TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 254 VE 255. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
254- Ey iman edenler, alış veriş, dostluk ve şefaatin olmayacağı o gün gelip çatmadan size verdiğimiz rızıklardan, Allah yolunda harcayın. Kâfirler, zalimlerin ta kendileridir.
Ey iman edenler, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın, Alış verişin fayda vermeyeceği kıyamet günü gelmeden önce rızıklardan, harcamanızı farz kıldığımız kadarını yerine getirin. Çünkü o. kıyamet günü sevap ve ceza günüdür, çalışma ve kazanç günü değildir.
Kâfirler, zalimlerin ta kendileridir. Allahı ve onun Peygamberini yalanlayanlar, kendi kendilerine zulmedenlerdir.
Katade diyor ki: “Kâfirler, zalimlerin ta kendileridir, “buyuran Allaha hamdolsun, Zira o, “Zalimler kâfirlerdir.” buyurmadı. Eğer böyle buyursaydı, yaptıkları zulümler sebebiyle insanların çoğu kâfir sayılır ve mahvolurdu.
Bu âyet-i kerimede, kendilerine şefaat edilmeyeceği bildirilen kimselerden maksat, kâfirlerdir. Zira, daha önce de beyan edildiği gibi müminler, birbirlerine karşı şefaatçi olacaklardır. Âyetin sonundaki: “Kâfirler, zalimlerin ta kendileridir.” ifadesi de burada, şefaat görmeyecekleri beyen edilenlerin, kâfirler olduklarını ortaya koymaktadır.
255- Allah kendisinden başka ilah olmayan, daima diri ve yarattıklarını koruyup idare edendir. Onu ne uyuklama ne de uyku tutar. Gökler de ve yerde olanlar onundur. Onun izni olmadan katında kini şefaat edebilir? O, insanların geleceklerini ve geçmişlerini bilir. İnsanlar ise onun ilminden, onun dilediğinin dışında bir şey kavrayamazlar. Onun kürsüsü (hükmü) gökleri ve yeri kuşatmıştır. Yeri ve göğü koruyup gözetmek onun için zor değildir. O, yücedir, büyüktür.
Allah, kendisinden başka ibadete layık bulunmayandır. O, bakidir, ölmeyen diridir. O, yarattıklarını, rızkı ve korumasıyla muhafaza edendir. O, ne uyuklar ne du uyur. O, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin sahibidir. Her şey onun mülkü ve yaratığıdır. O halde ondan başkasına ibadet etmek yakışmaz. Rahman olan Allahın izni olmadan kimse kimseye şefaat edemez. Onun ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hiçbir şey ona gizli kalmaz. Onun bildirmesi dışında hiçbir kimse hiçbir şeyi bilemez. Rahman olan Allahın ilmi gökleri ve yeri kuşattığı gibi, kürsüsü de bunların hepsini kuşatmıştır. Göklerin ve yerin korunması ve muhafazası ona asla güç ve ağır gelmez. O, yarattıklarına karşı yücelik sahibidir. Hiçbir şeyin yücelikte kendisine ulaşmadığı azamet sahibidir.
Bu âyet-i kerime, putların şefaatçi olacağını zanneden ve “Biz ancak onlara, bizi Allaha daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz. diyen kafirlere bir cevaptır.
Bu âyet-i kerimeye “Âyet el-Kürsi” denmektedir. Bunun fazileti ve insanları, şer güçlerden muhafaza edeceği hususunda çeşitli hadis-i şeritler zikredilmiştir.
Peygamber efendimiz, Hadis-i Şeriflerinin birinde şöyle buyuruyor:
“Her şeyin bir zirvesi vardır. Kur’anın zirvesi de Bakara süresidir. Bakara suresinde âyetlerin efendisi olan bir ayet bulunmaktadır ki o da Ayet el-Kürsidir.
Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyuruluyor:
“Kim, mümin suresinin üçüncü âyetine kadar ve âyet el-Kürsi’yi sabahladığında okursa o kimse, o ikisi sayesinde akşama kadar muhafaza edilir. Yine kim, o ikisini akşamleyin okuyacak olursa, sabaha erinceye kadar o ikisi sayesinde korunmuş olur.
Übey b. Kâ’b diyor ki:
“Resulullah (s.a.v.) bana şöyle dedi: “Ey Ebul Münzir, senin yanında bulunan Allahın kitabındaki en büyük âyetin hangisi olduğunu biliyor musun?” Dedim ki: “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” Resulullah tekrar “Ey Ebul Münzir, senin yanında bulunan, Allahın kitabındaki en büyük âyetin hangisi olduğunu biliyormusun?” dedi. Ben de dedim ki: ” Âyet el-Kürsidir.” Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) göğsüme vurdu ve şöyle buyurdu: “Ey Ebul Münzir, ilim (Bu öğrendiğin bilgi) sana mübarek olsun.
Âyet-i kerimede, Allah tealanın daima diri olduğu ifade edilmiştir. Allah tealanın diri oluşunun başlangıcı ve sonu yoktur. O, ezelden diridir. Ebedi olarak ta diri kalacaktır.
Müfessirier, Allah tealanın, kendisini diri olarak isimlendirmesini şu şekilde izah etmişlerdir: Allah teala, işleri sevk ve idare ettiğinden, eşyayı ölçülerine göre takdir etliğinden kendisine bu ismi vermiştir. Yani o sevk ve idare etmekte diridir.” demek istediğini söylemişlerdir.
Bazılarına göre ise Allah teala, bu isimle kendisinin, dirilik sıfatı bulunduğunu beyan etmek istemiştir.
Diğer bazılarına göre ise Allah teala, bununla, isimlerinden birinin de “Diri” olduğunu ifade etmek istemiştir. Biz de onun emrine boyun eğerek onu bu isimle çağırırız.
Allah teala, âyet-i kerimede kendisinin “Kayyum” olduğunu beyan etmiştir. Kayyum ise “her şeyin başında bulunan ve onları rızıklandırıp koruyan” demektir.
Âyet-i kerimede “Onu ne uyuklama ne de uyku tutar” buyrulmaktadır. Allah tealanın uyuklaması ve uyuması söz konusu değildir. Aksi takdirde gökler ve yer ve onlarda bulunanlar, birbirine çarpar ve yok olup gider. Abdulla b. Ab-bas, âyetin bu bölümünün izahında şunları söylemiştir, “Hz. Musa meleklere” Allah hiç uyur mu?” diye sormuştur. Allah da meleklere, Musayı uyurken peş-peşe üç kere uyandırmalarını ve uyumaya bırakmamalarını emretmiş melekler de bunu yapmışlar ve Allahın emriyle Musanın iki eline iki şişe bağlamışlar bunları ellerinde tutmasını ve kırmamasını söylemişler, Musa ise şişeler ellerinde iken uyuklamaya başlamış, uyuklamış uyanmış, uyuklamış uyanmış ve sonunda biraz derince uyuklayınca şişeleri birbirine çarpmış ve ikisini de kırmıştır. Böylece Allah, Hz. Musaya, kendisinin uyamadığını, şayet uyuyacak olursa göklerle yerin birbirine çarparak çarçalanmış olacaklarını göstermiştir,
Taberi, Ebu Hureyrenin, Resulullahtan, bu mânâyı ifade eden şu hadisi rivayet ettiğini söylemiştir. “Ben Resulullahın, minberin üzerinde iken, Musa-dan şu kıssayı anlattığını dinledim. Resulullah buyurdu ki: “Bir zaman, Musanın hatırına “Acaba zikri yüce Allah uyunnu?” diye bir düşünce gelmiş Allah teala da Musaya bir melek göndermiş onu üç defa uyandınnış sonra da melek onun ellerine birer şişe vermiş ve ona “Bu şişeleri muhafaza etmesini emretmiştir. Musa uykuya dalmış, elleri birbirine çarpar gibi olunca uyanmış birini diğerinden uzaklaştırmıştır. Tekrar uyumuş bu defa elleri birbirine çarpmış ve şişelerin ikisi de kırılmıştır. Böylece Allah, Musaya, şayet uyuyacak olsaydı göklerle yerin, bulundukları yerlerde kalmayacaklarını göstermiş oldu.”
Âyet-i kerimede “Göklerde ve yerde olanlar onundur.” buyrulmaktadır. Bu ifadeden maksat, Allahtan başka herhangi bir şeye kulluk etmenin, kullara yakışmayan bir davranış olduğunu beyan etmektir. Zira kulun sahibi Allahtır. Kul ise Allahın mülkü ve kuludur. Kul, ancak efendisinin emrini uygular. Herhangi bir şeye hizmet etmesi de efendisinin iznine bağlıdır. Bu itibarla, Allah izin vermediği halde herhangi bir varlığa kulluk etmek, akıl sahibine yakışmayan bir tavırdır.
Âyet-i kerimede “Onun izni olmadan katında kim şefaat edebilir? buyu-rulmaktadır. Yani, Allah tealanın, mülkü olan yaratıklarını cezalandırmayı istemesi halinde kim onun cezalandırmasına engel olabilir? veya cezalandırılacaklara yardımcı olabilir? Elbette ki Allahın, yardımcı olmaya izin verdiği kimseler dışında hiçbir kimse şefaatçi olamayacaktır.
Taberi diyor ki: “Allah tealanm böyle buyurmasının sebebi, puta tapan müşriklerin şöyle demeleridir: “Biz, Allahın dışındaki varlıklara ancak bizi Allaha yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.
Allah teala, bunlara bildirmiştir ki: “Gökler, yer ve onlarda bulunanlar benim mülkümdür. Benim dışımda herhangi bir şeye kulluk etmeniz size yakışmaz. O halde sizi bana yaklaştıracaklarını zannettiğiniz putlara tapmayın. Çünkü onlar size herhangi bir fayda veya zarar sağlayamazlar. Benim yanımda şefaatçi olacaklar, ancak benim Peygamberlerim, velileri ve bana itaat eden salih kullarımdir.”
Ayet-i kerimede geçen ye “O, insanların geleceklerini ve geçmişlerini bilir.” diye tercüme edilen cümlesindeki ifadesi Hakem Mücahid ve Süddi tarafından, “Dünyada olanlar.” diye izah edilmiş ifadesi ise “Âhirette olanlar” diye izah edilmiştir. Bu izahlara göre, âyetin bu bölümünün mânâsı şöyledir: “Allah onların, dünyada yaptıklarını da âhirette ne yapacaklarını da bilir.”
Ibn-i Cüreyc ise âyetin bu bölümünü şöyle izah etmiştir:”Allah onların geçmişlerini de geleceklerini de bilir. “Mealde bu izah şekli tercih edilmiştir.
Ayet-i kerimede Allah tealanın kürsüsünün, gökleri ve yeri kuşattığı zikredilmektedir. Burada geçen “Kürsü” kelimesinden neyin kastedildiği hususu, müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir:
a- Abdullah b. Abbas ve Said b. Cübeyrden nakledilen bir görüşe göre burada zikredilen “Kürsü”den maksat, Allah tealanın ilmidir.
b- Ebu Musa, Süddi ve Dehhaka göre buradaki “Kürsü”den maksat ayakların konulduğu yerdir. Yani göklerle yer, kürsünün içinde bulunmakta, kürsü, rahmanın, ayaklarının koyduğu yer olmaktadır.
c- Dehhak ve Hasanı Basriden nakledilen başka bir görüşe göre buradaki “Kürsü” den maksat Allah tealanın arşıdır.
Allah tealanın kürsüsünün büyüklüğü hususunda şunlar zikredilmiştir: Rebi, b. Enes diyor ki: “Onun kürsüsü gökleri ve yeri kuşatmıştır.” âyeti nazil olunca Resulullahın sahabüeri: “Ey Allahın Resulü, bu kürsü gökleri ve yeri kusattığına göre Arş nasıldır?” diye sordular. Bunun üzerine Allah teala: “Onlar, AUahı hakkıyla takdir edemediler. Halbuki bütün yeryüzü, Onun kudret ve hakimiyeti altındadır. Gökler onun kudretiyle durulmuş olacaktır. O, müşriklerin koştuğu ortaklardan münezzeh ve yücedir. âyetini indirdi. İbn-i Zeyd ise, kürsünün büyüklüğü hakkında, babasının, Resulullahtan şunu rivayet ettiğini zikretmektedir. Resulullah buyuruyor ki: “Yedi kat gök, kürsüye göre, halkanın içine atılmış yedi dirhem paraya benzer.” Yine İbn-i Zeyd, Ebu Zerin, Resulullahın şöyle buyurduğunu duyduğunu söylemiştir: “Arş’a nisbetle kürsü, yeryüzünde bir çöle atılmış bir demir halka kadardır.”
Taberi diyor ki: “Bütün bu görüşlerden her birinin kendisine göre bir izah şekli vardır. Ancak âyet-i kerimeyi izah etmeye daha uygun olanı, hakkında Resulullahtan hadis rivayet edilenidir. Bu da Abdullah b. Halifenin rivayet ettiği şu hadiste zikredilendir. “Abdullah b. Halife diyor ki: “Bir kadın Resulullaha geldi ve ona “Allaha dua et de beni cennetine koysun.” dedi. Bunun üzerine Resulullah, Allah tealanın yüceliğini zikretti sonra da şöyle buyurdu: “Allah tealanın kürsüsü, gökleri ve yeri kuşatmaktadır. O, onun üzerine oturmaktadır. Kürsünün sadece dört parmak kadar kısmı ondan fazla gelmektedir. O kürsünün, yeni yapılmış bir semerin, üzerine ağır bir kimsenin binmesi halinde çıkardığı gıcırtı gibi bir gıcırtısı vardır. ‘Taberi sözlerine devamla diyor ki: “Kur’an-ı Kerimin zahirine göre ise kürsü hakkında tercihe şayan olan görüş, Abdullah b. Abbastan nakledilen görüştür. O da, kürsüden maksadın, Allahın ilmi olduğunu söyleyen görüştür. Zira, âyet-i kerimenin devamında “Yeri ve göğü koruyup gözetmek, onun için zor değildir” buyrulmaktadır. Allahın onları koruyup gözetmesi, onları bilmiş olmasını gerektirir ki, o da kürsüden maksadın ilim olduğunu ifade eder. Nitekim, Allah teala. meleklerinin dua edişlerini beyan ederken de, ilimin her şeyi kuşattığını zikrederek, dua ettiklerini şöyle bildirmiştir. “Arşı taşıyanlar ve onun etrafında bulunan melekler.. Müminlerin günahlarının bağışlanmasını dileyerek şöyle derler. “Ey rabbimiz, rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe edenleri ve yoluna tabi olanları bağışla. Onları cehennem azabından koru. Taberi sözlerine devamla diyor ki: “Kürsü” kelimesinin mânâsı ilimdir. Bu nedenle, üzerine ilim yayılan bir sahifeye”Kürrase” denilmektedir. Keza, âlimlere de “Kürsüler” denilmektedir. Çünkü onlar, kendilerine güvenilen kimselerdir. Nitekim şair bir sözünde:
“O insanları, yüzleri beyaz olan ve gelecek felaketlerin Kürsüsü olan bir topluluk kuşatmaktadır…” demiştir. Burada geçen “Felaketlerin kürsüsü” ifadesinden maksat, felaketleri bilen ve inceleyen âlimler” demektir. Araplar bir şeyin aslına da “onun kürsüsü” ifadesini kullanmışlardır. Accac, Ebul Abbasi methederken: “O, yöneticiler ocağındandir ve kürsüsü üstün olandır.” demiştir. Yani “Aslı üstün olan” demek istemiştir.
Âyet-i kerimenin sonunda “O, yücedir, büyüktür.” buyrülmaktadır, Mii-fessirler, bu ifadeleri farklı şekillerde izah etmişlerdir. Bazılarına göre “Yücedir” ifadesinden maksat, Allahın benzer ve emsalden beri ve yüce olmasıdır. Diğer bazılarına göre ise, bu ifadelerden maksat, Allah tealanın, yarattıklarından daha yüksekte olmasıdır.
Müfessirler “Büyüktür” sıfatını da farklı şekillerde izah etmişlerdir. Bazılarına göre burada geçen “Büyüktür” sıfatından maksat, Ululanmıştır” demektir. Yani yaratıktan onu uhılarlar ve ondan korkup çekinirler.” demektir; Diğer bazılarına göre “Büyüktür” kelimesi, Allah teaîanm sıfatıdır. Biz, Allahın böyle bir sıfatı okluğunu söyler fakat bu büyüklüğün keyfiyetini tasvir etmekten kaçv nırırz. Aksi takdirde, Allahı. yaratıklarına benzetmiş oluruz’.
Başka bir kısım müfessirlere göre buradaki “Büyüktür” sıfatının mânâsı, “Allah, yaratı ki an ndan büyüktür. Bütün yaratıkları ondan küçüktür.” demektir.