TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 31 VE 32. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
31- Allah Âdeme bütün isimleri öğrettikten sonra onları meleklere göstererek şöyle dedi: “Eğer doğru söylüyorsanız şunîarın isimlerini bana bildirin.”
Allah Âdeme insan soyunun, meleklerin ve her şeyin ismini öğretti. Sonra bu isimleri meleklere göstererek şöyle dedi: “Ey melekler, yeryüzünde sizi halife yaparsam beni tesbih edeceğiniz ve beni yücelteceğiniz, sizin dışınızdakilerden halife seçersem, onların soylarının bana isyan edecekleri, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıp kan dökecekleri iddianızda doğru iseniz şunların isimlerini bana söyleyin.”
Aslında melekler de, Allah’ın ilminin her şeyi kuşattığını ve yaptığı her işte hüküm ve hikmet sahibi olduğunu çok iyi bilmekteydiler. Fakat Allah teala, onların da bilmedikleri şeyleri Hz. Âdemin bildiğinini onlara göstererek, Hz. Ademin, yeryüzünde halife olmaya onlardan daha layık olduğuna işaret buyurdu.
“Âdem” ismi, Said b. Cübeyr, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes’ud. Ebu Musa el-eş’arî ve diğer bir kısım sahabilere göre kökünden türemiş bir kelime olup aslında “Yüz” veya “Deri” anlamına gelmektedir. Hz. Âdeme bu ismin verilmesinin sebebi, onun toprağının, yerin yüzünden alınmasındandır.
Abdullah b. Abbas, Abüulah b. Mes’ud ve diğer bir k ısım sahabilerden, bu hususta şunları söyledikleri rivayet edilmiştir: “Ölüm meleği olan Azrail, Âdemin toprağını almak için yeryüzüne gönderilince O Âdemin toprağım, yemi yüzünden çeşitli yerlerden aldı. Birbirine karıştırdı. Aldığı toprak, kırmızı, beyaz ve siyah gibi renklerdeydi. Bu nedenle Âdemin soyundan gelen insanlar çeşitli renklerde oldular. Âdeme de “Deri” ve “Yüz” mânâsına gelen “Adem” adı verildi. Çünkü onun toprağı, yerin yüzü ve derisi durumunda olan bir topraktı.
Ebu Musa el-Eş’ari , bu hususta Resulullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir.
“Şüphesiz ki Allah Âdemi, yeryüzünün bütününden aldığı, bir avuç topraktan yarattı. Bu sebeple Âdemin soyundan gelen evlatları, yeryüzünün şeklinde oldu. Onlardan bazıları kırmızı, bazıları beyaz, bazıları siyah bazıları da bunların arası bir renkte oldu. Bazıları ovalar gibi yumuşak bazıları kayalar gibi sert, bazıları kötü bazıları iyidir.
Müfessirler, Allah tealanın, önce Hz. Âdeme öğretip daha sonra da meleklere sorduğu isimlerden neyi kastettiği hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr, Katade ve Hasan-ı Basriden nakledilen bir görüşe göre burada, öğretildiği zikredilen isimlerden maksat, bütün eşyanın ismidir. Bu hususta Dehhak, Abdullah b. Abbasın şöyle dediğini rivayet etmektedir. “Allah Âdeme bütün isimleri öğretti. Bu isimler bugün insanların, varlıkları tanımak için kullandığı isimlerdir. Mesela: “İnsan, hayvan yeryüzü, ova, deniz, dağ, merkep vb. şeylerin adları gibi isimlerdir.” Mücahid de: “Allah Ademe her şeyin ismini öğretmiştir. Hatta, karganın, güvercinin ismini bile.” Said b. Cübeyr: “Allah Âdeme her şeyin ismini öğretmiştir, hatta devenin, sığırın, koyunun ismini bile.” demiştir. Said b. Mabed, Abdullah b. Abbasın şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Allah Âdeme bütün eşyanın ismini öğretti. Çanak ve çömleğin adını, hatta yellenmeyi bile öğretti.” demiştir.
b- Rebi’ b. Enes ise, burada Âdeme öğretilen isimlerden maksadın, meleklerin isimleri olduğunu söylemiştir.
c- İbn-i Zeyd de, Allah tealanın, Hz. Âdeme öğrettiği isimlerden maksadın. Âdemin zürriyetinin isimleri olduğunu söylemiştir.
Taberi, âyet-i kerimede geçen ve “Onlar” anlamına gelen zamiri kullanıldığından ve bu zamirin de sadece insanlar ve melekler için kullanıldığından, buradaki isimlerden maksadın, meleklerin ve Âdem soyunun isimleri olduğunu söylemenin daha doğru olacağını ifade etmiştir.
Taberi, insan ve melekler yanında, diğer varlıklar da kastedildiği zaman zamiri Kur’an-ı kerimde kullanılmış ise de aslında bu zamirin insan ve melekler için kullanılması daha doğru olduğundan, buradaki isimlerden maksadın meleklerin isimleri olduğunu söylemenin de daha evla olacağını beyan etmiştir.
Taberi, Abdullah b. Abbasın, “Buradaki isimlerden maksat, bütün eşyanın ismidir.” derken, Übey b. Kâ’b’ın bu âyeti şeklindeki kıraat a dayanarak söylemiş olabileceğini beyan etmiştir. Buna göre zamiri zikredilmiştir. Bu zamir de canlı ve cansız bütün varlıklar için kullanılan bir zamirdir.
Âyeti kerimede: “Sonra onları meleklere göstererek şöyle dedi.” Duyurulmaktadır. Burada geçen “Onlar” ifadesinden maksat, daha önce de belirtildiği gibi, Abdullah b. Abbas Abdullah b. Mes’ud, Katade ve Mücahide göre. bütün eşyanın ismidir. İbn-i Zeyd’e göre. Âdemin soyundan gelen bütün insanların ismidir.
Ayet-i kerimede: “Eğer doğru söylüyorsanız.” ifadesi zikredilmektedir. Müfessirler, meleklerin hangi hususta doğru söyledikleri meselesinde farklı görüşler zikretmişlerdir.
Dehhakın Abdullah b. Abbastan rivayet ettiğine göre İbn-i Abbas, âyetin bu bölümünü şöyle izah etmiştir: “Eğer sizler benim yeryüzünde halife yaratmayacağım sözünüzde doğru söylüyorsanız şunların isimlerini bana bildirin.”
Ebu Mâlik ve Ebu Salih’in İbn-i Abbastan, Mürrenin de İbn-i Mes’ud dan ve diğer bir kısım sahabilerden naklettiğine göre, onlar âyetin bu bölümünü şu şekilde izah etmişlerdir: “Sizler, Âdemoğullannın, yeryüzünde bozgunculuk yapacakları ve kan dökecekleri iddianızda doğru iseniz şunların isimlerini bana bildirin.”
Hasan-i Basri ve katade ise âyetin bu bölümünü şu şekilde izah etmişlerdir: “Eğer sizler benim yaratacağım her mahluktan daha bilgili olacağınız iddianızda doğru iseniz şunların isimlerini bana bildirin.”
Taberi bu izahlardan ikinci izah tarzının daha isabetli olduğunu söylemiş ve bu izaha göre âyetin mânâsının şöyle olduğunu zikretmiştir; “Ey, “Sen bizi bırakıp ta yeryüzünde bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Halbuki biz seni överek tesbih ediyor ve tenzih ediyoruz.” diyen melekler, eğer sizler.” Bizim dışımızda birini yeryüzünde halife yaparsan, onun soyu sana isyan eder, yeryüzünde bozgunculuk yapar ve kan döker. Halifeyi bizden yapacak olursan o halife sana itaat eder, emirlerine uyar ve seni teşbih ve tenzih eder” iddianızda doğru iseniz, şunların isimlerini bana söyleyin bakayım.” Eğer sizler, bunlar gözünüzün önünde mevcut oldukları halde isimlerini bilemezseniz ve sizin dışınızda birisi de benim kendisine öğretmemle bunları bilecek olursa, sizler gözünüzün görmediği ve henüz meydana gelmeyen şeyleri nereden bileceksiniz? O hakle bilmediğiniz bir şeyi bana sormayın. Çünkü ben sizin için de diğer yaratıklarım için de neyin daha uygun olduğunu çok iyi bilmekteyim.
Taberi diyor ki: “Allah tealanın bu âyet-i kerimede meleklere sitem etmesi, oğlunun niçin suda boğulduğunu soran Nuh’a, şu âyetlerde sitem etmesi gibidir. “”Nuh rabbine nida ederek “Ey rabbim, şüphesiz ki oğlum ailemden-di. Senin, ailemi helak etmeme vaadin haktır. Sen de hükmedenlerin en adilisin.” dedi.” “Allah şöyle dedi: “Ey Nuh, o senin ailenden değildir. Çünkü o, iyi olmayan bir amel sahibidir. O halde bilmediğin bîr şeyi benden isteme. Cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.” “Nuh dedi ki: “Ey rabbim, bundan sonra gerçek yüzünü bilmediğim bir şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni affetmez, rahmetinle esirgemezsen hüsrana uğrayanlardan olurum. Melekler de hata ettiklerini anlayınca Allah’a tevbe etmişler ve şöyle demişlerdir:
32- Melekler ise şöyle dediler: Seni teşbih ederiz. Bize öğrettiklerinin dışında hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz ki sen, her şeyi çok iyi bilensin, hüküm ve hikmet sahibisin.
Ey rabbimiz, seni, sana yakışmayan sıfatlardan arındırır, bize Öğrettiklerinin dışında hiçbir şey bilmediğimize dair aczimizi beyan ederiz. Ey rabbimiz, gaybı ancak sen bilirsin. Senin dışında hiçbir varlık bilemez. Sen, hüküm ve hikmet sahibisin.
Taberi diyor ki: “Bu üç âyette, ibret almak isteyen kimse için ibretler, öğüt almak isteyen kimse için öğütler vardır. Böyle olan insanlar, Allah teala’nın, Kur’an-ı kerimin bu âyetlerinde, dillerin vasıflandırmaktan âciz kalacağı ince hikmetlerin bulunduğunu görür. Zira Allah teala bu âyetleri, Yahudilerin içinde yaşayan Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hak Peygamber olduğunu ispatlayan deliller olarak zikretmiştir. Çünkü Resulullah, ancak Allah’ın bildinnesiyle bilinebilecek gaybla ilgili haberler zikretmiştir. Böylece Yahudiler, Resulullah’ın Peygamberliğinin doğru olduğunu itiraf etmiş olsunlar. Yine bu âyetler göstermektedir ki bir kimse gerek geçmişe gerekse geleceğe ait herhangi bir haberi, Allah kendisine bildirmeden ve habere dair elinde bir delil bulunmadan anlatacak olursa o kimse kendi tahminlerine göre haber vermiştir ve rabbinin cezasını hak etmiştir. Nitekim meleklerin, Hz. Ademin soyundan gelecek olan insanların, dünyada bozgunculuk yapacaklarını ve kan dökeceklerini bildirmeleri üzerine Allah teala onları kınamış, onlar da hatalarını anlayarak affedilmelerini dilemişlerdir. Bütün bunlar gösteriyor ki, gaybe ait bilgileri bildiğini iddia eden kâhinlerin, müneccimlerin, falcıların ve insanın şekline bakarak birtakım tahminlerde bulunan kişilerin sözleri asılsızdır, yalandır.