VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 114. VE 115. AYETLER

Mescitlerde Namaz Kılmayı Engelleyen Zalimin Durumu Ve Herhangi Bir Yerde Namaz Kılmanın Sahih Olması
114- Allah’ın mescitlerinde Allah’ın adının anılmasını engelleyenlerden ve onların harab olmasına çalışanlardan daha zalim kim olabilir? Böyleleri oralara ancak korka korka girebilirler. Onlar için dünyada rüsvaylık vardır, ahirette de büyük bir azap yine onlaradır.
115- Doğu da batı da Allah’ındır. Bundan dolayı nereye dönerseniz Allah’ın vechi oradadır. Şüphe yok ki Allah Vâsi’dir, Alîm’dir.
Nüzul Sebebi
- ayet-i kerimenin nüzul sebebi ile ilgili olarak İbni Abbas’dan iki ayrı rivayet gelmiş bulunmaktadır. el-Kelbî’nin ondan yaptığı rivayete göre bu ayet-i kerime Romalı Titus ve onunla birlikte olan Hristiyanlar hakkında nazil olmuştur. Bu hükümdar ve beraberindekiler İsrailoğulları’na hücum etmiş savaşçılarını öldürmüş, kadın ve çocuklarını esir almış, Tevrat’ı tahkir etmiş, Beytul-Makdis’i yıkmış, oraya leş atmışlardır.
Katade der ki: Bu kişi Yahudilere baskın yapan, hücum eden, Beytü’l-Makdis’i yıkan Buhtunnassar ve onunla birlikte olanlardır. Bu hususta onlara Romalı Hristiyanlar da yardımcı ve destek olmuşlardır.
Ata’nın İbni Abbas’tan rivayeti ise şöyledir: Bu ayet-i kerime Mekke müşriklerinin Müslümanları Mescid-i Haram’da Yüce Allah’ın adını anmaktan engellemeleri hakkında nazil olmuştur. İbni Ebî Hatim de İbni Abbas’dan şunu rivayet etmektedir: Kureyşliler Resulullah (s.a.)’ı Mescid-i Haram’da, KâTıe’nin yanında namaz kılmaktan engelleyince şanı yüce Allah: “Allah’ın mescitlerinde Allah’ın adının anılmasını engelleyenlerden… daha zalim kim olabilirT ayetini indirdi.
İbni Cerir ise Ebu Zeyd’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bu ayet-i kerime Hudeybiye günü, Resulullah (s.a.)’ın Mekke’ye girmesini engellemeleri üzerine müşrikler hakkında nazil olmuştur.
İbnül-Arabî’ye göre ise, bu ayet-i kerime Resulullah (s.a.)’ın önce Beytül-Makdis’e doğru namaz kılması, sonra da Kabe’ye doğru dönüp namaz kılması üzerine nazil olmuştur. Bu konuda Yahudiler ona itiraz edince Yüce Allah Hz. Peygamber için bir keramet, onlara karşı da bir delil olmak üzere bu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu. Nitekim İbni Abbas da böyle demektedir.
Durum her ne olursa olsun asıl nazar-ı itibara alman lafzın genelliğidir, nüzul sebebinin özelliği değil. O balomdan bu ayet-i kerime hem Kitap Ehli’ni ve hem de onların durumunda olanları kapsamakta ve Hz. Mesih’in vefatı üzerinden yaklaşık yetmiş yıl geçtikten sonra Beytül-Makdis’e giren Bizanslı Ti-tus’un yaptıklarına ve onun orayı tahrip etmesine, Hz. Süleyman’ın heykelini yıkıp Tevrat’ın bazı nüshalarını yakmasına da işaret etmektedir. Nitekim Hz. Mesih Yahudilere böyle bir tehlikeyi bildirip uyarmıştı. Diğer taraftan bu ayet-i kerime, Peygamber (s.a.)’i ve onun ashabını Mekke’ye girmekten engelleyen Arap müşriklerine de, Beytül-Makdis’e ve onun dışında kalan İslâm topraklarına hücum eden ve Mescid-i Aksa’dan müslümanlan engelleyip pek çok mescidi yıkan haçlılara da uymaktadır. Aynı durum günümüzde Filistin’deki pek çok mescidi tahrip etmekle, Mescid-i Aksa’yı yakmak ve defalarca onu yıkmaya çalışmak suretiyle Yahudiler tarafından da defalarca tekrarlanıp durmaktadır. [1][96]
Açıklaması
Kamuya açık mescitlerde ibadeti engellemekten, onları tahrip edip yıkmaya ve dinin emrettiği ibadetlerin orada eda edilmesine mani olmaya çalışmaktan daha ağır, daha ileri boyutlarda bir zulüm söz konusu olamaz. Çünkü bu davranışlar yaratıcıyı unutmaya götüren bir şekilde dinin saygı duyulması gereken sınırlarını çiğnemektir. İnsanlar arasında çeşitli münker ve fesadın yaygınlık kazanmasını sağlamak demektir. Bu şekilde tahrip yapan veya bu ibadet yerlerini çalışmaz hale getiren kimselerin böylesi yerlere ancak Allah’ın ve dinin azametinden, İslâm’ın ve Müslümanların satvetinden korkarak girmeleri söz konusu olabilir. Allah böylelerine, dünya hayatında aşağılanmak ve zelil olmakla tehditte bulunmuştur. Nitekim Romalıların da egemenlikleri, imparatorlukları bu sebepten paramparça olmuştur. Ahirette ise bunları cehennemde çok çetin ve ağır bir azap ile tehdit etmiştir ki orası çok kötü bir dönüş yeridir.
Müslüman ile mescitler arasında engeller konulacak olursa, bilinmelidir ki Müslüman her yerde namazını kılabilir. Namaz kılan kişi nereye dönerse Yüce Allah’a yönelmiş olur. Çünkü doğu da batı da yalnız Allah’ındır. Yani bunlar O’nun mülküdür ve O’nun tarafından yaratılmıştır. Allah böyle bir kimsenin kıldığı namazdan razıdır, kabul eder. Çünkü Yüce Allah Vâsi’dir hiçbir mekân onu sınırlamaz. İlmi de geniştir, kendisine yönelen herkesi bilir. [2][97]
Hata Yoluyla Kabe’den Başka Tarafa Yönelmenin Hükmü:
Kişi havanın bulutlu olduğu bir sırada kendi kanaatiyle hareket ederek kıbleden başka cihete doğru namaz kusa ve daha sonra kıblenin o cihet olmadığını anlasa, Cumhur’a (Ebu Hanife, Malik ve Ahmed’e) göre namazı caizdir. Fakat İmam Malikin görüşüne göre vaktin içinde namazı iade etmesi müstehaptır, vacip değildir. Çünkü o, emredildiği şekilde farzını eda etmiş bulunmaktadır. Eksik bırakılan şeylerin tamamlanması (kemâl) ise, vaktin içerisinde mümkündür. Buna delili ise yalnız basma namaz kılıp da aynı namazın vakti çıkmadan cemaat ile kılındığını gören bir kimsenin namazını, bu gibi kimselerle tekrar iade edebileceği hususudur. Bununla birlikte, vaktin içerisinde namazın müstehap olarak iade edilmesi, ancak kendi kanaatiyle hareket etmekle birlikte kıbleye arkasını dönen ya da oldukça doğu veya batıya doğru namaz kılan kimse içindir. Kıble istikametinden az bir şekilde sağa ya da sola dönen kimsenin ise vaktin içerisinde ya da dışında olsun, namazını tekrar iade etmesi gerekmez.
İmam Şafiî’ye göre ise bu şekilde (kıbleden başka tarafa dönülerek) “kılınan namaz caiz değildir, çünkü kıble namazın şartlarından bir şarttır. [3][98]
Binek Üzerinde Nafile Namaz Kılmak:
Binek üzerinde nafile namaz kılmanın caiz olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. İbni Ömer şöyle demiştir: Resulullah (s.a.) Mekke’den Medine’ye doğru gelirken devesi üzerinde olduğu halde yüzü hangi tarafa dönerse dönsün namaz kılardı. İbni Ömer der ki: “İşte: “Bundan dolayı nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır.” (Bakara: 2/115) ayet-i kerimesi onun hakkında nazil olmuştur.”
Fukaha namazın kısaltılmasını gerektirmeyen bir mesafe kadar (89 km’den az) bir yolculuğa çıkan kimse hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Ma-likîler ve es-Sevrî der ki: Namazın kısaltılabileceği kadar bir yolculuk dışında, binek üzerinde nafile namaz kılınmaz. Çünkü Resulullah (s.a.)’ın nafile namaz kıldığı belirtilen yolculuklarının hepsi namazın kısaltılabileceği kadar uzak olan yolculuklardır.
Ebu Hanife, arkadaşları, Şafiî ve Dâvud ez-Zahiri de der ki: Her türlü yolculukta ve şehrin dışında, binek üzerinde nafile namaz kılmak caizdir. Çünkü nakledilen rivayetlerde herhangi bir seferi tahsis eden bir ifade yoktur. Her bir yolculukta bu caizdir. Bundan tek istisna, kabul edilmesi gereken bir delil ile belirtilen özel durumları bulunan yolculuklardır. [4][99]
Gaibe Namaz Kılmak (Gıyabi Cenaze Namazı):
İmam Şafiî, gaib için cenaze namazı kılınmasını caiz görmektedir. Delili ise Peygamber (s.a.s.)’in hicretin 9. yılında ashab-ı kiram ile birlikte Habeş hükümdarı Necaşî’nin üzerine namaz kılmalarıdır. Necaşi’nin adı Arapça, atıyye (bağış) anlamına gelen Ashame idi, Ashab-ı kiram bu namaz ile ilgili olarak, “Ölmüş ve bizim kıblemizden başka bir tarafa namaz kılmış kimsenin üzerine nasıl namaz kılabiliriz?” deyince bunun üzerine: “Muhakkak ehl-i kitap’tan Allah’a… iman edenler vardır.” (Âl-i İmran: 3/199) ayeti nazil oldu <194>. Şu kadar var ki bu rivayet oldukça gariptir, mürsel ya da mu’daldır. [5][100]
Kur’ân ve Sünnet’te “Allah’ın Vechi” Tabirinden Maksat:
İlim adamlarının Kur”ân-ı Kerim’de ve sünnette Yüce Allah’a izafe edilen “Vech” in yorumlanması hususunda farklı görüşleri vardır. [6][101] Bir kesim şöyle der: Bu, bir mecazdır. Çünkü vech (yüz) görülen bir yaratığın organları arasında en açıkta ve en değerli olanıdır. Vech’i olan ile anlatılmak istenen, varlığı olan demektir. Buna göre: “Biz size ancak Allah’ın vechi için yemek yediriyo-ruz.” (Dehr: 76/9) buyruğu, “vechi bulunan Allah’ın rızası için size yemek yedi-riyoruz” demektir. Nitekim: “Yüce Rabbinin vechini aramasının dışında…” (Leyi: 93/20) buyruğu da böyledir. Yani vechi olan rabbinin rızasını aramanın dışında… fbni Abbas der ki: Vech, aziz ve celil olan Allah’ın zatını ifade eden bir tabirdir. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Ve celâl ve ikram sahibi Rabbinin vech’i kalır.” (Rahman: 55/27) “Allah’ın vechi (yüzü) oradadır” buyruğunun anlamı Allah oradadır, demek olur. Bu aynı zamanda Yüce Allah için mekân ve cihetin nefyedildiğini de göstermektedir. Çünkü onun-için böyle bir şey imkânsızdır. O, ilim ve kudretiyle her yerdedir.
Bazı ilim önderleri de şöyle demektedir: Bu şanı yüce Allah hakkında delil ile sabit ve aklen kadîm olan sıfatlardan ayrı bir sıfattır. Bu görüş daha uygun ve daha ihtiyatlıdır. [7][102]