sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 18. VE 20. AYETLER

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 18. VE 20. AYETLER
08.04.2025
18
A+
A-

Allah’ın Vahdaniyeti, Adaletli Uygulaması Ve Allah Tarafından Kabul Edilen Din

 

18-  Allah kendisinden başka hiç birilâh olmadığını, adaleti ayakta tutarak açıkladı. Melekler de, ilim sahipleri de bunu ikrar etmişlerdir. Ondan başka hiç bir ilâh yoktur. Azîz’dir, Hakîm’dir.

19- Şüphesiz Allah nezdindeki din İs­lâm’dır. Kendilerine kitap verilenler ancak kendilerine ilim verildikten son­ra aralarındaki kıskançlıktan dolayı ihtilâfa düştüler. Kim Allah’ın ayetleri­ni inkâr ederse muhakkak Allah hesa­bı pek çabuk görendir.

20-  Eğer seninle tartışırlarsa de ki: “Ben ve bana uyanlar kendimi Allah’a teslim etmişimdir.” Kendilerine kitap verilenlerle ümmîlere de de ki: “Siz de İslâm’a girdiniz mi?” Eğer İslâm’a gi­rerlerse hidayet bulmuş olurlar. Şayet yüz çevirirlerse artık sana düşen an­cak tebliğdir. Allah kullan çok iyi gö­rendir.

 

Nüzul Sebebi

 

Resulullah (s.a.) Medine’ye geldikten sonra durumu açığa çıkıp etrafa ya­yılınca Şam (Suriye) halkı hahamlarından iki haham huzuruna geldiler. Medi­ne’yi gördüklerinde biri ötekine, “Bu şehir son zamanda çıkacak peygamber şehrinin niteliklerine ne kadar da benziyor” dedi. Resulullah (s.a.)’ın huzuruna girdiklerinde sıfat ve özellikleriyle onu tanıdılar. İkisi de Hz. Peygambere, *Sen Muhammed misin?” dediler. O, evet dedi. Sonra “Sen Ahmed misin? dediler. O evet dedi. Bunun üzerine, “Biz sana bir şahitliği soracağız. Eğer sen olduğu gi­bi onu haber verirsen sana iman eder, seni tasdik ederiz” dediler. Resulullah (s.a.) onlara, “Sorunuz” deyince şöyle dediler: “Allah’ın kitabındaki en büyük şahitliğin hangisi olduğunu bize haber ver.” Bunun üzerine Yüce Allah, “Allah kendisinden başka hiçbir ilâh olmadığını adaleti ayakta tutarak açıkladı (şa­hitlik etti), melekler de ilim sahipleri de.” buyruğunu indirdi. Her ikisi de bu­nun üzerine Müslüman oldular ve Resulullah (s.a.)’ı tasdik ettiler. [1][23]

 

Açıklama

 

Şanı Yüce Allah bütün insanlara vahdaniyetini, afak ve enfüste (iç ve dış dünyalarında) bulunan tekvin! ve tasarrufi (yaratma ve tasarrufunun) delâlet­leri ile açıklayıp beyan etti. Melekler de bu gerçeği rasullere bildirdi ve apaçık bilgiyle desteklenmiş şahitlikte bulundular. İlim ehli de bu şekilde haber verdi­ler, bunu açıkladılar ve delil ve belgeler eşliğinde şahitlik ettiler. Bu, böyle bir konumda ilim adamlarının oldukça büyük bir özelliğini ortaya koymaktadır, el-A’meş der ki: Ben de Allah’ın şahitlik ettiği şeye şahitlik ederim. Bu şahitliğimi Allah’a emanet olarak tevdi ediyorum. Bu, Allah nezdinde benim bir emane-timdir.

Akaid, ibadetler, adab ve ameller ile kâinatta ve yaratıklar arasında bü­tün hallerde adaleti ayakta tutandır bu. Adaletin niteliklerinden bir tanesi de Yüce Allah’ın aşağıdaki ve benzeri diğer buyruklarında vurgulandığı gibi hü­kümlerde adaleti hak ile emir Duyurmasıdır: “Muhakkak Allah adaletle ve iyi­likle emreder.” (Nahl, 16/90); “Bir de insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmediniz.” (Nisa, 4/58).

Yüce AllSh indirdiği şeriatında da, kâinattaki uygulamalarında da adil olandır. Çünkü O, kâinat düzenini sapasağlam yapmış, maddî ve ruhî güçler arasında, insan ve yaratıcısı arasındaki hükümlerde, fert ile toplum, insan ile insan, herhangi bir toplumdaki insan grupları arasında, zengin ve fakir arasın­da ve buna benzer karşılıklı taraflar arasında son derece hassas bir denge kur-> muştur.

Daha sonra Yüce Allah, “Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Azîz’dir, Ha-kîm’dir” buyruğu ile ulûhiyette tek ve eşsiz olduğunu bir daha pekiştirmekte­dir. Azîz, asla yenik düşürülemeyen, güçlü, kudreti kâmil, azamet ve kibriyası en yüce olandır. Hakîm ise sözlerinde, fiillerinde, şeriat ve kaderinde olsun her şeyi en doğru ve en uygun yerine koyan demektir.

Daha sonra Yüce Alah ilk insandan kıyamet gününe kadar kulları için be­ğenip seçmiş olduğu dini söz konusu etmektedir. Bu ise yalnızca İslâm dinidir. Bu, Yüce Allah tarafından insanlardan İslâm dışında başka bir dinin kabul ol­madığını haber vermektedir. İslâm ise, Muhammed (s.a.) ile nübüvvet kapısı kapanıncaya kadar her zaman Allah’ın peygamberleriyle gönderdiklerine tabi olmak; yani peygamberlerin ve rasullerin getirmiş olduğu din ve şeriatlara uy­maktır. Peygamberlerin risaletleri fert hükümlerde bir takım farklılıklar gös­terse bile, asıllarda ve dinin özünde aralarında ayrılık olmamıştır. Bu ise tev-hid, barış ve her hususta adalettir. Muhammed (s.a.)’in belli bir din ile gönde­rilmesinden sonra Yüce Allah’ın huzuruna o dinin şeriatından başka bir şeri­ata uyarak çıkan kimsenin bu dini ondan asla kabul olunmayacaktır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa ondan asla kabul olunmaz ve o, ahirette zarara uğrayanlardan olacaktır.” (Âl-i İmran, 3/185).

İslâm barış, esenlik, Allah’a itaat edip boyun eğmek demektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “İyilik yaparak İbrahim’in hanif dinine uyup kendisini Allah’a teslim eden kimseden dini daha güzel kim olabilir?” (Nisa, 4/125).

Dinin teşri Duyurulmasında iki hedef gözetilmektedir: İtikadın tashih edil­mesi, ulûhiyet ve rububiyetin yalnızca Allah’a tahsis edilerek nefislerin Allah’a ve insanlara karşı ihlâslı niyetler ve salih ameller ile ıslah edilip düzeltilmesi.

Daha sonra Yüce Allah, Kitap Ehli’nin (Yahudi ve Hristiyanlann) kendile­rine peygamber gönderildiğini, peygamberlere kitaplar indirildiğini, Muham­med (s.a.)’in peygamberlerin sonuncusu ve ellerinde bulunan kitaplarda müj­desi verilen kimse olduğuna dair delillerin ortaya konmasından sonra anlaş­mazlığa düştüklerini haber vermektedir. Yüce Allah (Hz. Peygamberin pey­gamberliği ile ilgili olarak) şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine Kitab’ı verdikle­rimiz onu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.” (Bakara, 2/146).

Bunun sonucunda din uğrunda birbiriyle savaşan gruplara, mezheplere ayrıldılar. Peygamberliğine ve dinin anlaşmazlığa yer vermeyen bir ve tek ol­duğuna dair kesin bilgi geldikten sonra onlar ayrılığa düştüler. Bu ayrılığa düşmelerinin tek sebebi ise birbirlerine karşı haksızlık yapmaları ve kin duy­malarıdır. Bu ise aralarında ayrılığın baş göstermesine sebep olmuştur. Mu­hammed (s.a.) hakkında görüş ayrılıkları ise ona karşı duydukları kıskançlık ve kendi aralarındaki çekememezlik, dünyaya ve dünyadakilere karşı tutkula­rıdır.

Kısacası onların hak dinin aslı ile Muhammed (a.s.)’in peygamberliği hak­kındaki ayrılıkları, birbirlerine karşı çekememezlikleri, birbirlerini kıskanma­ları, birbirlerine buğzetmeleri ve sırt çevirmeleri şeklinde olmuştur. Böylelikle hak olsa dahi biri diğerinin bütün söz ve fiillerine muhalefet etti.

Daha sonra Yüce Allah, enfüs ve afaktaki tekvini ayetlerini, dine ve din birliğine bağlanmayı gerektiren Kitabında indirmiş olduğu buyruklarını inkâr edenleri tehdit etmektedir. Allah bu şekilde davrananların bu davranışını ceza­landıracaktır. Yalanlamasından dolayı onu hesaba çekecektir. Kitabına ayları düştüğü için de o kişiyi cezalandıracaktır.

Daha sonra Yüce Allah, Kitap Ehli’nin ve başkalarının tevhide dair tartış­malarını kafî bir sonuca bağlayarak şöyle demektedir: Eğer Kitap Ehli veya başkaları tevhid ehli hakkında seninle tartışacak olurlarsa de ki: Ben ibadeti­mi yalnızca Allah’a halis kılıyorum. O’nun hiçbir ortağı yoktur, eşi benzeri yok­tur. O’nun çocuğu da yoktur, zevcesi de yoktur. Bu benim de kabul ettiğim, di­nim üzere bana uyan müminlerin de kabul ettiği bir ilkedir. Nitekim Yüce Al­lah şöyle buyurmaktadır: “De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben Allah’a basiret üzere davet ediyorum. Ben de bana uyanlar da (böyle).” (Yusuf, 12/108). Allah’ın V3tf\\ğma ve birliğine dair deliller ortaya konulduktan ve sapıkların şüpheleri çürütüldükten sonra böyleleriyle tartışmanın bir faydası yoktur.

Daha sonra Yüce Allah, kulu ve rasulü Muhammed (s.a.)’e yoluna, dinine, şeriatına girmeye, Allah’ın kendisi ile gönderdiklerini kabul etmeye çağırmak­ta, Kitap Ehlini ve Arap müşriklerini davet etmesini ve onların İslâm’a girme­leri için uğraşmasını emretmektedir. Eğer İslâm’a girerlerse dosdoğru yola ile­tilmiş, sapıklığı terk etmiş olurlar. Şayet senin kendilerinden yapmalarını iste­diğin itiraftan yüz çevirirlerse bunun sana bir zararı da olmaz. Çünkü sana dü­şen tebliğden başkası değildir. Allah ise kullarından haberdardır, onların duru­munu da çok iyi bilir. Kimin hidayeti, kimin de sapıklığı hak ettiğini çok iyi bi­lir. O buna göre onları hesaba çekecek, buna göre amellerinin karşılığını vere­cektir. [2][24]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.