VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 18. VE 20. AYETLER

Allah’ın Vahdaniyeti, Adaletli Uygulaması Ve Allah Tarafından Kabul Edilen Din
18- Allah kendisinden başka hiç birilâh olmadığını, adaleti ayakta tutarak açıkladı. Melekler de, ilim sahipleri de bunu ikrar etmişlerdir. Ondan başka hiç bir ilâh yoktur. Azîz’dir, Hakîm’dir.
19- Şüphesiz Allah nezdindeki din İslâm’dır. Kendilerine kitap verilenler ancak kendilerine ilim verildikten sonra aralarındaki kıskançlıktan dolayı ihtilâfa düştüler. Kim Allah’ın ayetlerini inkâr ederse muhakkak Allah hesabı pek çabuk görendir.
20- Eğer seninle tartışırlarsa de ki: “Ben ve bana uyanlar kendimi Allah’a teslim etmişimdir.” Kendilerine kitap verilenlerle ümmîlere de de ki: “Siz de İslâm’a girdiniz mi?” Eğer İslâm’a girerlerse hidayet bulmuş olurlar. Şayet yüz çevirirlerse artık sana düşen ancak tebliğdir. Allah kullan çok iyi görendir.
Nüzul Sebebi
Resulullah (s.a.) Medine’ye geldikten sonra durumu açığa çıkıp etrafa yayılınca Şam (Suriye) halkı hahamlarından iki haham huzuruna geldiler. Medine’yi gördüklerinde biri ötekine, “Bu şehir son zamanda çıkacak peygamber şehrinin niteliklerine ne kadar da benziyor” dedi. Resulullah (s.a.)’ın huzuruna girdiklerinde sıfat ve özellikleriyle onu tanıdılar. İkisi de Hz. Peygambere, *Sen Muhammed misin?” dediler. O, evet dedi. Sonra “Sen Ahmed misin? dediler. O evet dedi. Bunun üzerine, “Biz sana bir şahitliği soracağız. Eğer sen olduğu gibi onu haber verirsen sana iman eder, seni tasdik ederiz” dediler. Resulullah (s.a.) onlara, “Sorunuz” deyince şöyle dediler: “Allah’ın kitabındaki en büyük şahitliğin hangisi olduğunu bize haber ver.” Bunun üzerine Yüce Allah, “Allah kendisinden başka hiçbir ilâh olmadığını adaleti ayakta tutarak açıkladı (şahitlik etti), melekler de ilim sahipleri de.” buyruğunu indirdi. Her ikisi de bunun üzerine Müslüman oldular ve Resulullah (s.a.)’ı tasdik ettiler. [1][23]
Açıklama
Şanı Yüce Allah bütün insanlara vahdaniyetini, afak ve enfüste (iç ve dış dünyalarında) bulunan tekvin! ve tasarrufi (yaratma ve tasarrufunun) delâletleri ile açıklayıp beyan etti. Melekler de bu gerçeği rasullere bildirdi ve apaçık bilgiyle desteklenmiş şahitlikte bulundular. İlim ehli de bu şekilde haber verdiler, bunu açıkladılar ve delil ve belgeler eşliğinde şahitlik ettiler. Bu, böyle bir konumda ilim adamlarının oldukça büyük bir özelliğini ortaya koymaktadır, el-A’meş der ki: Ben de Allah’ın şahitlik ettiği şeye şahitlik ederim. Bu şahitliğimi Allah’a emanet olarak tevdi ediyorum. Bu, Allah nezdinde benim bir emane-timdir.
Akaid, ibadetler, adab ve ameller ile kâinatta ve yaratıklar arasında bütün hallerde adaleti ayakta tutandır bu. Adaletin niteliklerinden bir tanesi de Yüce Allah’ın aşağıdaki ve benzeri diğer buyruklarında vurgulandığı gibi hükümlerde adaleti hak ile emir Duyurmasıdır: “Muhakkak Allah adaletle ve iyilikle emreder.” (Nahl, 16/90); “Bir de insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmediniz.” (Nisa, 4/58).
Yüce AllSh indirdiği şeriatında da, kâinattaki uygulamalarında da adil olandır. Çünkü O, kâinat düzenini sapasağlam yapmış, maddî ve ruhî güçler arasında, insan ve yaratıcısı arasındaki hükümlerde, fert ile toplum, insan ile insan, herhangi bir toplumdaki insan grupları arasında, zengin ve fakir arasında ve buna benzer karşılıklı taraflar arasında son derece hassas bir denge kur-> muştur.
Daha sonra Yüce Allah, “Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Azîz’dir, Ha-kîm’dir” buyruğu ile ulûhiyette tek ve eşsiz olduğunu bir daha pekiştirmektedir. Azîz, asla yenik düşürülemeyen, güçlü, kudreti kâmil, azamet ve kibriyası en yüce olandır. Hakîm ise sözlerinde, fiillerinde, şeriat ve kaderinde olsun her şeyi en doğru ve en uygun yerine koyan demektir.
Daha sonra Yüce Alah ilk insandan kıyamet gününe kadar kulları için beğenip seçmiş olduğu dini söz konusu etmektedir. Bu ise yalnızca İslâm dinidir. Bu, Yüce Allah tarafından insanlardan İslâm dışında başka bir dinin kabul olmadığını haber vermektedir. İslâm ise, Muhammed (s.a.) ile nübüvvet kapısı kapanıncaya kadar her zaman Allah’ın peygamberleriyle gönderdiklerine tabi olmak; yani peygamberlerin ve rasullerin getirmiş olduğu din ve şeriatlara uymaktır. Peygamberlerin risaletleri fert hükümlerde bir takım farklılıklar gösterse bile, asıllarda ve dinin özünde aralarında ayrılık olmamıştır. Bu ise tev-hid, barış ve her hususta adalettir. Muhammed (s.a.)’in belli bir din ile gönderilmesinden sonra Yüce Allah’ın huzuruna o dinin şeriatından başka bir şeriata uyarak çıkan kimsenin bu dini ondan asla kabul olunmayacaktır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa ondan asla kabul olunmaz ve o, ahirette zarara uğrayanlardan olacaktır.” (Âl-i İmran, 3/185).
İslâm barış, esenlik, Allah’a itaat edip boyun eğmek demektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “İyilik yaparak İbrahim’in hanif dinine uyup kendisini Allah’a teslim eden kimseden dini daha güzel kim olabilir?” (Nisa, 4/125).
Dinin teşri Duyurulmasında iki hedef gözetilmektedir: İtikadın tashih edilmesi, ulûhiyet ve rububiyetin yalnızca Allah’a tahsis edilerek nefislerin Allah’a ve insanlara karşı ihlâslı niyetler ve salih ameller ile ıslah edilip düzeltilmesi.
Daha sonra Yüce Allah, Kitap Ehli’nin (Yahudi ve Hristiyanlann) kendilerine peygamber gönderildiğini, peygamberlere kitaplar indirildiğini, Muhammed (s.a.)’in peygamberlerin sonuncusu ve ellerinde bulunan kitaplarda müjdesi verilen kimse olduğuna dair delillerin ortaya konmasından sonra anlaşmazlığa düştüklerini haber vermektedir. Yüce Allah (Hz. Peygamberin peygamberliği ile ilgili olarak) şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine Kitab’ı verdiklerimiz onu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.” (Bakara, 2/146).
Bunun sonucunda din uğrunda birbiriyle savaşan gruplara, mezheplere ayrıldılar. Peygamberliğine ve dinin anlaşmazlığa yer vermeyen bir ve tek olduğuna dair kesin bilgi geldikten sonra onlar ayrılığa düştüler. Bu ayrılığa düşmelerinin tek sebebi ise birbirlerine karşı haksızlık yapmaları ve kin duymalarıdır. Bu ise aralarında ayrılığın baş göstermesine sebep olmuştur. Muhammed (s.a.) hakkında görüş ayrılıkları ise ona karşı duydukları kıskançlık ve kendi aralarındaki çekememezlik, dünyaya ve dünyadakilere karşı tutkularıdır.
Kısacası onların hak dinin aslı ile Muhammed (a.s.)’in peygamberliği hakkındaki ayrılıkları, birbirlerine karşı çekememezlikleri, birbirlerini kıskanmaları, birbirlerine buğzetmeleri ve sırt çevirmeleri şeklinde olmuştur. Böylelikle hak olsa dahi biri diğerinin bütün söz ve fiillerine muhalefet etti.
Daha sonra Yüce Allah, enfüs ve afaktaki tekvini ayetlerini, dine ve din birliğine bağlanmayı gerektiren Kitabında indirmiş olduğu buyruklarını inkâr edenleri tehdit etmektedir. Allah bu şekilde davrananların bu davranışını cezalandıracaktır. Yalanlamasından dolayı onu hesaba çekecektir. Kitabına ayları düştüğü için de o kişiyi cezalandıracaktır.
Daha sonra Yüce Allah, Kitap Ehli’nin ve başkalarının tevhide dair tartışmalarını kafî bir sonuca bağlayarak şöyle demektedir: Eğer Kitap Ehli veya başkaları tevhid ehli hakkında seninle tartışacak olurlarsa de ki: Ben ibadetimi yalnızca Allah’a halis kılıyorum. O’nun hiçbir ortağı yoktur, eşi benzeri yoktur. O’nun çocuğu da yoktur, zevcesi de yoktur. Bu benim de kabul ettiğim, dinim üzere bana uyan müminlerin de kabul ettiği bir ilkedir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben Allah’a basiret üzere davet ediyorum. Ben de bana uyanlar da (böyle).” (Yusuf, 12/108). Allah’ın V3tf\\ğma ve birliğine dair deliller ortaya konulduktan ve sapıkların şüpheleri çürütüldükten sonra böyleleriyle tartışmanın bir faydası yoktur.
Daha sonra Yüce Allah, kulu ve rasulü Muhammed (s.a.)’e yoluna, dinine, şeriatına girmeye, Allah’ın kendisi ile gönderdiklerini kabul etmeye çağırmakta, Kitap Ehlini ve Arap müşriklerini davet etmesini ve onların İslâm’a girmeleri için uğraşmasını emretmektedir. Eğer İslâm’a girerlerse dosdoğru yola iletilmiş, sapıklığı terk etmiş olurlar. Şayet senin kendilerinden yapmalarını istediğin itiraftan yüz çevirirlerse bunun sana bir zararı da olmaz. Çünkü sana düşen tebliğden başkası değildir. Allah ise kullarından haberdardır, onların durumunu da çok iyi bilir. Kimin hidayeti, kimin de sapıklığı hak ettiğini çok iyi bilir. O buna göre onları hesaba çekecek, buna göre amellerinin karşılığını verecektir. [2][24]