BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd Âlemlerin Rabbi olan Allah azze ve celle’ye mahsustur.
Salat ve selam müminlerin örneği ve önderi, yaşayan Kur’an kendisine uyulmadığı sürece kurtuluşun mümkün olmadığı son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)’e O’nun ehli beytine, sahabesine ve bütün müminlerin üzerine olsun…
Bir an mücadelemiz ölene kadar sürecek..! ölene kadar Rasulullah’ın yolu yolumuzdur..! bu davada ölmek var dönmek yok.! Sloganlarının kulağımızda yankılandığı coşkulu bir atmosferde olduğumuzu düşünerek başlayalım. Ne büyük sözler.. Beraberinde ne bedeller ödenmesi gerekir. Kalabalığa eşlik ederek büyük hedefler yolunda, büyük büyük laflar edip önüne çıkan küçücük dereye takılarak yoluna devam edemeyenler çok olmuştur, olacaktır da…. Aslında vefa bu yönüyle büyük bir yüktür, ağır bir yüktür.
“Vefa nedir bilir misin?
Vefa; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandır..
Vefa; Ötelerin sonsuz mükafatı karşısında, cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri ve ulvi değerleri dünyaya satmamandır..!”
hele de rahman olan Allah cc ya verilmişse o söz..
“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, endişeye kapılıp sorumluluğundan korktular; nihayet onu insan yüklendi.”1
Ayette geçen emaneti insandan daha güçlü daha dayaklı daha muhkem gibi görülen gökler, yer, ve dağlar yüklenemedi bu yükü insan yüklenmiştir böyle önemli bir yükü yüklendiği halde sorumluluğunun farkında olmaması, yüklenmekle şerefli kıldığı bu kıymetli emanete karşı vefasız ilgisiz alakasız davranması insanı cahil yapacaktır. Neyi yüklendiğinin farkında olmaması yükü hakkıyla taşımada başarılı olamaması sonucu beraberinde getirecektir. Hulasa insan şuursuz ve cahil olmamalı, kimliğinin, kabiliyetinin, Allah cc tarafından verilen donanımın farkında olmalıdır. Taşıdığı emaneti hakkıyla yerine getirmek ancak bu şekilde gerçekleşecektir. Çünkü “ emanetin” hakkını yerine getirmemek büyük bir zülümdür.
Zemahşeri ve Fahrettin er-Razi gibi bazı müfessirler buradaki emanetin ‘yükümlülük’ (teklif) anlamına geldiğini ileri sürmüşlerdir.
İşte insan İslam’ı dava edinmesi gerekirken elçilerle sık sık uyarılmışken, çoğu kez şu dünyada var olma amacından uzaklaşmış “Onlar Allah’a verdikleri sözü onayladıktan sonra bozan ALLAH’IN korunmasını emrettiği bağları koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir işte onlar ziyana uğrayanların ta kendisidir”2 bu ayetinde işaret ettiği gibi yüklenmiş olduğu emanete vefasızlık etmiştir. Ahdine sadık kalamayarak üstlenmeye söz verdiği hak davadan uzaklaşanlara ALLAH cc türlü problemler ve sıkıntılar yaşatarak çok daha ağır bedeller ödetmiştir. Oysa insan ağırlığından kurtulmak için yükümlülüklerinden kaçar, ancak daha büyük bir yükün altına girdiğinin farkında olmaz çoğu zaman… “Şüphesiz sana biat edenler ancak Allaha biat etmiş olurlar Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir halde kim ahdini bozarsa artık o ancak kendi aleyhinde ahdini bozmuş olur. Kimde Allaha verdiği ahde vefa gösterirse artık oda ona büyük bir ecir vericektir..”3 ayetinde de vurgulandığı üzere Allaha karşı ahdini bozarak vefasızlık yapanlar ancak kendi aleyhlerine olacak bir iş yapmış, kendileri kaybetmiş olurlar. Ahdine vefa göstermenin de elbette büyük bir karşılığı olacaktır..
Vefa, duyguda, düşüncede, tasavvurda aynı şeyleri paylaşanların bulunduğu topluluklarda; dostluğun, sevginin ve kardeşliğin yaşatıldığı ortamlarda görülür, hayat bulur.
Efendimizin (s.a.v); “Kıyamet günü, ALLAH öncekileri ve sonrakileri birleştirip topladığı zaman her vefasız için, onu tanıtan bir bayrak dikilir ve bu falan oğlu falanın vefasızlığıdır denilir.”4 buyurarak işaret ettiği ‘vefasızlık bayrağına’ sahip olmaktansa; türlü çileler, fedakarlıklarla, ödenen bedellerle bize kadar ulaşan bu vefa sancağını yere düşürmeden meşalenin sönmesine izin vermeden bizden sonrakilere aktarmak boynumuzun borcudur, diyenlerden olmak zorundayız.. Dava sancağını, vefa sancağını, kutlu emaneti taşıyanlardan olmak duasıyla…