TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 101 VE 102. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
101- Ne zaman Allah katından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik eden bir Peygamber geldiyse, kendilerine kitap verilenlerden bir topluluk, Allah’ın kitabını hiç bilmiyorlarmış gibi arkalarına attılar.
Allah’ın, kendilerine Tevrat vasıtasıyla bilgi verdiği Yahudi âlimlerine, Tevrat’ı tasdik eden ve Tevrat’ın da geleceğini haber verdiği Muhammed gelince bu Yahudiler, Allah’ın kitabını arkalarına attılar ve ondan yüz çevirdiler. Bu Yahudiler, sanki Tevrat’taki, Muhammed’i tasdik edip ona uymalarını emreden hükmü bilmiyorlarmış gibi hareket ettiler.
* Herhangi bir işi kabul etmemeye: “Onu arkasına attı.” denir. Yani onu kabul etmedi, ondan yüz çevirdi ve ondan uzaklaştı.” demektir. İşte burada geçen “Kitabı arkalarına attılar” ifadesi bu mânâya gelmektedir. Yine âyet-i kerimede geçen “Sanki onu hiç bilmiyorlarmış gibi ” ifadesi, onların, gerçeği bile bile inkâr ettiklerine işaret etmektedir.
102- Onlar, Şeytanların, Süleyman’ın mülkü hakkında uydurup okuduklarına tabi oldular. Oysa Süleyman inkâr etmemişti. Fakat o Şeytanlar inkâr etmişlerdi. İnsanlara sihiri ve Babilde, Harut ve Marut denen iki meleğe indirilen şeyi öğretiyorlardı. Halbuki bu iki melek: “Biz ancak bir imtihan vasıtasıyız, sakın inkâr etme.” demedikçe hiç kimseye bir şey öğretmiyorlardı. Fakat insanlar bu meleklerden, kişi ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Halbuki Allah’ın izni olmadıkça onlar, bununla kimseye zarar verecek değillerdi. Onlar, kendilerine zarar verecek, faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı. Halbuki onlar, o sihiri satın alan kimsenin, âhirette bir nasibi olmadığını çok iyi biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür. Keşke bilselerdi.
Yahudi bilginleri. Şeytanın, Süleyman’ın iktidarı hakkında uydurup rivayet ettikleri sihire tabi oldular. Oysa Süleyman sihir yapmamış, zaten onu öğrenmemişti de. O, sihirbaz da değildi. Zira sihir yapmak kâfirliktir. Fakat Şeytanlar, insanlara sihiri öğretmeleri sebebiyle kâfir olmuşlardı. İnsanlara sihiri öğretip onu nakledenler şeytanlardı. Yoksa Süleyman değildi. Yine Yahudiler, Babil şehrinde bulunan Harut ve Marut isimli iki meleğe indirilen sihire tabi oluyorlardı. Halbuki bu iki melek, hiçbir kimseye, bu sinirin bir imtihan ve bela olduğunu, onu öğrenmenin ve onunla amel etmenin yasaklandığını peşinen söylemeden onu kimseye öğretmiyorlardı. Fakat insanlar bu iki melekten, kişi ile karısının arasını açacak, onları birbirinden ayıracak sihiri öğreniyorlardı. Gerçekte ise onlar bu öğrendikleri sihir ile hiçbir kimseye zarar verecek değillerdi. Ancak, Allah’ın zarar görmesini takdir ettiği kimseler müstesna. Bu kimseler, dinlerine zarar verecek ve âhiretlerine hiçbir faydası olmayacak sihiri öğreniyorlardı. Bunlar, o sihirin, âhirette kendilerine hiçbir faydası olmayacağını da çok iyi biliyorlardı. O sihiri öğrenmenin karşılığında kendilerini satmaları ne kötüdür. O sihirin sonucunun kötü olduğunu bir bilseler.
Âyet-i kerimenin başında “Onlar” şeklinde zikredilen zamirden maksat:
a-Süddi, Rebi’ b. Enes ve İbn-i Zeyd’e göre Resulullah’ın hicret ettiği Medine’nin çevresinde bulunan Yahudi Hahamları ve bilginleridir. Resulullah, bunları Müslüman olmaya davet edince onlar, Resulullah1 a karşı Tevrat’a dayanarak tartışmaya girişmişlerdir. Fakat Tevrat’ın âyetleri, Hz. Muhammed’e uymayı emretme bakımından Kur’an’ın âyetleriyle aynı olunca bu defa Yahudiler Tevrat’ı bırakıp şeytanların, Hz. Süleyman’ın mülkü hakkında uydurdukları yazılara dayanmışlar, Resulullah’a karşı o yazılarla tanışmaya girişmişlerdir. Ayet-i kerime bunu yapan Yahudilerin gerçek yüzlerim göstermektedir. Şeytanların uydurdukları şeyler hakkında Süddi diyor ki: “Şeytanlar göklere tırmanıyorlardı. Oralarda meleklerin konuştuklarını işitecekleri yerlerde oturup bekliyorlardı. Meleklerin, yeryüzünde meydana “gelecek olan, ölümler, yağmurlar vb. şeyleri konuşunca Şeytanlar onları dinleyip yeryüzünde bulunan kâhinlere ulaştırıyorlar, kâhinler bunları insanlara anlatıyorlardı ve insanlar olayların, kininlerin anlattıkları gibi çıktığını görüyorlardı. Şeytanlar kâhinlerin kentlilerine güvendiklerini görünce bu defa yalan söylemeye başlıyorlardı. Meleklerden duyduklarına başka şeyler sokuşturuyorlardı. Öyle ki, herbir kelimeye yetmiş Kelime katıyorlardı. İşte insanlar, kâhinlerin söyledikleri bu sözleri yazarak kitap haline getirmişlerdi. İsrailoğullarının arasında, cinlerin gaybı bildikleri haberi yayılmıştı. Bunun üzerine Hz. Süleyman her tarafa insanlar gönderip bu hususta yazılan kitapları toplattı. Bir sandığın içine koyup tahtının altına gömdü. Hiçbir Şeytan, Hz. Süleyman’ın tahtına yaklaşamıyordu. Yaklaştığı takdirde ise yanıyordu. Hz. Süleyman, “Kimin, “Şeytanlar gaybı biliyor” dediğini duyarsanız boynunu vurun.” demişti. Nihayet Hz. Süleyman vefat etti. Onun bu halini bilen âlimler de zamanla yok oldular. Arkadan başka nesiller geldi. Şeytan, insan suretine girerek bu insanlara yaklaştı ve bunlara “Ben size, yeyip bitiremeyeceğiniz bir hazineyi göstereyim mi?” dedi. İsrailoğulları da “Evet” dediler. Şeytan “O halde siz, Süleyman’ın tahtının altını kazın.” dedi. Kendisi de gidip yeri bizzat gösterdi ve çekilip bir kenarda durdu. Kendisine “Yaklaş” dediklerinde “Hayır, ben burada önünüzde bulunacağım. Şayet o defineyi bulamazsanız beni öldürün.” dedi. İsrailoğulları tahtın altını kazdılar. İnsanların yazdığı kitapları buldular. Şeytan onlara “Süleyman, insanları, şeytanları ve kuşları işte bu sihirlerle kontrolüne almıştı.” dedi ve kaybolup gitti. Bunun üzerine, İsrailoğullarının arasında, “Süleyman sihir yazdı.” görüşü yayıldı. İsrailoğulları bu kitaplara inandılar. Hz. Muhammed (s.a.v.) gelince bu kitaplara dayanarak onunla tartışmaya giriştiler. İşte âyet-i kerime bu olayı zikretmektedir.
b- İbn-i Cüreyc ve İbn-i İshak’a göre ise, âyet-i kerimenin başında zikredilen “Onlar” kelimesinden. maksat, Hz. Süleyman’ın döneminde bulunan Yahudilerdir. Zira o dönemde bulunan Yahudilere Şeytanlar siniri öğretmişler onlar da bu hususta Şeytanlara uymuşlardır. Âyet-i kerime o günün Yahudilerin! zikretmektedir. Bu hususta İbn-i İshak eliyor ki: “Şeytanlar Davut (a.s.)ın oğlu Süleyman’ın ölümünü öğrenince çeşitli sihirleri yazmaya giriştiler. Onları kitap haline getirdiler. Üzerini Hz. Süleymanm mühürü ile mühürlediler ve kitabın üzerine şunu yazdılar.”Bu yazılar. Davudoğlu, Kral Süleyman’ın arkadaşı Berhiya oğlu Asıfın yazdığı ilmi hazinelerdir.” Sonra bu kitabı tahtın altına gömdüler, israiloğullarından, sonra gelenler bu kitabı çıkardılar. Onu okuyunca “Davudoğlu Süleyman işte bunlarla eriştiği hallere erişmiştir.” dediler. İnsanlar arasında sihiri yaydılar. Onu hem kendileri öğrendi hem de insanlara öğrettiler. Öyleki sihir, Yahudilerde olduğu kadar hiç bir ümmette revaç bulmamıştı. Kur’an Hz. Muhammed’e inip te onun, Hz. Süleyman’ı da Peygamberlerden sayması üzerine Medine’de bulunan Yahudiler “Muhammedin söylediklerine hayret etmiyor musunuz”? O, Davudoğlu Süleyman’ın Peygamber olduğunu zannediyor. Halbuki o, sadece bir sihirbazdı.” dediler. İşte Allah teala bir Ayeti indirerek onlara cevap verdi.
Taberi bu görüşlerden birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, âyet-i Kerimenin Resulullah’ın döneminde yaşayan Yahudileri fcmadtğım, zira bunların Resulullah’a karşı çıktıklarını bu sebeple de âyete muhatap olduklarını söylemiştir. Ayrıca atalarının izlerini takib eden insanlara, atalarının işledikleri suçları kemlilerinin işlemiş olduklarını söylemek Arapça ifadede kullanılan bir üslup şeklidir. Bu bakımdan âyetin sadece geçmişteki Yahudileri zikrettiğini söylemek delilsiz bir iddiadır.
Âyet-i kerimede zikredilen ve “Tabi oldular” diye tercüme edilen kelimesi Arapça’da “Okuma” ve “tabi olma” mânâlarına gelmektedir. Mücahid, Katade ve Atâ’ya ve Abdullah b.Abbastan nakledilen nakledilen bir görüşe göre buradaki kelimesi ‘Okuma” anlamındadır. Buna göre âyetin izahı şöyledir: “Yahudiler, Şeytanın. Süleyman’ın mülkü hakkında insanlara, okuyup öğrettikleri sihirlere uydular.”
Abdullah b. Abbas ve Ebu Rezin’den nakledilen başka bir görüşe göre ise burada nün mânâsı “Tabi oima”demektir. Buna göre ise âyetin mânâsı “Yahudiler, Şeytanların, Süleyman’ın mülkü hakkında uydukları ve amel ettikleri sihirlere tabi oldular.” demektir. Taberi âyeti kerimenin mutlak ifadesinin her iki görüşü de kapsar mahiyette olduğunu söylemiş. Şeytanların, sihiri hem insanlara öğretmiş olabileceklerini hem de kendilerinin bizzat sihir yapmış olabileceklerini zikretmiştir.
Âyeti kerimede “Oysa Süleyman inkâr etmemişti fakat o Şeytanlar inkâr etmişlerdi.” buyurulmakladır. Taberi diyor ki: “Âyetin bu bölümünün, bundan önceki bölümüyle irtibatı şöyledir: Yahudiler, Allah’ın haram kıldığı sihiri. Şeytanların telkini ile öğrendikleri halde bunu bilmeyen halk tabakasına, sihiri Süleymandan öğrendiklerini ve dolayısıyla bunun caiz olduğunu söylüyorlardı. Böylece Hz. Süleyman’ı sihirbazlıkla itham ‘erek onu inkarcılıkla suçlamış oluyorlardı. Allah teala bu âyet-i kerimede, Hz. Süleyman’ın sihirle ilgisi olmadığını, dolayısıyla inkarcılığa düşmediğini, aslında sihiri ortalığa yayarak inkarcılığa düşenlerin Şeytanlar olduğunu ve Yahudilerin Hz. Süleyman’a iftirada bulunduklarını beyan etmiştir. Böylece âyetin bu bölümü, baş taraftaki, Yahudilerin, Şeytanların aktardıkları sinire uyduklarını beyan eden bölümüne mutabık düşmektedir. Nitekim Said b. Cübeyr, Ebu Miclez. katade, Mücahid, Şehr b. Havşeb, İbn-i İshak ve Abdullah b. Abbasın bu hususta rivayet ettikleri görüşler, âyetin bu bölümünü, zikredikliği şekilde anlatmaktadır.
Said b. Cübeyr. Katade. Mücahid, Şehr b. Havşeb ve İbn-i ishak. Şeytanların. sihirle ilgili yazılar yazdıklarını, Hz. Süleyman’ın da bunları toplatıp tahtının altına gömdürdüğünü, daha sonra da Şeytanların, onları çıkarttırıp-insanlara yaydıklarını ve Hz. Süleymanm bu sihirler sayesinde varlıkların bir kısmını sevk ve iderisi altına aklığnı söylemişler insanlar da bu yalanlara inanmışlardır.
Abdullah b. Abbastan bu hususta Said b. Cübeyr şu görüşü nakletmiştir. Hz. Süleyman, hanımlarından biri olan Ceradeyi çok seviyordu ve onun akrabalarına iyilikte bulunmak istiyordu. Bu hususta Allah onu imtihana tabi tuttu. Hz.. Süleyman tuvalete gittiğinde veya cinsi ilişkide bulunduğunda mühürü Ceradeye veriyordu. Birgün Şeytan, Süleymanm suretinde gelerek Ceradeye “Mühürümü ver bana” dedi. Cerade mühürü verdi. Şeytan onu parmağına takınca diğer Şeytanlar, Cinler ve insanlar onun itaatına girdiler. Süleyman gelip mühürünü isteyince Cerade ona: “Sen Süleyman değilsin, sen yalancısın.” dedi. Süleyman bu halin, kendisi için bir imtihan olduğunu anladı. İşte o günlerde Şeytanlar, içinde sihir ve inkarcılık bulunan bir kitap yazdılar. Sonra onu Süleyman’ın tahtının altına gömdüler. Daha sonra da çıkarıp insanlara okudular ve onlara: “İşte Süleyman insanlara bu yazılarla galip geliyordu.” dediler. Bunun üzerine insanlar Süleyman’dan uzaklaştılar, onu inkarcılıkla suçladılar. İşte Allah teala bu âyet-i kerimeyi indirerek Hz. Süleyman’ın suçsuz olduğunu ortaya koydu.
Ebu Miclez ise bu hususta şunu rivayet etmektedir. “Hz. Süleyman, bütün canlı varlıklardan, insanlara dokunmayacaklarına dair söz almıştı. Herhangi bir insan bir varlıktan kötülübgörür ve o varlığın, Hz. Süleyman’a verdiği sözü hatırlatırsa o varlık o kişiye dokunmazdı. İnsanlar şiir ve sihir gibi şeyleri görünce “Süleyman işte bunu yapıyordu” demeye başladılar. Allah teala bu âyeti indirip Hz. Süleyman’ın, sihir ve benzeri şeylerle alakası olmadığını beyan etti.
Taberi diyor ki: “Sinirin varlığı Hz. Süleyman zamanında ortaya çıkmamıştır. Âyetler, Firavunun sihirbazlarından ve Hz. Nuhun kavminin, onu sihirbazlıkla suçladıklarından bahsetmektedir. Banımla beraber Yahudilerin, Şeytanların uydurduğu sihirlere tabi olduklarının zikredilmesi, Hz. Süleymanı Yahudilerin ithamlarından tenzih etmek içindir. Yoksa sinirin, Hz. Süleyman döneminde başladığını beyan etmek için değildir.
Müfessirler, bu âyet-i kerimede geçen kelimesini çeşitli şekillerde tefsir etmişlerdir.
Abdullah b. Abbas ve Rebi’ b. Enesten nakledilen bir rivayete göre onlar deki kelimesinin olumsuzluk edatı olduğunu söylemişlerdir. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: “Bâbilde Hamt ve Marut denen iki meleğe bir şey indirilmemiştir.” Yahudiler, Şeytanların, Süleymanın mülkü hakkında naklettikleri sihire tabi oldular. Halbuki Süleyman inkâra düşmemişti. Allah, si-hiri, Yahudilerin iddia ettikleri gibi iki melek olan Cebrail ve Mikaile indirme-mişti. Fakat Şeytanlar inkâra düşmüşlerdi. Bâbil şehrinde insanlara sihiri öğretiyorlardı. Özellikle Hamt ve Marul ismindeki iki kişiye öğretiyorlar, onlar da diğer insanlara öğretiyorlardı…”
b- Abdullah b. Mes’ud, Katade, Süddi ve Ibn-i Zeyd’e ve Ali b. Eni Talha’nın Abdullah b. Abbas’tan naklettiğine göre buradaki mânâsına gelen bağlaçtır. Bu görüşe göre âyetin mânâsı şöyledir: “Yahudiler, Şeytanların, Süleymanın mülkü hakkında naklettikleri sihire bir de Babil şehrinde, Allah’ın Harut ve Marut isimli iki meleğe indirdiği sihire uydular. Aslında Süleyman inkarcılığa düşmemişti. Şeytanlar inkarcılığa düşmüşlerdi. İnsanlara sihiri öğretiyorlardı. Kendilerine sihir indirilen iki melek te “Biz ancak bir imtihan vesilesiyiz, inkâra düşme” demedikçe kimseye sihir öğretmiyorlardı,” Bu izah tarzına göre, Allah teala, Harut ve Marut isimli iki meleğe sihir yapma bil-
gisini indirmiştir. Bu izahı benimseyen âlimler, Allah tealanin, haram olan sihiri meleklere indirmesinin mahzurlu olmadığını zira hayın da şerri de Allah’ın yarattığnı söylemişlerdir. Bunlar, Allah tealanın, zina etme, hırsızlık yapma vb. günahları kullarına tanıtıp onlan yasakladığı gibi sihiri de kullarına tanıtarak yasakladığım söylemişlerdir. Bunlar “Sihiri öğrenmek haram değil yapmak haramdır.” demişlerdir.
c- Mücahid ise buradaki yani “ki” mânâsında olduğunu ancak Şeytanların, insanlara öğrettikleri sinirin genel sihir olduğunu meleklerin, insanlara öğrettikleri sinirin ise, kişi ile karısının arasını açma özelliği-ni taşıyan bir sihir olduğunu söylemiştir.
d- Kasım b. Muhammed ise buradaki nın olumsuzluk edatı da olabileceğini bağlaç ta olabileceğini söylemiştir.
Taberi bu görüşlerden ikinci görüşün daha doğru olduğunu, mânâsına geldiğini, gökten Harut ve Marut isimli iki meleğe sihir indirildiğini, bunların da, insanları uyardıktan sonra onlara sihir »öğrettiklerini söylemiştir Taberi buravdaki olumsuzluk kabul edildiği takdirde şu iki ihtimalin söz konusu olabileceğini ve bu ihtimallerin de uygun olmayacağını söylemiştir.
aa- İki Melekten maksadın Harut ve Marut oldukları söylenecektir. Hemde bunlara sihir indirilmediği ileri sürülecektir. Bu takdirde âyetin devamındaki “O iki melek, biz ancak bir imtihan vasıtasıyız sakın inkâr etme.” demedikçe hiç kimseye birşey öğretmiyorlardı.” ifadesi anlamsız olacaktır.
bb- Veya, Harut ve Marut, Şeytanların kendilerine sihir öğrettiği kimseler olacaktır. Bu takdirde Harut ve Marut iki melek kabul edilecek olursa bunların Şeytanlardan sihir öğrendikleri ve inkâra düştükleri söylenmiş olur ki bu , meleklere yakıştınlamaz. Ayrıca onların öğrettikleri insanlara “Sakın inkâra düşmeyin” şeklindeki uyarılan da bu iddiayı reddeder. Yahut ta Harut ve Marut, Şeytanların kendilerine sihir öğrettiği iki insan kabul edilecektir. Bu takdirde de Hamt ve Marut ölünce sihirin son bulması gerekecektir. Sinirin varlığı devam ettiğine göre bu faraziye de reddedilir. Dolayısiyle olumsuzluk takısı olmadığı ve başlangıç edatı olduğu ortaya çıkar.
Harut ve Marut: Âyette zikredilen Hamt ve Marulun kimler oklukları hakkında çeşitli rivayetler zikredilmiştir. Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes’ud. Hz. Ali, Kâ’bul Ahbar. Süddi, Reb’ b. Enes ve Mücahid’den nakledilen rivayetlere göre bunlar iki melektir. Yeryüzüne indirilme ve insanlara sihir öğretme cezası ile cezalandırılmışlardır. Bu cezanın sebebi ise şudur? Bütün melekler günah işleyen insanları kınamışlardı. Allah teala da onlara içlerinden iki melek seçip yeryüzüne göndermelerini emretmişti. Onlar, Harut ve Manıt isimli iki meleği yeryüzüne göndermişlerdi. Bu melekler insanlar arasında hüküm verirken bir kadına iltimas yapmışlar yahut güzelliğinden dolayı kendilerini o kadına kaptırmış ve günah işlemişlerdi. Bunun üzerine kendilerine ya dünya hayatında cezalandınlacakları veya âhirette azap edileceği bildirilmişti. Onlar ise, dünya hayatı geçici olduğu için dünyada cezalandırılmayı kabul edip âhirette cezalandırmamalarını istemişlerdi. İşte bu sebeple onlar Babil’de hapsedilip orada insanlara siniri öğretmekle cezalandırılmışlardı. Onlar insanlara “Biz ancak bir imtihan vesilesiyiz. Sakın inkarcılığa düşmeyin.” dedikten sonra sihiri öğretiyorlar insanlarda onlardan sinirin en kötüsü olan, kişiyi hanımından ayırma işini öğreniyorlardı.
Bu hususta Abdullah b. Abbas özetle şunları zikretmektedir: “Bir zaman Allah teala melekler için göğü açtı. Onlar, Âdemoğullannm yeryüzünde ne yaptıklarına baktılar. Melekler, ÂdemoğuUarınm günah işlediklerini görünce “Ey rabbimiz bunlar, senin bizzat elinle yarattığın, melekleri kendisine secde ettirdiğin ve herşeyin ismini kendisine öğrettiğin Âdemoğullandır. Bunlar günah işliyorlar.” dediler. Allah teala da: “Dikkat edin siz de onların yerinde olsanız onların işlediklerini işlersiniz.” buyurdu. Melekler: “Biz seni tenzih ederiz. Bunları işlemek bize yakışmaz.” dediler.Bunun üzerine Allah teala meleklere, içlerinden yeryüzüne inecek bazı melekleri seçmelerini emretti. Onlarda Harut ve Marutu seçtiler. Harut ve Marut yeryüzüne indirildi. BunlanuAlkıh’a ortak koşma, hırsızlık yapma, zina etme, içki içme ve Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıyma dışında her şey helal kılınmıştı. Aradan çok geçmeden (Bazı rivayetlere göre indirildikleri günün akşamı olmadan) kendilerine “Bizaht” diye adlandırılan güzel bir kadın musallat oldu. Bunlar o kadını görünce kendilerini ona kaptırdılar ve ona çirkin işi teklif ettiler. Kadın ise onlara “Hayır olmaz. Ancak Allah’a ortak koşar, içki içer, adam öldürür ve şu puta secde ederseniz olur.” dedi. Harut ve Marut: “Biz Allah’a asla ortak koşmayız.” dediler. Bunlardan biri diğerine: “Sen yine kadına bir git bakalım.” dedi. Kadın ona: “Hayır olmaz. Ancak içki içerseniz olur.” dedi. Harut ve Marut içki içtiler sarhoş oldular. O sırada yanlarına bir dilenci geldi. Durumlarının ortaya çıkmasından korkarak dilenciyi öldürdüler.Bunlar bu gibi günahlara düşünce Allah tekrar göğü meleklere açtı. Harut ve Marulun durumunu gören melekler: “Ey rabbimiz, seni tenzih ederiz sen bizden daha iyi biliyorsun.” dediler. Allah teala Davudoğlu Süleymana vahiy göndererek Harut ve Marutun, dünya ve âhiret azabından birini seçmelerini bildirdi. Harut ve Marut dünya azabını seçtiler. Bunun üzerine onlar, topuklarından boyunlarına kadar bağlanıp Babil şehrinde yaşamaya mecbur edildiler ve kendilerine, insanlara sihiri öğretme vazifesi verildi.
Yukarıda zikredilen kişilerden nakledilen rivayetlerin bazılarında, meleklere musallat olan kadının “Zühre” yıldızı olduğu ve Allah tealanın, Harut ve Marutu, bu yıldızı kadın haline getirerek imtihan ettiği zikredilmiştir. Harut ve Marut hakkında, Taberi tarafından diğer rivayetler de zikredilmiş ise de hepsinin ortak oldukları nokta, Abdullah b. Abbastan nakledilen rivayette toplanmaktadır. Bu nedenle bu rivayetle yet inil m iştir.
BÂBİL: Bâbil şehri Süddiye göre “Denbâvend” diye adlandırılan bölgedeki Bâbild’ir. Urve b. Zübeyrin Hz. Aişeden naklettiği başka bir rivayete göre âyette zikredilen Bâbil’den maksat, ıraktaki Bâbil’dir. Bu da Keldanilerin hükümet merkezi olan şehirdir. Bağdatın doksan kilometre kadar güneyinde Nemrut tarafından yaptırılmıştır. Bu şehir, birçok hükümdarın eline geçtikten sonra harap olup gitmiştir.
SİHİR; Müfessirler sihirin ne demek olduğu, etkisinin bulunup bulunmadığı ve etki derecesinin ne olduğu hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- Bazılarına göre sihir, sihirbazın yaptığı aldatmalar, hokkabazlıklar ve hilelerdir. Öyleki bunları yaptığı takdirde büyülenen kişi eşyayı gerçek mahiyetinden farklı bir şekilde görür. Susayan insanın serabı su zannetmesi, gemide giden insanın, çevresindeki dağlann ve ağaçların gemiyle birlikte yürüdüğünü zannetmesi gibi. Büyülenen insan da bir kısım hayallere kapılır ve eşyayı gerçek şeklinin dışında gönneye başlar. Bu görüşte olan âlimlere göre sihirbaz eşyanın hakikatini değiştiremez. Mesela denizi karaya çeviremez. Yine Allah’ın yaratıklamdan herhangi birini, yaptığı sihirle emrine alamaz. Sihirbaz da ancak diğer insanların yaptığı şeyleri yapar. Fakat büyülediği kimseleri etkileyerek yaptıklarını gerçek gibi gösterir ve inandırır. Bunlara göre sihirin hayalden ibaret olduğu, şu Nass’lardan anlaşılmaktadır. “Sihirbazlar “Ey Musa, ya sen at veya önce atan biz olalım” dediler.” “Musa “Hayır siz atın” dedi. Bir anda onların ipleri ve değnekleri, sihirleri yüzünden Musaya, hareket ediyorlarmış gibi göründü. [1][270]
Hz. Aişe (r.a.) diyor ki:
“Resulullah’a sihir yapıldı. Öyle ki o, yapmadığı bir şeyi yapmış zannediyordu. Bir gün benim yanımdayken Allah’a çokça dua etti sonra şöyle dedi: “Ey Aişe hissettin mî? Allah bana neden şifa bulacağımı bildirdi. (Dedim ki: “Ey Allah’ın Resulü, o nedir?) Resulullah dedi ki: ” Yanıma iki kişi geldi. Biri baş ucu mu diğeri de ayak tarafıma oturdu. Sonra biri diğerine: “Bu adamın ağrısı nedir. ” diye sordu. Diğeri: “Kendisine büyü yapılmış.” dedi. O da : “Kim büyü yapmış?” dedi. Diğeri: “Zürcyk oğulları Yahudilerinden Lcbid b. El-A’sam yapmış” dedi. o “Ne ile yapmıyş?” dedi. Diğeri: “Tarak, tarak dişinde kalan saçlar, burmanın erkek tomurcuğunun kapçığı ile yapmış. ” dedi. O, “Şimdi onlar nerede.” dedi. Diğeri: “O, Zicrvan kuyusundadır (Başka bir rivayette Zcrvan kuyusu şcklindcrdir) diye cevap verdi. [2][271]
Diğer bir kısım âlimlere göre ise sihirbaz, yaptığı sihirle bir kısım eşyayı başka bir şekle sokabilir. Yok olan bir takım şeyleri ortaya çıkarabilir. Öyle ki bir insanı başka bir varlığa çevirebilir. Bunlar, görüşlerine delil olarak âyet-i kerimenin “… İnsanlar bu meleklerden kişi ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı….” bölümünü zikretmişlerdir. Şayet sihirbaz, sihiriyle bir şey yapma gücünde olmasaydı insanlar, meleklerden, kişi ile karısının arasını ayıracak şeyleri nasıl öğrenmiş olacaklardı? Bu görüşte olanlar, sihirin etkileyici olduğu hususunda delil olarak Urve b. Zübeyrin Hz. Aişeden naklettiği ve özetle anlatmaya çalıştığımız şu kıssayı da zikretmişlerdir. Uz. Aişe (r.a.) diyor ki: “Dûmetül Cendel halkından bir kadın Resulullah’ın vefatından sonra geldi ve içine sürüklendiği bizzat kendisinin yapmadığı bir sihir hakkında Resulullah ile konuşmak istediğini söyledi. Fakat derdine çare olmasını istediği Resulullah’ı bulamayınca ağlamaya başladı. Ben ona acıyor ve kendisini teskin etmeye çalışıyordum. O ise: “Ben helak okluğumdan korkuyorum.” diyordu. O kadın, başından geçeni şöyle anlattı: Kocam vardı, o, bir ara yanımda değildi. İşte o sıra-da yanıma bir kadın geldi. Ben kocamı ona şikayet ettim. Kadın bana “Eğer dediklerimi yaparsan ben onu sana getiririm.” dedi. O gece olunca katini benim yanıma iki siyah köpekle geldi. Birine o bindi birine ben. Birden Bâbil şehrinin kapısında bulduk kendimizi. Bir de ne görelim, orada aykalarından bağlı iki adam. Onlar bana: “Seni buraya getiren sebep nedir?” dediler. Ben de: “Sihir öğrenmek” dedim. Onlar bana: “Bizler ancak bir imtihan vasatasıyız, inkâra düşme, geri don dediler. Fakat ben ısrar ettim ve: “Hayır dönmüyorum.” dedim. Bunun üzerine onlar bana: “Git şu tandıra idrarını yap.” dediler. Tandıra gittim fakat korktum bir şey yapmadan onların yanına döndüm. Bana “Yaplım mı?” diye sordular. Ben de “Evet” dedim. Bana “Bir şey gördüm mü?” dediler. Ben “Hayır bir şey görmedim.” dedim. Onlar: ” O halde sen idrarım yapmamışsın, dön memleketine git, inkara düşme.” dediler. Ben yine ısrar ettim: Hayır dönmem.” dedim. Onlar bana: “Git o tandıra idrarını yap.” dediler.Beıı yine gittim, korkumdan bir şey yapamadım ve geri döndüm. Onlar sorduklarında da “Yaptım” diye cevap verdim. Onlar bana “Bir şey gördün mü?” diye sorunca yine “Hayır” dedim. Onlar yine bana “Memleketine dön.İnkârcılığa düşme. Zira sen daha işin basındasın.” dediler. Ben yine ısrar etlim. Onlar da yine bana, gidip o tandıra idrarımı yapmamı söylediler. Bu defa gidip oraya idrarımı yaptım. Bir ed ne göreyim, yüzüne demirden yaşmak çekmiş olan bir süvari içimden çıkıp göğe doğru yükseldi. Sonra gökte kayboldu gitti. Sonra dönüp o iki kişiye geldim? Durumu onlara anlattım. Onlar: “Şimdi doğru söyledin işte..Bu senin imanındı. Senden çıkıp gitti. Şimdi gil.” dediler. Ben dönüp ihtiyar kadına dedim ki: “Vallahi ben bir şey öğrenemedim. O iki adam da bana bir şey söylemedi. Kadın bana: “Evet öğrendin istediğin herşey artık olacak.” dedi. Ben de şu buğdayları al da etrafa serp.” dedim buğdayları serpti. “Şimdi buğdayları bitirip çıkar.” dedim. Bitirip çıkardı: “Onları biç” dedim. Biçti, “ovalayıp tanelerini çıkar.” dedim. Ovalayıp çıkardı. “Kurut” dedim. Kuruttu. “Öğür dedim öğüttü. “Ekmek pişir” dedim pişirdi. İstediğim her şeyin okluğunu görünce pişman oldum, üzüldüm. Vallahi ey müminlerin annesi ben şimdiye kadar hiçbir şey yapmadım. Şimdiden sonra da asla yapmayacağım.” dedi.
c- Diğer bir kısım âlimler “Bu sihir göz boyamaktan başka bir şey değildir.” demişlerdir.
Ayet-i kerimede meleklerin insanlara sihiri öğretirken “Biz ancak bir imtihan vasatasıyız sakın inkâr etme” dedikleri zikredilmektedir. Katade. Hasan-ı Basri ve İhn-i Cüreyc, meleklerden insanlara böyle söyleyeceklerine dair ahit alındığını zikretmişlerdir. Âyet-i kerimede: “İnsanlar hu meleklerden, kişi ile karısının arasını ayıracak şeyer öğreniyorlardı.” buyurulmaktadır.
Taheri diyor ki: “Eğer denilecek olursa ki “Nasıl olurda bir sihirbaz, kişi ile karısının arasını ayırır? “Cevaben denilir Ki: “Sihir yapan kimse bazı eşyayı büyülenen kişinin gözüne gerçeğin tersine gösterir, onu vehme düşürür. Böylece kişiye hanımını bulunduğu durumdan çirkin ve kötü gösterir. Kişi de hanımını sevmez olur. İşte bu yolla kişi ile karısının arası açılır. Aslında onların aıasını açan Allah’tır, sihir yapan kimse buna sebep olur. Arapça’da bir şeye sebep olan kişiye “O iv i yapan” denir.
Âyette zikredilen “Allah’ın izni”ndcn maksat, Allah’ın hükmü ve Allah’ın hilgİMdir. Sihirbaz, Allah’ın ca-H ilmiyle bildiği şeyin haricinde hiçbirşey yapamaz. Yani sihir kaza ve kaderi değiştiremez.
Âyette “Halbuki onlar sihiri satın alan kimsenin âhiretten bir nasibi olmadığını çok iyi biliyorlardı.” buyuru im aktadır. Bu ifadeden maksat şudur: “Allah’ın elçisi olan Muhammed, Yahudilere geldiğinde Allah’ın kitabı olan Tevratı sanki hiç bilmiyorlarmışcasına arkalarına attılar ve onlar, Şeytanların, Süleymanın mülkü hakkında uydurup yaydıkları sihirlere ve Babil şehrinde iki meleğe indirilen sihirlere uydular. Süleyman sihir yaparak inkâra düşmemişti. Şeytanlar inkâra düşmüşlerdi. İnsanlara sihiri onlar Öğretiyorlardı. Bir de kendilerine sihir indirilen Harut ve Marut adlı melekler öğretiyorlardı. Halbuki Yahudiler, Peygamberlerine indirdiğim kitabı verip te sihiri satın alanların âhirette herhangi bir paylan olmadığını çok iyi biliyorlardı. Böylece onlar, bu günahı bile bile işlemiş oldular.”
Âyette zikredilen ve “Nasip” diye tercüme edilen kelimesi Mü-cahid, Süddi ve Sevri tarafından “Nasip” olarak izah edilmiş Katade tarafından “Delil” olarak Hasan-ı Basri tarafından “Din” olarak ve Abdullah b. Abbas tarafından “Destek” ve “Güç” olarak izah edilmiştir. Taberi bu kelimeyi “Nasip” mânâsında izah edenlerin görüşünün daha isabetli olduğunu söylemiştir.