir.” O gün şu yeryüzü, haberlerini anlatacak, halini ve kendine ne olduğunu söyleyecektir… Kendisine olacaklar, (Rabbinin ona vahyetmesi ile) harekete geçip “sallan, sarsıldıkça sarsıl”, “ağırlıklarını dışarı çıkar” diye emretmesi yüzünden olmuştur. Ve yeryüzü Rabbinin emrini yerine getirmiştir. Rabbini dinleyip boyun eğmiştir. “Ve zaten o boyun eğmeye uygundur.” (İnşikak 2) Haberlerini söyleyerek Rabbinin emrine boyun eğmiştir. Yeryüzünün bu durumu, gerisinde saklı olan Allah’ın emrini ve kendisine vahyini anlatan açık bir ifadesidir.
Burada “insan” dehşet içinde kendinden geçmiştir. Ayetin ifadesi insanın üzerine korku, dehşet, Hayret, sarsıntı ve çalkantı püskürtüyor. Burada “insan” nefesini tutup “ne oldu buna” diye soruyor. Ne oldu bu yeryüzüne de yüce Allah insanı mahşere gelme ile, hesaba çekilme ile, amellerin tartılması ile ceza ile yüzyüze getiriverdi?
6- O gün insanlar ayrı ayrı gruplar halinde, ilahi divana çıkarlar ki, yaptıkları işler kendilerine gösterilsin.
7- Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür,
8- Ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa onu görür.
Kısa bir göz atışta mezarlardan kalkış sahnesini görüyoruz: “O gün insanlar ayrı ayrı gruplar halinde ilahi divana çıkarılırlar.” Biz yer yüzünün her yöresinden “Sanki yayılan çekirge sürüsü gibi” (Kamer 7) yerden bölük bölük çıkan o insanların tablolarını görmekteyiz. Bu tablo da insanın daha önce bilip tanıdığı bir tablo değildir. Yaratıkların tümünün nesil nesil buradan ve şuradan çıkıp koşma tablolarını daha önce görmüş değildir.
“Yeryüzünün onlar için çabucak yarıldığı gün” (Kaf 44) İnsanın gözü nereye ilişirse, yerden fışkırırcasına kalkan sonra hızla koşup gelen hiçbir yere hiçbir tarafa dönemeyen arkasına, sağına ve soluna bakamayan, boyunlarını uzatmış gözleri deli etten bakakalmış “Çağıran sese koşan” (Kamer 8) hayaller yığını görür… “Herkesin o gün kendisini meşgul eden bir işi vardır.” (Abese 37)
Öyle bir sakine ki bu beşerin dili bunu anlatmaktan acizdir. Sarsıcı mı sarsıcı, korkunç, ürpertici, dehşet verici mi verici, akılları oynatıcı mı oynatıcı bir sahne…
İnsan hayalinin gücüne ve yeteneklerine göre kendisinde bu sahneyi canlandırmasının yanında, bütün bu kelimeler ve sözcüklerdeki öteki benzerleri anlatımda, hayalın ulaştığı noktanın zerresine bile erişemezler.
“O gün insanlar ayrı ayrı gruplar halinde ilahi divana çıkarlar.” … “yaptıkları işler kendilerine gösterilsin diye.” Bu daha da zor daha da beter. Çünkü onlar yaptıklarının kendilerine gösterileceği yere ve yaptıkları ile sonra da onun karşılığı ile yüzyüze gelecekleri alana gidiyorlar. Bazen insanın yaptıkları ile yüzyüze gelmesi her türlü cezadan daha ağır olur. Zaman olur, insan yaptıkları ile -bırakalım başkalarının önünü- vicdanında bile yüzyüze gelmekten bucak bucak kaçmak ister. Bir pişmanlık anında ve vicdan azabı esnasında yaptıkları gözünün önüne gelince, iğrençliğinden onları hatırlamak bile istemez. Peki ya bu kişi, herkesin gözü önünde ve yüce, Ulu, Cebbar (Dilediklerini zorla yapmaya gücü yeten) Mütekebbir (Her olay ve her yerde büyüklüğünü gösteren) olan yüce Allah’ın huzurunda yaptıkları ile yüzyüze gelince acaba ne duruma gelir?
İnsanlara sırf yaptıklarının gösterilmesi ve yaptıkları ile yüzyüze gelmeleri çok dehşetli ve akıllara durgunluk verecek bir cezadır. Ve yaptıklarını gördükten sonra tartıya sokulmayan ve karşılığı verilmeyen zerre kadar iyiliği ve kötülüğü dışarda bırakmayan çok hassas ince bir hesaba çekilme gelecektir.
“Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür. Ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa onu görür.” Evet zerre ağırlığınca… Eski tefsirciler “Zerre”yi sivri sinek diye algılarlardı. Bazıları, zerre: “güneş ışığında görülen toz parçacıklarıdır” demişlerdi.. O zamanlar “zerre” sözcüğünden düşünebildikleri en küçük nesne bunlardı…
Bizler şu anda biliyoruz ki, “Atom” bu ismi taşıyan belirli bir nesnedir. Ve güneş ışığı altında görülen toz parçacıklarından çok çok küçüktür. Çünkü toz çıplak gözle güneş ışığında görülebilir. Oysa, atom asla görülemez hatta labaratuvarda kullanılan en büyük mikroskoplarla bile görülemez. Atom sadece bilim adamlarının vicdanlarında olan soyut bir “imaj”dır. Ki daha önce hiçbir bilgin bu görüntüyü ne çıplak gözü ile ne de mikroskopla görebilmiş değildir. Bütün gördükleri sadece atomun fonksiyonlarıdır.
İşte bu zerre, ya da bu kadar ağırlıktaki iyilik veya kötülük o gün gelir, ve onu yapanlar görür ve karşılığını da Alır. O zaman “insanoğlu” iyilik olsun kötülük olsun, yaptığı hiçbir şeyi küçük görmez. “Bu küçüktür hesap ve tartıya gelmez” demez. Vicdanı yaptığı her amelin karşısında, şu kefesini zerre kadar ağırlığın kaldırıp indirebildiği hassas terazinin hareketi gibi tir tir titrer.
Gerçek şu ki yeryüzü bu terazinin mü’minin kalbinden başka bir yerde henüz eşini ve benzerini görmemiştir. Onun benzeri sadece zerre ağırlığınca iyilik veya kötülük için ürperen mü’min kalbidir. Yeryüzünde dağlar kadar günah, isyan ve kötülük işlediği halde hiç kımıldamayan kalpler vardır. Önünde dağ zirvelerinin hiç kalacağı hayır tepelerine layık olduğu halde bundan etkilenmeyen kalpler vardır.
Bu kalpler yeryüzünü sırtlanmışlar ve hesap günü onur ağırlığı Altında ezileceklerdir.