VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 45. VE 51. AYETLER

Hz. İsa (A.S.) Kıssası
45- Hani melekler, “Ey Meryem, muhakkak Allah kendinden bir kelime ile seni müjdeliyor. İsmi Meryem oğlu Mesih İsa’dır. Dünyada ve ahirette şanı yüoedlr ve ° en yakınlardandır da» dediler.
46- “Ve o beşikte İken de yetişkin iken de insanlarla konuşacaktır. O salihlerdendir.”
47- Dedi ki: “Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken nasıl bir çocuğum olabüirT Buyurdu ki: “Öyledir. Allah neyi dilerse yaratır, bir işe hükmedince ona “ol” der, o da oluverir.”
48- Ona kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretecek.
49- Ve İsrailoğuları’na peygamber olarak (gönderecek ve onlara diyecek ki:) “Şüphesiz ben size Rabbinizden bir ayet ile geldim. Size bir kuş gibi bir şey yapar ona üfürürüm. Allah’ın izniyle o derhal bir kuş olur. Allah’ın izniyle «ımHatı doğma körü, alacalıyı iyi eder ve ölüyü diriltirim. Evlerinizde yediğinizi ve biriktirdiğinizi size haber veririm. Elbette bunda sizin için bir ayet vardır, eğer iman edenlerden iseniz.”
50-” “Ve benden önce inen Tevraf ı tasdik edici olarak ve size haram olan bazı şeyleri size helâl înimafc için geldim. Size Rabbinizden bir ayet ile de geldim. Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin.”
51- Muhakkak Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O*na ibadet edin. Dosdoğru yol işte budur.”
Açıklaması
Ya Muhammed, kavmine meleklerden Hz. Cebrail’in “Ey Meryem, Allah sana Allah’ın kelimesi olarak nitelenen İsa’yı müjdeliyor” Yani biz sana tarafımızdan yaratılacak, bir çocuğun müjdesini veriyoruz, dediği zamanı hatırlat! Bu Hz. İsa’nın olağan dışı bir şekilde yaratıldığını ifade etmek içindir. O bakımdan böyle bir niteliği hak etmiştir. Esasında bütün varlıklar Hz. İsa’nın yaratılmasının akabinde Yüce Allah’ın “Allah bir işe hükmedince ona ‘ol’ der, o da hemen oluverir.” (Yasin, 36/82) diye belirttiği şekilde var olmuştur; bütün kâinat Allah’ın tek bir sözü ile var edilmiş olmakla birlikte, örfen yaratılmış başka şeyler normal sebeplerine nispet edilirler. Hz. İsa’nın hakkında “Allah’ın kelimesi” tabirinin kullanılması mecazî bir ifadedir. Yüce Allah’ın “Ve o Meryem’e bıraktığı onun kelimesidir.” (Nisa, 4/171) buyruğunda olduğu gibi.
Burada meleklerden kasıt, Hz. Cebrail’dir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Derken biz ona ruhumuzu gönderdik. Ona tam bir insan oğlu şeklinde göründü.” (Meryem, 19/17). Burada “melekler” diye çoğul olarak Hz. Cebrail’den söz edilmesi onun sair meleklerin başı oluşundan dolayıdır.
Onun adı Mesih’tir. Zulmü kaldırmak, insanları hidayete iletmek, aralarında gerçek kardeşliği yaygınlaştırmak için gelmiştir. Hz. İsa’nın hükümdarlığı bedenî değil, ruhanî idi. Mesih onlara göre meleğin lakabıdır. O bakımdan bu kelime övücü lakaplardandır. Kurtubî de der ki: Bu, sıddık (doğru sözlü) demektir.
Hitap Hz. Meryem’e olmakla birlikte “Meryem’in oğlu” denilmesinin sebebi, Hz. İsa’nın babasız doğması sebebiyle ona nispet edildiğine işarettir. Bu niteliğinin her zaman için zihinlerde yer eden değişmez bir vasıf olarak devam etmesi, onu ilâhlaştıranların görüşlerini reddetmek, ayrıca Hz. Meryem’in yüksek makamına açıklık getirmek ve onun şanını yükseltmek içindir.
Hz. İsa, ona tabi olanlar ve müminler nezdindeki yüksek mevkisi dolayısıyla dünyada insanlar arasında, ahirette kıyamet gününde de Yüce Allah’a ya-kmlaştırılanlar arasında yer almakla üstün bir şeref sahibidir.
Yine beşikte süt emen bir bebek iken, gençliğinde ve olgun bir adam olduğu zamanlarda insanlarla oldukça makul ve dengeli konuşma özelliğine de sahip olacaktır. Bu ise Hz. İsa’nın eksiksiz bir insan olacağına işarettir. İbni Ab-bas der ki: Onun beşikteki konuşması, Yüce Allah’ın bize anlattığı şekilde bir anlıktı. Bundan sonra konuşma vakti gelene kadar bir daha konuşmadı. Âde-ten beşikte iken konuşan kimse yaşamaz idi.
O, aynı şekilde Allah’ın kendilerine peygamberlik, istikamet ve düzgün bir hal sahibi olmakla nimet ihsan ettiği salih kimselerdendir. Sözü geçen niteliklere sahip Hz. İsa’nın müjdesi Hz. Meryem’e verilince, hayret ve şaşkınlıkla dedi ki: Benim kocam yokken nasıl oğlum olabilir? Yüce Allah ona şu şekilde cevap verdi: İşte bu, çocuğun babasız yaratılması şeklindeki bu hayret verici yaratma gibi, Allah dilediğini yaratır. Gökleri ve yeri yaratmıştır O. Adem’i topraktan babasız ve annesiz yaratmıştır. Aslında bütün varlıkları zahirî bir sebep olmaksızın yaratmıştır. Hz. Zekeriya ve oğlu Hz. Yahya kıssasında Yüce Allah’ın, “Böyle. Allah ne dilerse yapar.” (Âl-i İmran, 3/40) ve Hz. İsa’nın yaratılması kıssasında “Öyle. Allah neyi dilerse yaratır” diye Duyurulmasının sebebi şudur: Hz. Yahya’nın yaşlanmış bir koca kandan yaratılması âdeten diğer insanların var edilmesine benzemektedir. O bakımdan onun hakkında “yapmak” tabiri kullanılmıştır. Hz. İsa’nın yaratılıması ise babasız olarak, bir anneden doğum yoluyla gerçekleşmiş alışılmışın hilâfına bir yaratmadır. Hatta onun bu yaratılışı mutlak ilâhî kudret ile olmuştur. Bu, Hz. Yahya’nın yaratılmasından daha açık ve beliğ bir ifade taşır. O bakımdan normal bir sebebe bağlı olmaksızın yaratıldığından dolayı, Hz. İsa’da yaratmak, icat etmek, yoktan var etmek tabirinin kullanılması uygun düşmektedir.
Daha sonra buna uygun düşecek ve tekit edecek ifadelerle şöyle buyurmaktadır: O bir şeyi yaratmayı diledi mi ona “ol” der, o da oluverir. Buradaki emirden kasıt, tekvini emirdir. Yüce Allah’ın, “Namazı kılınız” buyruğunda ve benzerlerinde olduğu gibi teklifi emir değildir. Bu buyruk, Yüce Allah’ın azametini, O’nun emir ve iradesinin yerini bulduğunu, istediğini çabucak gerçekleştirdiğini zihinlerin anlayabileceği şekilde bir açıklamadır. Yoksa Allah’ın dilediğini var etmesi, “ol” harfleri arasındaki mesafeden de daha hızlıdır. Bu buyruk Yüce Allah’ın şu ayet-i kerimesini de hatırlatmaktadır: “Sonra göğe yöneldi. O duman halinde idi. Ona ve yere “isteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. İkisi de, “İsteyerek geldik” dediler.” (Fussilet, 41/11) Ortada Hz. İsa’nın yaratılmasından daha olağan dışı başka bir yaratma daha vardır. O da Hz. Adem’in babasız ve annesiz yaratılmasıdır: “Muhakkak İsa’nın misali Allah nezdinde Adem’in misali gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona “ol” dedi, o da oluverdi.” (Âl-i İmran, 3/59)
İşte alışılmışın dışındaki bu yaratma halleri, Allah’ın mutlak kudretine ve akıllara hayret verecek yaratıklarla varlığı tamamlama iradesine açık bir delildir.
Hz. İsa’nın niteliklerinden bazısı şunlardır: Allah ona yazı yazmayı, insanı hareketli kılan ve işlerini sonuçlandırmaya sevk eden hükümlerin sırlarını gösteren faydalı bilgiyi, Hz. Musa’ya indirilmiş olan Tevrat’ı ve kendisine vahyolu-nan İncil’i öğretmiştir.
O, İsrailoğulları’na gönderilmiş ve risaletinin doğruluğuna delil olan birtakım ayetlerle desteklenmiş bir rasuldür. Sözü geçen bu ayetler (mucizeler) şunlardır:
1- Çamurdan yaptığı kuşun canlanıp uçması. O, kuş şekline benzer muayyen ölçüde çamurdan bir suret yapmıştır. Yoksa çamurdan yeni bir şekil meydana getirmemiştir. Yaptığı bu cisme üfler ve o Allah’ın kudret ve iradesiyle bir kuş oluverir; Hz. İsa’nın kendi kudret ve iradesiyle değil. Çünkü o böyle bir şeye güç yetiremeyen bir yaratıktır.
Rivayet edildiğine göre Hz. İsa’dan bir yarasa yaratmasını istediler. O da çamur aldı, onu şekillendirdi ve ona üfledi. Bu cisim gözleri önünde uçan bir kuş oluverdi. Gözlerinden kaybolur kaybolmaz ölü olarak düşüverdi. Böylelikle hâlikle mahlûkun fiili birbirinden ayırt edilmiş ve mutlak kemalin Yüce Allah’a ait olduğu bilinmiş oldu. Vehb (b. Münebbih) dedi ki: İnsanlar ona baktıkları sürece uçuyor, gözlerinin önünden kayboldu mu ölüp düşüyordu. Böylelikle onun yaptığı ile Allah’ın yarattığı birbirinden ayırt edilmiş oldu.
2,3- Anadan doğma körü, abrası iyileştirmesi ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltmesi. Özellikle bu iki hastalığın zikredilmesi, doktorların onları tedavi etmekte acze düşmüş olmalarındandır. Şunu da bilelim ki, Hz. İsa zamanında tıp ileri bir dereceye ulaşmıştı. Allah da onlara tıp konusunda bir mucize gösterdi.
Pek çok ilim adamı şöyle demektedir: Allah gönderdiği her bir peygamberi çağdaşı olan insanlara uygun bir mucize ile göndermiştir. Hz. Musa döneminde Mısır’da büyücülük çok yaygındı ve büyücüler tazim ediliyordu. Yüce Allah Hz. Musa’yı gözleri kamaştıran, bütün sihirbazları şaşırtan bir mucize ile birlikte peygamber olarak gönderdi. Onlar bu mucizenin, istediğini yapan mutlak malik Allah tarafından gönderildiğini kesin olarak bilince, İslâm’a boyun eğdiler ve Allah’ın hayırlı kulları arasına girdiler. Hz. İsa da tıbbın ve tabiat bilimlerinin ileri olduğu bir dönemde peygamber olarak gönderildi. O da herhangi bir kimsenin -şeriatı teşri buyuran kimse tarafından desteklenmiş olması dışında-yapamayacağı mucizeleri onlara gösterdi.
Bir doktor cansıza nasıl hayat verecektir veya anadan doğma körü ve abrası nasıl tedavi edebilecektir? Kabrinde ölü bulunanı nasıl diriltebilecektir? İşte Hz. İsa, Azer adında bir arkadaşını, koca karının oğlunu, gümrük memurunun oğlunu diriltti ve bunlar bir süre yaşadılar, çocukları da oldu. Ayrıca Hz. Nuh’un oğlu Şam’ı da diriltti ve o hemen öldü.
Aynı şekilde Muhammed (s.a.) de fasihlerin, beliğlerin ve şairlerin alabildiğine bol ve edebiyatın ileri noktalarda olduğu bir dönemde peygamber olarak gönderildi. O da onlara öyle bir kitap getirdi ki, insanlar ve cinler onun bir benzerini yahut on suresinin yahut bir tek suresinin benzerini getirmek için bir araya gelecek olsalardı dahi, ebediyyen buna güç yetiremeyeceklerdi. İsterse bir birlerine yardımcı olarak bu işi birlikte yapmaya çalışsınlar. Bunun tek sebebi şudur: Aziz ve Celil olan Rabbin sözü, hiç bir zaman mahlûkatın sözüne benzemez.
4- Hz. İsa onlara demişti ki: “Ne yediğinizi ve daha sonraki zamanlar için evlerinizde neleri saklayıp neleri koruduğunuzu da haber veriyorum.”
Peygamberlerin gaybden haber vermesi ile müneccim ve kâhinlerin haber vermesi arasında şu fark vardır: Peygamber başka herhangi bir şeye dayanmaksızın doğrudan Allah’ın bildirmesiyle haber verir. Kâhin ve müneccim ise türlü hileli yollara ve yıldızlar, cinler ve bazı insanlar kullanarak ve bir takım bilgi vasıtalarına baş vurarak bu işi yaparlar.
İşte benim bunları yapmam, -eğer sizler Allah’ın göz kamaştırıcı ayetlerini doğrulayan, O’nun tevhidini ve her şeye güç yetiren kudretini kabul eden kimseler iseniz- risaletimin doğruluğunun kesin belgeleri, delilleridirler.
5- Ben sizlere önceden inmiş Tevrat’ı doğrulayıcı olarak geldim. Onu nes-hetmek veya hükümlerine muhalefet etmek için gelmedim. Bundan bazı istisnalar ile Tevrat’ta sizin için ağır olan bazı hükümleri İncil’de Yüce Allah’ın hafiflettiği başka hükümlerle değiştirerek geliyorum. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ve size haram olan bazı şeyleri size helâl kılmak için (geldim).” Yani Yüce Allah’ın, “O Yahudilerin zalimlikleri sebebiyle kendilerine helâl kılınan bir çok temiz şeyleri üzerlerine haram kıldık.” (Nisa, 4/160) buyruğunda işaret edildiği gibi, zalimlikleri sebebiyle İsrailoğullan’na haram kılınmış bir takım temiz şeyleri helâl kılmak için geldim, demektir. Denildiği gibi zalimlikleri sebebiyle İsrailoğulları’na haram kılınanlar arasında balık, deve eti, iç yağları ve cumartesi günü çalışmak da vardır.
Bunun dışında kalan hususlarda ben tevhid, öldükten sonra dirilmek, ahlâkî faziletler gibi dinin esasını teşkil eden hususlarda Tevrat’a uygun şeyler tebliğ ediyorum. İncil’de Hz. İsa’nın şöyle dediği kaydedilmektedir: “Ben namusu nakzetmek (yani Tevrat’ın şeriatını kaldırmak) üzere gelmedim. Fakat onu tamamlamak üzere geldim.”
6- Ben size ardı arkasına Rabbinizden doğruluğuma ve risaletimin sıhhatine belge olacak ayetler getirdim. Bunun tekrar edilmesi tekit için ve takva emrine esas teşkil etmesi içindir. Getirdiği mucizeler (ayetler) pek çok olduğu halde, ayetten tekil olarak söz edilmesi, risaletine delil olmak bakımından aynı türden olduklarından dolayıdır.
Bana aykırı davranmak hususunda Allah’tan korkunuz. Sizi davet ettiğim şeye -ki bu da Allah’ın tevhid edilmesidir- bana itaat ediniz. Şüphesiz Allah benim de Rabimdir, sizin de Rabbinizdir. O halde yalnız O’na ibadet ediniz. İşte bütün peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri dosdoğru, dünya ve ahirette hayırlara götüren yol budur. Kim bunu bırakıp başka yola saparsa o dalâlet (sapıklık) içerisindedir.
İşte bu, risalet görevinin bir özetidir. Bunlar, Allah’tan korkmayı, Allah’a itaati emretmek, ulûhiyet ve rububiyetin birliğini kapsayan tevhidi kabul etmek, Allah’a kulluğu, O’na itaati itiraf etmektir. İşte Meryem ve onun oğlu hakkında apaçık ve doğru olan söz ve yol budur.
Bu gerçekler İncil’de de vardır. Çünkü İncil’de şu ifadeler yer almaktadır: “Ben benim de babam, sizin de babanız, benim de ilâhım, sizin de ilâhınız olana gidiyorum.” Baba ise o dilde efendi demektir. Buna delil ise “Benim de babam, sizin de babanız” ifadesini kullanmasıdır. Böylelikle onun evlatlığı gerektiren babalığı kastetmediği anlaşılmaktadır. [1][43]