VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 119. VE 121. AYETLER

Yahudi Ve Hıristiyanlara Uymaktan Sakındırma
119- Şüphe yok ki biz seni hak ile müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu tutulmazsın.
120- Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden hoşnut olmazlar. De ki: «Muhakkak ki Allah’ın hidayeti, işte doğru yol ancak odur.” Andolsun ki sana gelen ilimden sonra onların nevalarına uyacak olursan Allah’tan seni koruyacak hiçbir dostun ve yardımcın yoktur.
121- Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu gereği gibi okurlar. İşte bunlar ona iman ederler. Her kim onu inkâr ederse işte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir.
Ayetlerin Nüzul Sebebi
Gördüğümüz bu (119-121) ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili olarak şöyle denilmiştir: Bu ayetler Resulullah (s-a.)’ın anne ve babası hakkında nazil olmuştur. Şu kadar var ki bunu ifade eden hadis mürseldir ve sabit değildir. Mukâtil der ki: Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: “Eğer Allah Yahudiler üzerine azabını indirecek olursa mutlaka iman ederler.” Bunun üzerine Yüce Allah: “Sen cehennemliklerden sorumlu tutulmazsın.” buyruğunu indirdi.
- ayet-i kerime ile ilgili olarak da müfessirler şöyle demiştir: Yahudiler ve Hıristiyanlar Resulullah (s.a.)’tan barış antlaşması yapmasını istiyorlar, kendileriyle barış yapıp da mühlet tanıdığı vakit ona uyup muvafakat edecekleri intibaını veriyorlardı. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.
İbni Abbas der ki: Bu, kıble ile ilgilidir. Şöyle ki: Medine Yahudileri ile Necrân Hıristiyanları Peygamberimizin kendilerinin kıblesine yönelerek namaz kılacağını ümid ediyorlardı. Allah Kâ’be’ye doğru kıbleyi değiştirince bu iş onlara ağır geldi ve Peygamberin dinleri hususunda kendilerine muvafakat edeceğinden yana ümitlerini kestiler. Bunun üzerine de Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi indirdi.
- ayet-i kerime ile ilgili olarak da İbni Abbas Atâ ve el-Kelbf den gelen rivayet yoluyla şöyle demektedir: Bu ayet-i kerime, Ca’fer b. Ebî Tâlib ile birlikte Habeşistan topraklarından gemiyle Medine’ye dönen kimseler hakkında inmiştir. Bunlar Habeşistanlı ve Şamlılardan kırk kişi kadar idiler. ed-Dahhâk da der ki: Bu ayet-i kerime Yahudi olup da iman eden kimseler hakkındadır. Katâde ve İkrime de: “Bu ayet-i kerime Muhammed (s.a.) hakkında inmiştir”, demektedirler. [1][105]
Açıklaması
- ayet-i kerime, Peygamber (s.a.)’i göğsü daralmasın, sıkılıp üzülmesin diye teselli etmektedir. Onun Yüce Allah tarafından insanlara müminleri müjdeleyen, kâfirleri uyarıp korkutan, bütün insanları vakıaya uygun akide ile, getirdiği şeriat ve hükümlerle mutlu eden, kendisine itaat edenleri cennetle müjdeleyip isyan edenleri cehennem ile uyarıp korkutan bir peygamber olarak gönderildiğini vurgulamaktadır. Ayrıca onun görevinin tebliğ etmekten ibaret olduğunu açıklamaktadır. O halde kafirlerin küfür ve inatlarında ısrar etmeleri halinde onun için herhangi bir vebal söz konusu değildir: “Onların hesabından sana bir şey düşmez.” (En’âm: 6/52); “O halde sen kendini hasretlerle onlar için helak etme!” (Fâtır: 35/8); “Bu söze iman etmiyorlar diye arkalarından üzülerek kendini belki helak edeceksin.” (Kehf: 18/6).
Cehennemliklerden sen sorumlu olmayacaksın. O bakımdan onların seni yalanlamalarının sana bir zararı olmaz. Onlar için üzülme, kederlenme. Sen zorlayıcı ve baskı yapmak üzere gönderilmiş değilsin ki iman etmedikleri takdirde senin kusurlu davranman söz konusu olsun. Aksine sen öğretici, tebliğ edici, hikmet ve güzel öğütle insanları hidayete iletici bir peygamber olarak gönderildin. “On/arm hidayete ermesi senin sorumluluğun değildir. Fakat Allah dilediği kimseye hidayet verir.” (Bakara: 2/272).
Resulullah (s.a.) Kitap Ehli’nin kendi risaletine iman edeceklerini ümit ediyordu. Çünkü Allah’ın tevhid edilmesi, ve bazı dinin temelini teşkil eden hususlarda ona uygun inanışlara sahip idiler. Onun çağrısını kabul etmekten yüz çevirmeleri ona ağır gelmişti. Lisan-ı halleriyle de şöyle diyorlardı: “Ya Mu-hammed, bize istediğin kadar apaçık bir beyyine (delil) getir. Bizi razı etmek için ne yaparsan yap, sen bizim milletimize (dinimize) uymadıkça biz senden razı olmayız.”
Millet: Kullar için meşru kılınmış yol demektir. Küfür bütünüyle bir millettir. Millete din de denilir. Çünkü kullar onu ortaya koyana itaat edip uyarlar. Şeriat adı da verilir. Çünkü yüce Allah’ın sevap ve rahmetine götüren bir yoldur.
Yüce Allah onlara şöyle cevap vermektedir: Allah’ın hidayeti ve İslâm adını alan peygamberlere indirdiği dini, tek başına uyulması gereken hidayetin, doğru yolun kendisidir. Başka inanışların temelini ise heva ve arzular teşkil etmektedir. İşte Yahudi ve Hıristiyanların Allah’ın dinine ekledikleri de bunlardır. Ya Muhammed! Sen onların nevalarına ve dinlerine eklediklerine tabi olursan ve kalbinde ilâhî vahiy ile yer etmiş bulunan yakîn ve huzurdan sonra bunlara uyarsan, diğer taraftan yanlış tevillerde bulunarak sözleri yerlerinden değiştirip tahrif etmelerine rağmen onların ardından gidersen, şunu bil ki Allah sana yardım etmez, seni desteklemez. Allah sana yardım etmeyecek, seni veli edinmeyecek olursa, ondan başka sana kim yardım edebilir ki!
İşte bu suretle Peygamber (s.a.)’in onların İslâm’a gireceklerine dair umud beslememesi buyurulmaktadır. Çünkü onların Hz. Peygamberden razı ve hoşnut olmaları imkânsız olan bir şeyin gerçekleşmesine bağlıdır. O da onun onların milletlerine (din ve şeriatlarına) tabi olması ve dinlerine girmesidir.
Peygamber (s.a.)’e yapılan bu uyarı ve hitap, gerçekte bütün insanlara yapılan bir uyarı ve hitaptır. Burada müslümanlar Resulullah (s.a.)’ın şahsında temsil edilmektedir. Çünkü imam, önder ve uyulan örnek odur.
Daha sonra Yüce Allah önceden söz konusu ettiği buyruklardan ayrı olarak, Peygamber (s.a.)’in Kitap Ehli’nden ebediyyen ümidini kesmemesi için, bazı Kitap Ehli’nin Tevrat’ı düşünerek üzerinde durarak okuduklarını, hakkı ile o kitabı anlayıp kavradıklarını, kör bir taassuba kapılmadıklarını, o kitapta bulunan Resulullah (s.a.s.)’m niteliklerini değiştirip tahrif etmediklerini, dünya karşılığında ahiretlerini satmadıklarını, Allah’tan cennetini isteyip cehenneminden sığındıklarını haber vermektedir. İşte bunlar senin getirdiğinin hak olduğunu idrak ederler. Herhangi bir bozukluk söz konusu olmaksızın Tevrat’a iman ederler. Bu şekilde Tevrat’a iman eden kimseler, Kur’ân’a da peygambere de iman ederler. Abdullah b. Selâm ve benzerleri gibi. Tahrifçilerden olup kitabını inkâr eden kimseler ise, katiyyen sana iman etmez. İşte bunlar helak olacak kimselerdir ki pek çoktur. Bunlar hem dünya hem ahiret mutluluğunu kaybedenlerdir. Azap bunlara hak olmuştur. Çünkü bunlar hidayet karşılığında dalâleti almış kimselerdir. Ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdır onlar!
Burada geçen “kitap”tan kasıt Tevrat’tır. Katâde ise, kastın Kur’ân-ı Kerim olduğunu söylemekte ve ayet-i kerimenin genel bir anlam ifade ettiği kanaatindedir. Her iki durumda da Yüce Allah’ın: “Onu gereği gibi okurlar” buyruğu ile anlatılmak istenen, ondaki emir ve yasaklara uyup helâlini helâl, haramını haram kabul ederek, ihtiva ettiği hükümler gereğince amel etmek suretiyle ona hakkı ile tabi olurlar, demektir. [2][106]