VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 235. VE 237. AYETLER

Kocası Vefat Etmiş Olan Hanıma Talib Olmak Ve Onunla Nikahlanma Zamanı
235- (Bu şekilde iddet bekleyen) kadınlara üstü kapalı talip olmanızdan veya içinizde saklamanızdan dolayı üzerinize bir vebal yoktur. Allah onları hatırlayacağınızı bilmiştir. Fakat ma’rûf bir söz söylemenizden başka kendileriyle gizlice sözleşmeyin ve iddet sona erinceye kadar nikâh akdini bağlamaya azmetmeyin. Bilin ki Allah, şüphesiz içi-nizdekini bilir. Artık O’ndan sakının ve bilin ki muhakkak Allah, Gafûr’dur, Halîm’dir.
Açıklaması
Bu ayette de kadınlara dair hükümler sözkonusu edilmeye devam edilmektedir. Önceki ayet-i kerimelerde boşamanın, ric’atın, süt emzirmenin hükümleri, eşlerin ve çocukların hakları, babanın vazifesi olan nafaka, mesken ve giyim sağlamak ile kocası vefat etmiş kadının beklemek zorunda olduğu iddet ve yas tutma vücubu; bu ayet-i kerimede ise kocası vefat ettiğinden dolayı iddet bekleyen bir kadına iddet esnasında açıktan değil de işaret yoluyla, üstü kapalı bir şekilde evlenmeye talib olmanın caiz olduğu, iddeti bittikten sonra da onu nikâh akdi ile almanın sahih olduğu açıklanmaktadır. Şanı Yüce Allah burada kocası vefat etmiş kadına yahut onun velisine üstü kapalı bir şekilde erkeğin evlilik talebinde bulunmasının günah olmadığını beyan etmektedir. Bâin talâk ile boşanmış bir kadına iddeti esnasında da aynı şekilde teklif sözkonusu olabilir. Ya da erkek o kadm ile evlenme arzusunu içinde saklayabilir. Çünkü üstü kapalı ifade önceki kocanın hakkını sarsmaz. Belki de bunda geleceğin şartlarından yana bir çeşit güven ve huzur hissini vermek de sözkonusudur ve bu, kadının bakacak kimsesi olmadığı bir vakitte olmaktadır. Diğer taraftan bir şeyin insanın içinde saklı tutulması tabii bir durumdur ve bundan kaçmmak oldukça zordur. Bundan dolayı Yüce Allah: “Allah onları hatırlayacağınızı bilmiştir.” diye buyurmaktadır. Yani içinizden onları anacağını, bu arzunuzu gizlemenizin size zor geleceğini bilmiştir. İnsanın içten içe bir şeyi kastetmesinde bir zarar ve bir tehlike yoktur. Fakat gizliden gizliye evlenmek üzere sözleşmek haramdır. Çünkü bu şekilde bir sözleşme fitneye götüren bir basamaktır, çeşitli dedikodulara sebeptir. Açıklanmasında utanmaya sebep teşkil etmeyen ma’rûf bir sözle sözleşmek de haram değildir. Güzel geçinmekten, kadınlara karşı geniş kalpli olduğundan sözetmek ve benzeri sözler sarfetmek gibi. Buna göre ma’rûf söz söylemekten kasıt açıktan açığa değil de üstü kapalı (ta’rîz) bir ifade kullanmaktır. Yani onlara ancak ta’rîz yoluyla evlenme hususunda teklifte bulunabilirsiniz.
Aslında “gizlüik”den kasıt ilişkidir. Burada ise onunla kastedilen iddet esnasında gizlice evlenme akdidir. Bu lafız ilişki kurmaya sebep teşkil eden akid hakkında mutlak olarak kullanılmıştır. Taberî’nin tercih ettiği görüşe göre ise burada kasıt zinadır veya o kadına: Ben seni seviyorum, bana benden başkasıyla evlenmeyeceğine dair söz ver, demesidir. İbni Kesîr der ki: Ayet-i kerimenin bütün bunlar hakkında umumi olma ihtimali vardır.
Vefat sebebiyle kocasından iddet bekleyen kadına yahut onun velisine id-det süresi içerisinde üstü kapalı bir şekilde evlenme talebinde bulunmak, sen güzelsin, yahut umarım Allah senin gibi helâl süt emmiş saliha bir hanımı karşıma çıkartır”, gibi sözler söylemektir. Böylelikle kadın onunla evlenmeye kendisini hazırlasın. Ya da kadının yanında kendisinin güzel huy ve hasletlerinden bahsedebilir. Böylece kadın kendisine talib olan kimseler arasından daha üstün ve daha kerim olanı seçmek imkânını elde eder.
Ric’î bir talâktan dolayı iddet bekleyen kadına ister işaret yoluyla, ister açıktan açığa talib olmak ise haramdır. Çünkü o iddet içerisinde kaldığı süre içinde kocasının nikâhı altındadır.
Kocası vefat ettiğinden yahut bâin talâk dolayısıyla iddet bekleyen kadına açıkça tâlib olmak yine haramdır. Üstü kapalı ifade kullanmanın caiz oluşunun delili Taberî’nin Hanzala b. Abdullah b. Hanzala’nın kızı Sükeyne’den yaptığı şu rivayettir: Ben iddet bekliyorken Ebu Cafer Muhammed b. Ali b. Bakır yanıma geldi ve dedi ki: Ey Hanzala kızı, ben Resulullah (s.a.) ile olan akrabalığını bildiğin bir kimseyim. Ceddimin benim üzerimde hakkı vardır. İslâm’da geçmişi olan bir kimseyim. Sükeyne dedi ki: Cafer’in babası Allah sana mağfiret buyursun, ben iddetimde iken sen bana talip mi oluyorsun? Halbuki sen örnek alman bir kimsesin. Bana: Ben öyle bi şey mi yaptım? dedi. Sadece sana Resulullah (s.a.)’a olan akrabalığımı ve konumumu hatırlattım. Resulullah (s.a.), Ümmü Seleme’nin yanma girdi. Ümmü Seleme amcasının oğlu Ebu Sele-me’nin hanımı idi. Kocası vefat etmişti. Resulullah (s.a.) ona Allah nezdindeki mevkiinden eline yaslanmış olduğu halde bahsetti. O kadar ki ağırlığıı elinin üzerine fazla verdiğinden dolayı hasırın izleri eline çıktı ve onun bu davranışı bir evlenme talebi sayılmadı.
Ma’rûf olan söz şer”an münker olmayan söz demektir. Bu ise iffetli söz, hafif işaret, caiz olan ve ta’rizin kapsamına giren yaralayıcı olmayan latif sözler demektir. Tıpkı Resulullah (s.a.)’m kocasının vefatından sonra Allah’ın nezdindeki mevkiini Ümmü Seleme’ye hatırlatırken yaptığı gibi.
Daha sonra Yüce Allah iddet bekleyen kadın ile evlilik akdi yapmanın mubah olduğu vaktin iddetin bitişinden sonra olduğunu açıklamaktadır. Bundan önce akdin yapılmasını ise oldukça ağır bir üslûpla yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: Kocası vefat ettiğinden dolayı iddet bekleyen kadın ile önceki kocasından beklemesi gereken iddet olan 4 ay 10 gün sona ermeden şer”î evlilik akdini yapmaya karar vermeyiniz.
Yüce Allah bu sınırın aşılmasına karşı uyarıda bulunarak şöyle buyurmuştur: Biliniz ki Allah kalplerinizde sakladığınız caiz olmayan kararlan bilir. O bakımdan Allah’ın yasakladığı işleri, soz veya fiil olsun işlemekten sakınınız.
Bu sakmdırmakta hükümler teşvik edici ve korkutucu bir üslûpla, öğütlerle birlikte zikredilmiştir ki, bunlara gereken şekilde bağlılık daha bir pekiştiriri ifadelerle dile getirilsin.
Bununla birlikte Allah’ın hadlerini aşan ve günahı işlemek suretiyle kusurlu olup sonra da tevbe eden ve halini düzelten kimselere bağışlayıcı olduğunu biliniz. Cezayı acele vermeyen Halîm’dir O. Cezayı acilen verecek yerde amellerini ıslâh etsinler diye kullarına mühlet verendir. O bakımdan O’nun mühlet verişine de aldanmayınız. [1][77]
Kendisiyle Zifafa Girilmeden Önce Boşanan Kadının Durumu
236- Kendileriyle temas etmediğiniz veya kendilerine mehir tayin etmemiş olduğunuz hanımları boşarsanız üzerinize vebal yoktur. Onları metâlandı-rın. Eli geniş olan da, fakir olan da ha-lince, örfe uygun bir şekilde (faydalandırsın). Bu, ihsan edenler üzerine bir haktır.
237- Kendilerine mehir tayin etmiş iken hanımları onlara dokunmadan önce boşarsanız tayin ettiğinizin yarısını onlara verin. Meğer ki kendileri veya nikâh akdi elinde bulunan kimse bağışlamış olsun. Sizin bağışlamanız ise takvaya daha yakındır. Aranızda fazileti unutmayın. Muhakkak Allah, işlediğinizi çok iyi görendir.
Nüzul Sebebi
Rivayet edildiğine göre bu ayet-i kerime Ensar”dan bir adam hakkında nazil olmuştur. Bu adam herhangi bir mehir teyin etmeden bir kadın ile evlenmiş, sonra da ona dokunmadan bu kadını boşamıştı. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. Resulullah (s.a.) ona: “Sarığını vermekle dahi olsa onu metâ-landır, diye buyurdu.” [2][78]
Açıklaması
Kendileriyle gerdeğe girmeden ve onlar için bir mehir belirlemeden önce kadınları boşadığınız takdirde şayet onlar için bir mehir tespit edilmemiş ise mehr-i misil veya tayin edilmiş olan mehirden -ey kocalar!- o kadınlara herhangi bir şey vermeniz gerekmez. Burada “el-Cünâh” kelimesinin mehir yükümlülüğü olduğunu Yüce Allah’ın, “Kendilerine mehir tayin etmiş iken hanımları dokunmadan önce boşarsanız tayin ettiğinizin yarısını onlara verin.” buyruğudur. Burada buna karşılık mehrin yarısının ödeneceğini tespit etmektedir. Yüce Allah’ın, “Veya kendilerine mehir tayin etmemiş olduğunuz” buyruğu ancak kendileri için mehir tayin etmiş iseniz veya tayin edinceye kadar… anlamındadır. Farizanın farz kılınması mehrin adının konulması demektir. Çünkü kendisi ile gerdeğe girilmeden önce boşanan kadına eğer mehir tespit edilmemiş ise, mehrin yarısını alma hakkı yoktur, onun için sadece bir mut’a söz konusudur. Bazıları da şu görüştedir: “veya” buyruğu “vâv (ve bağlacı)” anlamındadır. Sizin için vacip olan müt’adır. Yani boşanan kadına kendisi ile yararlanacakları malınızdan herhangi bir şey vermektir. Bu da sizin servet, zenginlik, makam ve fakirliğinize göre olup, onun gönlünü hoş tutmak için verilir. Yüce Allah bunu sınırlamayıp bunun belirmesini, gücü oranında, zenginlik ve fakirlik gibi kocanın haline terketmiştir. İbni Abbas şöyle dermiş: Boşama müt’ası-nın azamisi bir hizmetçi vermektir, bundan daha aşağısı gümüş para vermektir, bundan daha aşağısı da elbise vermektir.
Yüce Allah böyle bir müt’ayı kadına güzel bir şekilde davranan kimseler üzerinde vacip bir hak olarak tespit etmiştir. Ebu Hanife ve arkadaşları kendisi ile gerdeğe girilmeden ve mehir tespit edilmeden önce boşanan bir kadın için bunun vacip olduğu görüşündedir. Çünkü Yüce Allah’ın, “Onları metâlandırın” buyruğu ile “bu ihsan edenler üzerine bir haktır.” buyruğu bunu gerektirmektedir. Diğer boşanmış kadınlara bunu vermek ise müstehabtır. Kendisiyle duhûldan (ilişkiden) sonra boşanan ve mehrin isminin konulduğu nikâhta duhûlden önce boşanan kadın gibi [3][79]
Kendisinden nakledilen meşhur rivayette Mâlik’in görüşüne göre ise müt’a, mehri tespit edilmeyen ve kendisi ile gerdeğe girilmeden önce boşanan kadın dışındakiler için menduptur. Bunlar için vacip olduğu da söylenmiştir.
Şafiî ve Ahmed’in görüşüne göre ise müt’a, kendisiyle gerdeğe girilmeden önce boşanan kadın lehine bir borçtur. İster bu kadının mehri tespit edilmiş olsun, ister edilmemiş olsun. Ancak mehri tespit edilmiş ve kendisiyle gerdeğe girilmeden önce boşanan kadın bundan müstesnadır. Şafiîler aynı şekilde gerdeğe girildikten sonra boşanan kadın lehine bunu bir borç olarak kabul etmişlerdir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Boşanan kadınların lehine ma’rûf bir şekilde faydalandırma vardır. Bu takva sahipleri için bir vazife-<ür/'(Bakara, 2/241). Yani müt’a, Şafii’nin yeni görüşüne göre bütün boşanan kadınlar lehine olmak üzere yerine getirilmesi gereken bir vazifedir. Ancak mehri tespit edilen ve kendisiyle gerdeğe girilmeden önce boşanan kadın müstesnadır. Buyruğun zahiri, zahiren emir olduğundan dolayı vücub ifade eder: “Metâlandınn”; adeta yüce Allah mehrinin tespit edilmesi halinde boşanan kadına verilen mehrin yarısı mukabilinde bu kadına müt’a vermeyi (faydalandır-mayı) emretmiş gibidir. Yüce Allah’ın, “Bu ihsan edenler üzerine bir haktır.” buyruğu ise ihsanın bunu gerektirdiğini beyan etmek içindir.
İşte ayet-i kerimeden ele alınan birinci kısım budur. Bu da kendisiyle gerdeğe girilmeden ve mehri tespit edilmemiş olduğu halde boşanan kadının hükmüdür. Böyle bir kadına müt’a vermek gerekir. Daha sonra Yüce Allah ikinci kısmın hükmünü beyan etmektedir ki, bu da kendisi ile gerdeğe girilmeden önce boşanan ve mehri tayin edilmiş kadındır. Böyle bir kadına da mehrin yarısı verilir. Buna göre Yüce Allah’ın bu buyruğunun anlamı şu demektir:
Kendisiyle gerdeğe girilmeden önce kadın boşanacak olursa, eğer mehri tespit edilmiş ise, mehrin yarısını ona vermek icap eder. Kadın onu almak hakkına sahiptir. Boşanan kadının bunu bağışlaması veya elinde nikah akdini bulunduranın -ki o da velidir- affetmesi mümkündür. Onun affetmesi, mehrin yarısını almak hakkını düşürmesidir. Bir görüşe göre ise burada affedecek olan kocadır. Onun affetmesi, bağışlaması ise kendisi için hak kazanılmış olan mehrin yarısıdır. O takdirde bunu affeder ve kadın da “kelimeler”de açıkladığımız gibi, mehrin tamamını alır. Affetmek Allah’tan korkmaya, takvaya daha yakındır. Yani erkeklerden ve kadınlardan kim affederse takva sahibi olan odur.
İyilikte bulunarak faziletli davranmayı unutmayınız. İyilikte bulunmayı ve fazileti terkederek hakkettiğiniz her şeyi sonuna kadar almaya kalkışmayınız. Çünkü affetmek hepiniz için daha hayırlıdır ve Allah yaptıklarınızı çok iyi görendir. O bakımdan herkese niyet ve ameline göre karşılık verir. Kimin affettiğini, kimin iyilikle davrandığını O bilir. İşte bu, buyrukların sonunda Yüce Allah’ın eşlerin birbirlerine karşı muamelelerinin tümünü gördüğüne dair bir hatırlatmadır ve bu hatırlatma iyilikte bulunmaya, fazilette bulunmaya bir teşvik, kaba davranmaya, cahilliğe karşı bir uyarıdır. [4][80]