VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 26. VE 27. AYETLER

Allah’ın Kudret Ve Azametinin, Yarattıklarındaki Tasarrufunun Delilleri Ve İşleri Otsta Havale Etmek
26- De ki: “Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen, mülkü kime dilersen ona verirsin. Mülkü kimden dilersen ondan alırsın. Kimi dilersen onu aziz edersin, kimi dilersen onu zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye kadirsin.”
27- “Geceyi gündüzün içine geçirir, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rıank verirsin.”
Nüzul Sebebi
İbni Ebi Hatim Katade’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bize anlatıldığına göre Resulullah (s.a.) Rabbinden Bizans ve Fars mülkünü ümmetine vermesini dilemiş, Yüce Allah da “De ki: Ey mülkün sahibi Allah’ım…” buyruğunu indirmiştir.
İbni Abbas ve Enes b. Malik de der ki: Resulullah (s.a.) Mekke’yi fethedip ümmetine İran ve Bizans mülkünü vaad edince münafıklarla Yahudiler şöyle dediler: “Heyhat! Heyhat! Muhammed, İran ve Bizans mülkünü nasıl eline geçirebilecektir? Onlar çok güçlüdürler ve kendilerini buna karşı koruyabilirler. Muhammed’e Mekke ve Medine yetmiyor mu ki İran ve Bizans mülküne göz dikiyor.” Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi indirdi. [1][30]
Açıklaması
Müşriklerle Necranhların heyeti gibi Kitap Ehli senin çağrını kabul etmekten yüz çevirecek olurlarsa ya Muhammed, sen mülkün mutlak maliki, mutlak emir sahibi olan Allah’a sığın, ona yönel ve de ki: Allah’ım! Ey Mülkün mutlak maliki! Mutlak egemenlik ve saltanat yalnız senindir. Mahlûkatmda mutlak tasarruf sahibi sensin. Sen hikmetine uygun olarak işleri çekip çevirirsin; veren de sensin, vermeyen de sensin. Sen mülkü ve peygamberliği kullanndan kime dilersen ona verirsin. Kullarından kimden dilersen de mülkü çekip alırsın. Nitekim Arap kavminden Kureyşli, ümmî, Mekkeli, peygamberlerin sonuncusu, insanların ve cinlerin tümüne Allah’ın elçisi olarak Hz. Mu-hammed’i göndermekle, İsrailoğulları’ndan peygamberliği çekip aldın.
Mülk sahibi olmaktan zahiren anlaşılan ve hatıra ilk gelen mutlak saltanat ve işlerdeki tasarruf yetkisidir. Yani, şanı Yüce Allah’ın işleri çekip çevirmekte ve kâinattaki dengeyi gerçekleştirmekte mutlak egemenlik sahibi olduğudur.
Allah dilediği kimseye Hz. Hud ile Hz. Lût gibi ya yalnızca nübüvvet verir ya da geçmiş çağımızdaki hükümdarlar gibi yalnızca mülk ve hükümdarlık verir ya da aralarında Hz. Davud ve Hz. Süleyman’ın da bulunduğu İbrahim soyundan gelenlere olduğu gibi, mülkü de nübüvveti de birlikte verir: “Biz gerçekten İbrahim hanedanına da Kitab’ı ve hikmeti verdik. Onlara çok büyük bir mülk de vermişizdir.” (Nisa, 4/54). İşte bu şekilde Yüce Allah dilediğine peygamberlik verir. Nitekim, “Allah peygamberliği nereye bırakacağını (kime vereceğini) çok iyi bilendir.” (En’am, 6/124) ve “Onların kimini kimine nasıl üstün kıldığımıza bir bak.” (îsra, 17/24) diye buyurmuştur.
“Kimi dilersen onu aziz edersin, kimi dilersen zelil edersin.” Aziz ve zelil olmanın bir takım görünür şekilleri ve etkileri vardır. Bu yalnızca mal veya mülk sahibi olmaya bağlı değildir. Nice hükümdar vardır ki zelildir, nice zengin vardır ki hakirdir. Nice zengin vardır ki fakirdir. Ümmetin sayısının çokluğuna, azlığına itibar edilmez. Mekke’de müşrikler, Medine’de Yahudiler ve Arap münafıklar peygambere karşı az sayıdaki mümin topluluğa karşı çokluklanyla gururlanıyorlardı; fakat bunun onlara hiç bir faydası olmadı. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onlar, eğer Medine’ye dönersek elbette ki daha aziz olan daha zelü olanı oradan mutlaka çıkartacaktır, derler. Halbuki izzet Allah’ındır, Rasu-lünündür, müminlerindir. Fakat münafıklar bilmezler.” (Münafikun, 63/8).
Bütünüyle hayır yalnızca senin kudretin elindedir. Sen kendi iradene göre o hayırda dilediğin şekilde tasarrufta bulunursun. O halde olmuş ya da olacak her şeyde ya kişinin kendisine veya topluma hayır ve nimet vardır. Hayırda serde, her şeyde mutlak kudret sahibisin. Her şey senin elindedir, her şeyi sana havale etmişizdir. Biz sana güvenip dayanmaktayız.
Hayır da şer de hepsi Yüce Allah’ın kudretinde olmakla birlikte, özellikle hayrın söz konusu edilmesi, nübüvvet ve hükümdarlığın bir kavimden bir başka kavme, bir kişiden bir diğer kişiye değiştirilmesi suretiyle sözü geçen hususlara uygun düşmesinden dolayıdır.
Hayır zaferi, ganimeti, aziz olmayı, makam ve mevkiyi, mal ve serveti ve buna benzer insanın arzulayıp tutkun olduğu sair şeyleri kapsar: “Ve gerçekten o hayır (mal) sevgisine pek tutkundur.” (Adiyat, 100/8).
Eksilterek ve artırarak geceyi gündüze sokup birisinin ötekini kısaltması, daha sonra bunların mutedil (eşit) hale gelmesi, arkasından birinin diğerinden alarak aralarında farklılığın ortaya çıkması, sonra da tekrar mutedil hale gelmeleri de ilâhî kurdetin, mülk ve azametinin tam anlamıyla ortaya konulmasının tecellilerindendir. Bazı bölge ve zamanlarda aradaki fark oldukça uzayabilir. İşte ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış mevsimlerinde, sene boyunca ve coğrafî bölgelerin durumuna göre gece ve gündüzün uzunluk ve kısalıkları değişip durmaktadır. Gecenin altı ay, gündüzün de altı ay olduğu bölgeler de vardır. Gündüz on sekiz veya yirmi saat olduğu yerler de vardır. Bazı bölge ve zamanlarda güneş, batışından bir saat ve bundan biraz daha uzun bir süre sonra do-ğabilmektedir. Zaman tayini işi bütünüyle Yüce Allah’ın elindedir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Halbuki arz bütünüyle kıyamet gününde onun kabzasıdır. Gökler ise onun sağ eliyle durulmuştur. O şirk koştuklarından münezzeh ve çok yücedir.” (Zümer, 39/67). Yer üzerine gece ve gündüzü sarıp dolayacak şekilde yuvarlak yaratan O’dur: “Geceyi gündüze buruyor, gündüzü de geceye doluyor.” (Zümer, 39/5). Burada geçen et-tekvir (mealde “bürümek ve dolamak”) bir şeyi yuvarlak, bir cisim üzerine sarmak demektir. Yüce Allah güneşi geceye delil kılmıştır.
Rabbim! Sen ölüden diriyi çıkartırsın. Ya çekirdekten hurmayı, taneden ekini, nutfeden insanı çıkardığın gibi maddî bir şekilde, yahut da cahilden alim, kâfirden mümin çıkardığın gibi manevî bir şekilde bunu yaparsın.
Diriden ölüyü de maddî ve manevî şekilde çıkartırsın; hurma ağacından çekirdeği, kuştan yumurtayı, alimden cahili, müminden kâfiri çıkarttığın gibi.
Ve sen dilediğine hesapsız rızık verirsin. Yani istediğin kimseye hesaba sığmayacak şekilde mal ve mülk verirsin. Yorulmadan ve çaba harcamadan[2][31] Göklerin ve yerin hazineleri yalnız senindir. Hikmet, irade ve meşietine uygun olarak başka bir takım kimselerin de rızkını kısarsın.
Yüce Allah’ın, “Hesapsız” ifadesi darlık vermeksizin ve kısmaksızın, adeta verdiğini hesaba katmadan veren kimse hakkında kullanılır ve “O hesapsızca verir” demeye benzer.
Aynı şekilde sen Arap olmayanlardan mülkü alıp Müslümanlara vermeye kadirsin. İsrailoğullanndan peygamberliği alıp Araplara vermeye de kadirsin. [3][32]