TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 131. VE 135. AYETLER
131- Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size, Allah’tan korkmanızı emrettik. Eğer inkâr ederseniz bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, hamde layıktır.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’a aittir. Sizden Önce kendilerine Tevrat ve İncil verilen ehl-i kitaba ve sizlere: “Allah’tan korkun.” diye vahyet-tik. Buna rağmen şayet sizler, Allah’ın birliğini inkar eder ve emrine karşı gelirseniz elbetteki sizler ona hiçbir zarar veremezsiniz. Çünkü göklerin ve yerin hükümranlığı sadece ona aittir. Şüphesiz ki Allah, yarattıklarından hiçbirisine1 muhtaç değildir. Yaptıklarında ve verdiği nimetlerinde övülmeye layıktır.
Taberi diyor ki: “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır.” âyet-i kerimesinin, “Eğer karı koca birbirlerinden ayrılacak olurlarsa Allah onların herbirini geniş lütfuyla muhtaç bırakmaz.” âyetinin hemen arkasından gelmesinin sebebi, Ailah tealanın, kullarının, sıkıntıya düşmeleri ve gariplik hisssetme-leri halinde başvuracakları ve ihtiyaçlarını isteyecekleri yeri bildimıesidir. Böylece kullan, herhangi bir sıkıntıya düştüklerinde veya muhtaç kaldıklarında yahut eşlerinden ayrılarak yalnızlık hissettiklerinde, isteklerin mercii olan Allah’a başvursunlar, ondan yardım istesinler. Zira göklerin ve yerin bütün mülkü ona aittir. Bu itibarla her isteyenin isteğini karşılaması ve her muhtacın ihtiyacını gi-dermesi onun için imkansız değildir.
Taberi diyor ki: “Allah teala âyet-i kerimenin baş tarafında, kendisine başvuracak olanların isteklerini karşılamada kuvvet ve kudret sahibi olduğunu, göklerin ve yerin mülkünün kendisine ait olduğunu beyan ettikten sonra, âyet-i kerimenin devamında,daha önce kıssaları yüz beşinci ve ondan sonra gelen âyetlerde zikredilen ve hainlik yaptıkları belirtilen Übeyrikin oğullarına yardımcı olmak isteyenleri zikretmiş ve buyurmuştur ki: “Ey insanlar, sizden önce kendilerine Tevrat ve İncil verilen ehl-i kitaba da size de emrettik ki, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten kaçının.
Şayet sizler, Allah’ın size verdiği bu emri inkâr eder ve onu çiğneyecek olursanız, bilin ki siz bu davranışınızla ona hiçbir zarar veremezsiniz. Sadece kendinize zarar vermiş olursunuz. Ey müminler, böyle yaparsanız, sizden önceki kitap ehlinin müreffeh yaşantısını ve güven içinde olmasını bozup onları maymunlara ve domuzlara çevirdiği gibi cezalnıdınr. Zira göklerde ve yerde ne varsa hepsi ona aittir. Onun aziz kıldığına karşı çakacak veya zelil kıldığın savunacak hiçbir kimse yoktur. Çünkü her şey onun yaratığıdır, ona muhtaçtır. Onları ayakta tutacak olan da O’dur, helak edecek olan da O’dur. O zengindir, hiçbir şeye muhtaç değildir. Yaptığı işlerinden ve lütfettiği nimetlerinden dolayı . övülmeye layıktır. [1][314]
132- Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter. Şüphesiz ki göklerin ve yerin ihtiva ettiği herşeyin mülkiyeti Allah’a aittir. Onların hepsini sevk ve idare e*den ve koruyan O’dur. Orada bulunanların herhangi birinin bilgisi Allah’ın bilgisi dışında değildir. Onları korumak ve sevk ve idare etmek Allah için zor değildir.
Taberi diyor ki: “Eğer denilecek olursa ki: “Bundan Önceki âyette ve bu âyette peşpeşe göklerin ve yerin Allah’a ait olduğunun tekraren zikredilmesinin sebebi nedi?” Cevaben denilir ki: “Her iki âyette, Allah tealanm, göklerin ve yerin maliki olduğunun zikredilmesi, Allah tealanın sıfatlarından, farklı şekillerde haber verilmesine binaendir. Zira birinci âyette kulların, yaratıcılarına muhtaç oldukları, yaratıcının da, göklere ve yere malik olduğu, bu itibarla da kullanılın ihtiyacını giderecek güçte olduğu beyan edilmiştir. Bu âyette ise Allah’ın kullannı himaye ettiği, onların ne yaptıklarını ildiği ve onlan sevk ve idare ettiği beyan edilmekte ve göklerle yerde bulunan herşeyin himayesi ve idaresinin Allah’a ait olduğu bildirilmektedir.
Eğer denilecek olursa ki: “Birinci âyetin sonunda “Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, hamde layıktır.” buyurulduktan sonra bu âyetin sonundaki “Vekil olarak Allah yeter.” ifadesi de zikredilecek olsaydı göklerin ve yerin Allah’a ait olduğunu tekrar etmeye ihtiyaç kalmamış olurdu. Çünkü önceki âyetten, Allah’ın hiçbir kimseye muhtaç olmadığı, övülmeye layık olduğu ve kullarını himaye ettiği, onlan sevk ve idare ettiği anlaşılmış olurdu. O halde neden Allah tealanın, göklerin ve yerin sahibi olduğu ifadesi tekrarlanmak suretiyle iki ayrı âyet oldu?” Cevaben denilir ki: “Birinci âyette Allah’ın zengin olduğunu ve övülmeye lakıyk olduğunu açıklamayı icabettiren hususlar zikredildi. Orada Allah tealanın koruyuculuğunu ve sevk ve idare ediciliğini zikretmeyi icabettiren bir husus zikredilmedi. Bu itibarla önceki âyetin sonunda bu sıfatlann zikredilmesi münasip olmadı. Allah tealanın, göklerin ve yerin maliki olduğu tekrar zikredildi. Onların koruyucusu ve idare edeninin de Allah teala olduğu beyan edildi. [2][315]
133- Ey insanlar, eğer Allah dilerse sizi yok eder de yerinize başkalarını getirir. Ve Allah buna kadirdir.
Ey insanlar, eğer Allah dilerse sizleri helak edip yok eder. Başkalarını sizin yerinize getirir. Çünkü Allah herşeye kadirdir. Sizi helak edip yerinize baş-kalannı getirmek onun için güç bir şey değildir.
Taberi diyor ki: “Allah teala bu âyet-i kerimesiyle bu surenin yüz beşinci ve ondan sonra zikredilen âyetlerinde kıssaları beyan edilen ve başkasına ait olan bir zırhı çalarak veya saklayarak emanete ihanet ettikleri bildirilen kişileri kınamakta, Resulullah’ın sahabilerini de onlar gibi olmaktan sakındırmakta ve sahabilere, zırh olayında ihanet edip dinden çıkarak müşriklere katılan kimse gibi olmamalarını emretmektedir. Aksi takdirde böyle bir kişinin sadece kendisine zarar vermiş olacağı beyan edilmektedir ve buyurulmaktadır ki: “Ey insan-lar,eğer Allah dilerse sizi yok edip de yerinize başkalanm getirir.” Yani Allah,-Übeyrikin oğullarının yaptıklan gibi yapanlan helak edip köklerini kurutur. Muhammed’e ve sahabilerine, Allah’ın dini hususunda yardım edecek başka insanlar getirir. Nitekim bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: “Eğer haktan yüz çevirirseniz Allah, yerinize başka bir kavim getirir de sonra onlar sizin gibi olmazlar. [3][316]“Ey Peygamber, Allah’ın, gökleri ve yeri yerli yerince yarattığını görmez misin? Eğer dilerse sizi yok eder, yerinize yeni bir kavim getirir. Bu, Allah için asla zor değildir. [4][317]
Ebu Hureyre (r.a.) diyor ki:
“Bir gün Resulullah, “Eğer haktan yüz çevirirseniz Allah yerinize başka bir kavim getirir de sonra onlar sizin gibi olmazlar..” âyetini okudu. Orada bulunanlar: “Ey Allah’ın Resulü, bizim yerimize kim getirilecektir?” diye sordular. Resulullah da: “Selmamn omuzuna vurdu ve dedi ki: “İşte bu ve kavmidir. İşte bu ve kavmidir.” [5][318]
134- Kim dünya nimetini isterse bilin ki dünya ve âhiret nimeti Allah katındadır. Allah, herşeyi çok iyi işiten ve çok iyi görendir.
Kim, Muhammed’e iman ettiğini açığa vurmasına rağmen içinde inkârı – gizler ve münafık olarak, sadece dünya malını isteyecek olursa o kimse bilsin ki onun dünyadaki amelinin karşılığı da Allah katındadır. O da kendisine, müslü-man göründüğü için ganimetten pay verilmesi, canının, malının ve soyunun emniyet içinde olması gibi nimetlerdir. Onun dünyadaki bu amelinin âhiretteki karşılığı da Allah’ın katındadır. O da cehennem ateşidir.
Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: “Kim dünya hayatını ve onun zinetlerini isterse, biz onlara, dünyada yaptıklarının tam karşılığını veririz. Onların orada bir şeyleri de eksiltilmez.” “İşte onlara âhırette de cehennem ateşinden başka bir şey yoktur. Orada yaptıkları boşa çıkmıştır. Zaten işledikleri bâtıldır.” [6][319]Taberi diyor ki: “Bu âyet-i kerimede, Übeyrikin oğullarına yardımcı ve şefaatçi olmak isteyen ve nifaklarında ve amellerinde onlara benzeyen kimseler kastedilmektedir. [7][320]
135- Ey iman edenler, Allah için şahitlik ederek adaleti ayakta tutanlar olun. Kendiniz veya ana babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa. Hakkında şahitlik yapacağınız kimse zengin de olsa fakir de olsa. Allah o ikisine daha yakındır. Adalet hususunda heva ve hevesinize uymayın. Eğer eğri davranır veya yüz çevirirseniz şüphe yok ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
Ey iman edenler, verdiğiniz hükümlerde adaleti ayakta tutun. Allah için hakkıyla şahitlik edenler olun. Yaptığınız şahitlik kendi aleyhinize veya ana babanız aleyhine yahut diğer akrabalarınız aleyhine de olsa. Hakkında şahitlik edilen kimse zengin de olsa fakir de olsa. Kişinin zenginliği veya fakirliği sizi yalancı şahitliğe itmesin. Çünkü Allah o ikisine sizden daha yakındır. Onlar için-neyin faydalı olduğunu çok iyi bilmekte ve hükümlerini ona göre göndermektedir. Keyfi davranışlarınız sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Şayet şahitliği eğip büker, tahrif ederseniz veya şahitlik yapmayıp meseleyi gizlerseniz bilin ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır ve ona göre size karşılığını verecektir.
Allah teala bu âyet-i kerimede müminlere, emanet zırhı saklayarak veya çalarak ona ihanette bulunan Übeyrikin oğullarına, fakir ve muhtaç oldukları için Resulullah’ın yanında yardımcı olmak isteyen ve onlan savunan insanların durumuna düşmemelerini emretmekte ve onlara buyurmaktadır ki “Adaletli davranmak sizin ahlakınız olsun. Şahitliğinizi, kendiniz ve yakınlarınız aleyhine dahi olsa doğru olarak yapm.”
Taberi diyor ki: “Eğer denilecek olursa ki: “Kişi kendi aleyhine nasıl adaletli bir şahitlikte bulunacaktır? Kişinin kendi aleyhine şahitliği nasıl olacaktır?” Cevaben denilir ki: “Kişinin üzetinde, başkasına ait olan bir hak bulunur da o da bunu iiaf edece olursa kendi aleyhine şahitlik etmiş olur.”
Bu âyet-i kerimenin aslında neye işaret ettiği hususunda farklı görüşler zikredilmiştir.
a- Daha önce de zikredildiği gibi bu âyet-i kerime, müminleri, Übeyikin oğullarını mazur gören ve onları savunan kişilerin durumuna düşmemeleri için uyarmakta ve bu hususta onlan eğitmektedir.
b- Süddi’ye göre ise bu âyet-i kerime, bir hüküm verme niyetinde olan Resulullah’i ikaz etmektedir. Bu hususta Süddi diyor ki: “Bu âyet, Resululah hakkında nazil oldu. Sebebi de şuydu: Biri zengin diğeri fakir iki kişi gelip bir.birleri hakkında Resulullah’a şikayette bulundular. ResuluIIah’ın eğilimi fakirin lehine idi. Zira bir fakirin bir zengine haksızlık yapamayacağı kanaatinde idi. Fakat Allah teala zenginin de fakirin de hakkında adaletin ayakta tutulmasında ısrar etti ve buyurdu ki: “Aleyhinde şahitlik ettiğiniz kimse zengin de olsa fakir de olsa adaletten ayrılmayın. Zira onlan korumaya ve savunmaya Allah daha layıktır.”
c- Abdullah b. Abbas’a göre ise bu âyet-i kerime, müminlerin, şahitliklerini doğru bir şekilde yapmaları hususunda nazil olmuştur. Öyle ki Allah teala müminlere, kendi aleyhlerine veya babalan ve oğullan aleyhine de olsa hakkı söylemelerini, bu hususta zenginliğinden dolayı bir kişiyi kayırmamalarını, bir kişiye de fakirliğinden dolayı merhamet etmemelerini emretti.
İbn-i Zeyd ve Katade de âyeti bu doğrultuda izah etmişlerdir.
İbn-i Şihab ez-Zühri diyor ki: “Self-i salihin döneminde, babanın oğula, oğulun babaya, kardeşin kardeşe, kişinin hanımına şahitlik etmesi kınanmıyordu. Onlar bu âyeti delil gösteriyorlardı. Fakat daha sonra insanlar karıştı. Onlardan, şahitlikleri hakkında suçlanmalannı gerektiren durumlar görüldü. Bunun üzerine akrabaların şahitliği kabul edilmez oldu. Onlar da evlat, baba, kardeş, kan koca olarak tesbit edildi. İşte son zamanlarda sadece bunların birbirleri hakkında şahitlikleri kabul edilmez oldu.”
Âyet-i kerimenin sonunda: “Şayet eğri davanır veya yüz çevirirseniz şüphe yok ki Allah, yaptiklannızdan haberdardır.” buyurulmaktadır.
Abdullah b. Abbas’a göre bu âyet, hâkimlere ve hakemlere hitab etmektedir. Dâvâcı ve dâvâlı, hâkimin huzurunda bulunur da hakim onlardan bınne yumuşak davranır yahut ondan yüz çevirecek olursa onun bu davranışı, âdil-olmasına ters düşer. Bu sebeple böyle bir davranışta bulunmamalıdır.
Yine Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade, Süddi, İbn-i Zeyd, Atiyye ve Dehhak’tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise âyetin bu bölümünde ifade edilenler şahitlerdir. Allah teala inşalara, şahitlik yaparken doğru söylemelerini, dillerini eğip bükmemelerini, şahitlikten kaçmamalarını ve şahitlik edecekleri meseleyi gizlememelerini emretmektedir.
Taberi bu son görüşün doğru olduğunu, zira âyetin başında: “Ey iman edenler, Allah için şahitlik ederek adaleti ayakta tutanlar olun.” buyurulduğunu bu itibarla âyetin sonunda da şahitlere hitab edildiğini söylemenin daha isabetli olacağını ifade temiştir. [8][321]