sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 186. VE 187. AYETLER

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 186. VE 187. AYETLER
26.02.2025
5
A+
A-

Oruca Dair Hükümler

 

186-  Kullarım senden beni sorarlarsa işte ben muhakkak pek yakınım. Bana mut­ onlar da  Olur ki doğru yola ulaşırlar.

187- Oruç gecesinde kadınlarınıza yak­laşmak size helal kılındı. Onlar sizin için bir elbise siz de onlar için bir elbi­sesiniz. Allah nefislerinize karşı hain­lik etmekte olduğunuzu bildiği için tevbenizi kabul etti, sizi affetti. Artık onlara yaklaşın ve Allah’ın size takdir ettiğini isteyin. Fecrin beyaz ipliği si­yah ipliğinden tarafınızdan seçilinceye kadar yiyin için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın. Mescidlerde itikâf-ta bulunduğunuz zaman kadınlarınıza yaklaşmayın. Bunlar Allah’ın sınırları­dır. Sakın onlara yaklaşmayınız. İşte Allah ayetlerini böylece insanlara açıklar; takva sahibi olsunlar diye.

 

Nüzul Sebebi

 

  1. ayetin nüzul sebebi ile ilgili olarak İbni Cerîr et-Taberî ve başkaları Muaviye b. Hayde’den, onun babasından, onun da dedesinden şöyle dediğini ri­vayet etmektedirler: Bir bedevi Resulullah (s.a.)’ın yanına gelip şöyle dedi: Rabbimiz yakın mıdır, eğer yakınsa O’na yavaşça dua edelim. Yoksa uzak mı­dır? Eğer uzaksa O’na yüksek sesle seslenelim? Hz. Peygamber sustu. Bunun üzerine: “Kullarım seni benden sorarlarsa…” ayeti nazil oldu. Başka bir takım sebepler de rivayet edilmiştir; bunları “Açıklaması” başlığı altında zikredece­ğiz.
  2. ayet-i kerimenin nüzul sebebi ile ilgili olarak da Ahmed, Ebu Davud ve Hakim, Muâz b. Cebel’den şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Önceleri uyumadıkları sürece yer, içer ve hanımlarına yaklaşırlardı. Uyudular mı bun­lardan uzak dururlardı. Daha sonra kendisine Kays b. Sırma denilen En-sar’dan bir adam yatsı namazını kıldı ve sonra yemeden içmeden uyudu. Niha­yet sabah oldu. Sabah olduğunda oldukça bitkin idi. Hz. Ömer de uyuduktan sonra hanımına yaklaşmıştı. Peygamber (s.a.)’in yanma gelip durumunu anla­tınca Yüce Allah, “Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak… sonra orucu gece­ye kadar tamamlayın.” buyruğuna kadar olan bölümü indirdi.

Bu durum şunu göstermektedir: Oruç farz kılındığında her kişi kendisi için daha ihtiyatlı olanı, takvaya daha yakın olanı yapmaya gayret gösteriyor­du. Bu durum, bu ayet nazil oluncaya kadar devam etti.

“Fecrin” kelimesinin ibarede bulunması sebebiyle ilgili olarak Zemahşerî şunları söylemektedir:

Eğer Yüce Allah “Fecrin” buyruğunu zikretmemiş olsaydı “iki ip”in istiare olarak kullanıldığı bilinemezdi. O bakımdan “fecrin” kelimesi ilave edilerek, bu beliğ bir teşbih haline gelmiş ve istiare olmaktan çıkmıştır.

Desen ki: Peki, bu beyana rağmen Adiyy b. Hatim nasıl oldu da işin için­den çıkamadı ve durumunu şöylece dile getirdi: Biri siyah biri beyaz iki ip al­dım. Bunları yastığımın altına koydum. Geceleyin kalkıyor ve bu iplere bakı­yordum. Beyazı siyahtan ayırdedemiyordum. Sabah olduğunda Resulullah (s.a.)’ın yanına gittim. Ona durumu bildirince güldü ve: “Gerçekten senin yastı­ğın oldukça enli imiş.” Şöyle dediği de rivayet edilmiştir: “Sen kafası enli (saf­ça) bir kimsesin. Orda kastedilen gündüzün beyazlığı ile gündüzün siyahlığı­dır.” Senin bu soruna karşılık cevabım şudur: (Adiyy b. Hatim) oradaki beyana dikkat edememiştir. Bundan dolayı Resulullah (s.a.) kafasının enli olduğunu söylemiştir. Çünkü bu ifade kişinin uyanıklığının ve dikkatinin azlığına delil­dir.

Desen ki: Sehl b. Sa’d es-Saidî’den gelen şu rivayet hakkında ne dersin: Bu ayet-i kerime nazil oldu ve bu arada “fecrin” ifadesi nazil olmadı. O bakım­dan bazıları oruç tutmak istediklerinde onlardan birisi ayağına beyaz ve siyah iplik bağlar. Bu iplikleri birbirinden ayırdedebilene kadar yemesine ve içmesi­ne devam ederdi. Daha sonra “fecrin” buyruğu nazil oldu. Böylelikle bununla gece ile gündüzün kastedildiğini anlamış oldular.” [1][36] Bu durumda beyanın te­hiri nasıl caiz olur? Halbuki bu, bir çeşit abesi andırır, zira bundan muradın ne olduğu anlaşılamamaktadır. Delaleti olmadığından dolayı istiare değildir. “Fec­rin” kelimesi zikredilmeden önce de teşbih de değildir. Buna göre ondan haki­katten başka bir şey anlaşılmaz. Halbuki hakikat kastedilmemektedir.

Derim ki: Beyanın ertelenmesinin caiz olmadığı fukaha ve kelamcıların çoğunluğunun görüşü olup aynı zamanda bu Ebu Ali ile Ebu Haşim’in de görü­şüdür. Bunlara göre bu hadis sahih değildir. Bunu caiz kabul edenler ise, şöyle derler: Bu abes bir iş değildir. Çünkü muhatap bundan hitabın vücubunu anlar ve bundan muradın ne olduğunun açıklanmasını istediği vakit de onu yapma azim ve kararını verir. [2][37]

 

Açıklaması

 

Bu ayet-i kerimeler itaat, ihlas, âdâb, ahkâm, müminleri hidayet ve doğru­luğa hazırlayan Yüce Allah’a dua ile yönelmek gibi, oruç ibadetinde olsun, onun dışında kalan diğer itaatlerde olsun, riayet etmeleri gereken hususları müminle­re öğretmekte, kullara hatırlatmaktadırlar. Ayetlerarası ilişki kurma yönü ile il­gili olarak Kadı Beydavî şunları söylemektedir: Şunu bil ki Yüce Allah müminle­re Ramazan ayı orucunu tutmalarını ve sayıya riayet etmelerini emredip tekbir ve şükür görevlerini yerine getirmeye teşvik etmenin akabinde, hallerinden ha­berdar olduğuna, sözlerini işittiğine, dualarına cevap verdiğine, amellerinin kar­şılıklarını vereceğine delalet eden bu ayet-i kerimeyi irad buyurmakla bu emrini tekid etmekte ve emrini yerine getirmek üzere onları teşvik etmektedir.

Bu ayet-i kerimenin nüzul sebebi hakkında şu da rivayet edilmiştir: Pey­gamber (s.a.); Yüce Allah’a Hayber gazasmda yüksekçe sesle dua ettiklerini işi­tir, onlara şöyle buyurur: “Ey insanlar! Kendinize merhamet ediniz. Sizler ne sa­ğır birisine ne de burada bulunmayan uzaktaki birisine dua ediyorsunuz. Sizler, her şeyi işiten ve her şeyi bilen birisine dua ediyorsunuz. O sizinle beraberdir.”

Katade’den gelen rivayete göre de ashab-ı kiram şöyle dedi: Ey Allah’ın peygamberi, Rabbimize nasıl dua edelim? Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu.

Yine rivayet edildiğine göre: “Ey iman edenler! Oruç… yazıldı.” ayet-i keri­mesi nazil olunca, bundan uyuduktan sonra yemek yemenin haram olduğunun kastedildiğini sandılar. Daha sonra yemek yediler, pişman oldular, tevbe etti­ler. Resulullah (s.a.)’a da: Acaba Yüce Allah tevbemizi kabul eder mi? diye sor­dular. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.

Burada “yakın olmak”tan kasıt, mekan itibariyle yakınlık değildir, aksine maksat ilim ile ve duanın kabulünü gerektiren bir yakınlıktır. Selefilerin görü­şüne göre Kur’an-ı Kerim ve sünnette zikredilen Allah’a yakınlık ve O’nun kul-larıyla beraber olması, O’nun yüceliğine ve yüksekte olmasına dair zikredilen­lere aykırı değildir. Şüphesiz O, şanı Yüce Allah her türlü noksanlıktan münez­zehtir, ve O’nun gibi hiç bir şey yoktur.

“Kullarım senden beni sorarlarsa” mealindeki 186. ayet-i kerimenin anla­mı şudur: Yani kullarım sana benim zatım hakkında soru sorarlarsa… Bu da yakınlık veya uzaklık cihetiyledir. De ki: Şüphesiz ben onlara çok yakınım. Ya­ni onların durumlarını bilir, sözlerini işitir, amellerini görürüm. Bu ayette kas­tedilen yakınlık ile benzeri bir diğer ayette kastedilen yakınlık aynıdır: “Ve biz ona şah damarından daha yakınız” (Kaf, 50/16). Benimle herhangi bir kimse arasında bir perde yoktur. Aracısız, ihlâsla bana dua edip duası ile birlikte ih-lasla amelde bulunan kimsenin duasını kabul ederim.

Duanın kabul edilmesi, rızık kazanma yollarının kolaylaştırılması, şifa, basan, sebeplere bağlı sonuçların ilahî başarı ve gözetim ile gerçekleştirilmesi gibi hususları da kapsar.

Duanın kabul edilebilmesi için şunlar da gereklidir: Sahih iman ile Al­lah’ın emirlerini kabul etmek, itaat etmek, kullar için faydalı olan namaz, oruç, zekât, hac ve benzeri ibadetleri gerçekleştirmek. O vakit Yüce Allah ku­lunun amellerine en güzel şekliyle mükâfat verir. Yüce Allah’a ihlâsla yapılan ameller iman ile birlikte yapıldıkları takdirde, bunlar doğruyu bulmak için dünya ve ahireti kuşatan hayra iletilmek için bir yoldur. Çünkü onlar Yüce Al­lah’ın kendilerini çağırdığı şeye icabet ettikleri takdirde, O da onların duaları­na, isteklerine icabet eder. Burada icabet (kabul etmek) teslim olmak ve itaat­le bağlanmak demektir. İman ise kalben boyun eğmek ve itaate yönelmek de­mektir.

  1. ayetteki: “le’alle=olur ki” umut ifade etmektedir. Bu ise Allah hakkın­da imkânsızdır. Çünkü şanı Yüce Allah (ihtimallilikten) yücedir ve buna ihtiya­cı yoktur. O bakımdan Kur’an-ı Kerim’de varid olduğu takdirde bu buyruk ile anlatılmak istenen: “Sizler amellerinizle doğru yola ulaşmayı umarak…” şek­linde olur veya ta’lil anlamına gelir, yani: “Doğru yola ulaşmanız için…” anla­mına gelir. Bunun da anlamı: Nasıl hidayet bulacaklarını ve nasıl itaat edecek­lerini öğrenirler; şeklindedir.

İbni Teymiyye der ki: O şanı Yüce Allah, arş’m fevkindedir. Kullarını görüp gözetir, onlar üzerinde mutlak hakimiyet sahibidir. Onların hallerinden haber­dardır, onlara muttalidir. Bunun kapsamına O’nun mahlûkatına yakın olduğuna iman da girmektedir. Sahih hadiste şöyle buyurulmaktadır: “Şüphesiz kendisine dua ettiğiniz zat herhangi birinize devesinin boynundan daha yakındır.”

Yüce Allah’ın, “İşte Allah ayetlerini böylece insanlara açıklar” buyruğunun anlamı da şudur: O sizlere orucu, hükümlerini, ona dair şer5! hükümleri ve et­raflı açıklamaları beyan ettiği gibi, Peygamberi Muhammed (s.a.) vasıtasıyla sair hükümleri de beyan eder. [3][38]

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.